H. Kaysı: Sırası gelmişken söyleyeyim. Selahaddin-i Eyyubi Camisi'ni biliyor musun?
M. Sarmış: Biliyorum.
H. Kaysı: Orası eski bir kiliseydi. Yuhanna Kilisesi. Aklımız bastı basalı o kilisenin içine iki tane büyük jeneratör koymuşlar. Bir Alman şirketi. O binaya bu yüzden "Şirket" denirdi. Şehre oradan elektrik verilirdi. Şehrin hududu Karakoyun Deresi, Mezarlık, Beykapısı, Harrankapısı, Herrahman (Halilürrrahman/Balıklıgöl)... Bu kadar… Bir gece bir semtine, bir gece de diğer semtine elektrik verilirdi. Gece 12.00'den sonra da kapanırdı. Sokaklarda, çarşılarda fanuslar ve kandiller olurdu. Kandillerde zeytinyağı yakılırdı. Aziz gecelerde minarelere kandil asarlardı. Lamba filan yok. Ya fanus, ya kandil. Fanusu biliyorsun.
M. Sarmış: Evet, denizci feneri.
H: Kaysı: Babana rahmet… Haznesine ya gaz yağı veya mazot konulurdu.
Sonradan Şirket'in, yani kilise binasının bir kısmı Sanat Okulu'na tahsis edildi. Marangoz atölyesiydi. Merdivenle çıkılırdı. Hatta ben önce Sanat Okuluna gittim, sonra Urfa Ortaokulu'na geçtim. Balıklıgöl ile Anzılha Gölü'nün arasında 10-15 tane ev vardı. Harrahmanlar'ın evi, yani Erenler'in evi. Sanat Okulu'nun demir atölyesi de o arada bir yerdeydi. Bilahare… Bak nereden nereye geldik ha! Bilahare Urfa'ya hidroelektrik geldi. Jeneratörler kalktı. Muhtasar gidiyoruz ha! Teferruata girmeyelim.
M. Sarmış: Evet, evet…
H. Kaysı: Allah razı olsun ehl-i herlerden (hayır ehlinden). Biz burayı camiye çevirelim dediler. Şirket'i… Ve inşaat başladı. Demin bahsettiniz ya "dönmeler" diye. Bunlar Urfa Valisine…
M. Sarmış: Ziyaeddin Akbulut…
H. Kaysı: Yoook! Ondan evvelki vali; Alpaslan Karacan… Ona gidiyorlar. "Burası bizim ata yadigârımız. Dokunmayın, eski vaziyette kalsın." diyorlar. Tasvip görmeyince Avrupa'ya müracaat ettiler. Bu Avrupa diye diye ne hale geldik? Neyse… Oraya müracaat ettiler. Ankara'ya yazı geldi. İçindeyim diye söylüyorum ha! Ankara'dan da buraya yazı geldi. İnşaatın durdurulması… O sırada inşaat devam ediyor. Biz de içerisindeyiz.
M. Sarmış: Kitapçı Abdülkadir Özen de var.
H. Kaysı: Doğru, ama Abdülkadir Özen o anda yanımızda değildi. Bahyeddin Açıkyol, Mahmut Aslan, bir de bu fakir. Laf lafı açıyor. Alpaslan Karacan niyet etmiş bir kurban kesmeğe. Kurbanı da caminin içerisine getirdiler. Kestiler. Vali Bey bize dedi ki "Etlerini de mahalledeki yetim sahiplerine, dullara dağıtın". Onu orada bırakalım. Döndü bize dedi ki "Ankara'dan bana bir yazı geldi. İnşaatı durdurmamızı istiyorlar. Niye? Avrupa'dan emir gelmiş. "İnşaat durdurulmuştur." diye yazıya cevap verdim." Fakat bize dedi ki "Devam edin". Allah'ın yardımı…
M. Sarmış: Bütün bunların hepsinin ben hep Ziyaeddin Akbulut zamanında olduğunu biliyorum.
H. Kaysı: Hayır Alpaslan Karacan… Ben bizatihi içindeyim.
M. Sarmış: O sırada muhtar değilsiniz henüz.
H. Kaysı: Yok, Sosyal Dayanışma Vakfı'na bakıyorum.
M. Sarmış: Yıl?
H. Kaysı: Seksenlerin sonu. Vali Bey 1990'da ayrıldı Urfa'dan.
M. Sarmış: Evet, devam edin lütfen.
H. Kaysı: Alpaslan Karacan, "inşaata devam edin." dedi. İnşaat devam etti… Ziyaeddin Akbulut zamanında, yanlış değilsem, yanılabilirim de, camiye minare yapılmak istendi. Yola bakan sol köşede, kıble tarafında kaidesi yapıldı. O "maskeliler" tekrar müracaat etti. Minare yapılmasın diye… Kesin bilmiyorum, ama artık yine Avrupa'ya mı gittiler, ne yaptılarsa yaptılar, minare yapılmadı.
