Hayatın şehir yaşamına hapsedildiği ortamda, bülbül altın kafeste mahkûmdur.
İnsanın dört duvar arasında kendini mutlu hissetmesi, yirmi katlı gökdelenin 19. katında şehrin ayakları altına serilmiş durumda sanması olması gerekenle olmaması gereken arasında zıtlık teşkil eder.
Kafesin altın, dolayısıyla sıradan kafes olmadığına bülbülü ikna...
Çağın modern yaşantısına insanı ikna etmenin kolay metodu görülen altın kafeste, satın alma gücü oldukça her şey, kapıya kadar gelir.
Tüketimin merkezine alınan insan, gariptir "Zincir halkaları kopmasın." düşüncesiyle kimi zaman promosyonlarla tüketici taltif edilir, ticarette kendisine saygı duyulduğu izlenimine kapılır.
Sadakatle çok tüketmek için fazla kazanma mecburiyeti içinde olan, tüketim çarklarının çevrilmesinin gerekliliğini fikir olarak benimser.
Evinde yemek yapmanın ve iç huzuru içinde sofraya oturmanın yerine, sipariş vermediği zaman sektörde bunca çalışanın mağduriyetini düşünür.
Oldukça dakik olan, her şeyi zamanında yetiştiren, müşteri memnuniyetini esas alan sistemde kendisini mankurtlaşmış görmeyen kişi, sektörün çalışanlarını âileden düşünür hale gelir.
Şehir hayatının şatafatına kendisini kaptıran elit tabaka, kendisinden sonrasını tufan bilir.
Onlara göre, şehir kendileriyle vardır.
Bir zaman sonra şehrin sahipleri kesilirler.
Söz sahibi olarak kendilerini görürler.
Modernleşmenin(?) gittikçe insandan, çevreden, tabiattan uzaklaşmak olduğunun farkında değiller.
Dünyevîleşen yaşamları artık hayat takviminden düşen solmuş altın sarısı yapraklardır.
Topluma dair hatıralarını kaleme alırlar, sırça köşklerinde.
Fikir Adamı olurlar, kitapları ile.
Aydın kesilirler, istisnasız.
Onlar, kendilerinden başkasını kabul etmezler.
Bir taş, sırça köşkü yerle bir eder, camlar tuz ve buz olur.
Ölüm davetsiz misafir.
Bir çocuklu, on beş kitap yazmış, birçok ulusal ve uluslararası sempozyuma katılmış, yüzlerce akademik-bilimsel makalesi yayınlanmış, ...
Gazetelerde boy boy sayfa sayfa başsağlığı ilanları...
Sayfanın yarısına kadar filan âilenin falanca oğlu, filanın kardeşi, falanın eşi, filanın babası, falanın dedesi, filanın bacanağı, falan üniversitenin filan holdingin kurucusu, falan düşünce kulübünün başkanı, ...
Okumuş, mevkiî ve makam sahibi olmuş kişilikleri, mezar taşlarına da yansır.
Cenazeleri kalabalık olur.
Alkışlar içinde uğurlanırlar.
Mezarları ayrıcalıklıdır.
Biz ölünce sadece ardımızda fatiha okuyanımız eksik olmasın.
Biz ölünce komşularımız, tanıdıklar haklarını helâl etsin.
Geride birkaç kitabımız kalmışsa okundukça hayırla anılalım.
Mezarımız mermerden olmasın, baş ucu taşımızda adımız yer alsın, sadece.
Çocuklarımız torunlarımıza bahçede yetiştirdiğimiz ağaçları, gülleri diktigimizi söylesin.
Sofraya oturduklarında ihtiyaç sahiplerine bir kap ayırmayı unutmasın.
Huzuru şehirde böyle bulurken, kazayı ve köyü unutmadan.
Mahalleliyi hatırlatarak.
Modern çağın esarete zihninden bağlı olduğu düşünce sisteminden farkımız belirginleştikçe altından kafes yerine kerpiç evde, gözden ırak yaşamanın huzurun adresi olduğunu nasıl dile getirsek!..
İnsanoğlu, kendisine başkalarınca kazandırılmış (?) alışkanlıkları kırmadıkça, kendi insanı gibi yaşamadıkça, yenmedikçe, içmedikçe, giyinmedikçe şehirde huzuru, kalp sükûnetini bulmaktan uzaktır.