M. Sarmış: O kişiler o sırada Urfa'da mı yaşıyor?
H. Kaysı: Yaşıyor ki!
M. Sarmış: Tanıyor musunuz onları?
H. Kaysı: Hepsini değil, bir kısmını. Girmeyelim o konuya.
M. Sarmış: Peki. Başka bir konuya gireyim o zaman. Bir Eski Urfa var, bir de Yeni Urfa var.
H. Kaysı: Eski Urfa değil. Sur'un İçi.
M. Sarmış: Tamam, Sur'un İçi. Siz de çoğu Urfalı gibi Yeni Urfa'ya gidebilirdiniz, ama kalmayı tercih ettiniz.
H. Kaysı: Ölen ölmüş, giden gitmiş.
M. Sarmış: Bahçelievler'e, Yenişehir'e…
H. Kaysı: Karaköprü'ye…
M. Sarmış: Bu arada köyden de şehre gelenler olmuş.
H. Kaysı: Çok.
M. Sarmış: 60'lardan itibaren Sur İçi'nden dışına, Bahçelievler'e gitmeye başlamışlar.
H. Kaysı: 60'lar değil, daha erken. Önce Bahçelievler'e, sonra Yenişehir'e… Mehmet Saçlı diye bir inşaat mühendisi vardı. Yenişehir'deki evlerin inşaatını hep o yaptı. Müteahhitlik yaptı. Oradaki evlerin hepsi iki katlı idi, üç kat yoktu. İki kat, Urfa taşından, bahçeli, ağaçlı, herkesin ihata duvarı ayrı… Yani yaşanacak bir şekilde… Şimdi hiçbiri kalmadı.
M. Sarmış: Ama siz burada kaldınız.
H. Kaysı: Bahçelievler'de dayalı döşeli bir evimiz var. Fakat ben buradan gitmek istemiyorum. Burada alıştığım hayatı sürdürmeye çalışıyorum. Yaşantımdan razıyım.
M. Sarmış: Eyvallah! Allah sağlık afiyet versin. Bir de son zamanlarda bu eski Urfa evlerini konukevi yapıyorlar, otel yapıyorlar. O konuda ne düşünüyorsunuz?
H. Kaysı: Ben ona karşıyım.
M. Sarmış: Niçin?
H. Kaysı: Söylemem icap etmiyor. Kapat konuşalım. (Kapattım. O arada, aslında birçoğumuzun bildiği, konuştuğu sorunları dile getirdi. O evlerin restore edilmesi, yok olmaktan kurtarılması çok iyi, ama kullanımına dair çok şikâyetler var. M. S.)
Sonra o sordu: Siz hangi mahallenin şenigisiz?
M. Sarmış: Kamberiye Mahallesinin. Babam Hilvan'ın bir köyünden gelmiş. Annem Yaslıcalı…
H. Kaysı: İslam dininde Kürdü, Türkü, Arabı, Acemi, Lazı, Çerkezi diye bir ayrım yoktur. Kelime-i şehadeti getiren kişi bizim inancımıza göre Müslümandır. Günahkârdır, o ayrı. (Bunları benim için değil, sohbet sırasında adı geçen geçmeyen herkes için söyledi. M. S.)
M. Sarmış: Eyvallah! Aynı şekilde düşünüyoruz. Gösterdiğiniz ilgi ve verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ediyorum.
H. Kaysı: Ben de sana teşekkür ediyorum. Allah yardımcın olsun. Tekrar hatırlatayım; konuştuklarım içinde kimseyi kıracak, üzecek bir şey varsa, sıkıntılı bir durum varsa, senden ricam onları çıkar.
M. Sarmış: Tamam, zaten sıkıntılı bir şey demediniz.
Hakkı Amca, ısrarlarıma rağmen, "bizde böyledir, inancımız bunu gerektirir" diyerek, kapıya kadar bizi uğurladı. Çifte bastonla titreye titreye yürüyüşü içimi sızlattı. Hassasiyetine ve nezaketine hayran kaldım. Böyle insanların sayısı hızla azalıyor. Bakalım ben kaçını hayatta iken bulup konuşacağım, konuşturacağım?