M. Sarmış: Hem bu mahallede oturduğunuz için, hem uzun yıllar muhtarlık yaptığınız için, hem de Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı mütevelli heyeti üyeliği yaptığınız için mahallede yaşayanları çok iyi tanıyorsunuz. Hem şehrin merkezi, hem çarşıya yakın diye Urfa'nın en bilinen ailelerinin çoğu burada oturmuş. Köklü ve zengin aileler…

H. Kaysı: Aynı zamanda evleri de saray gibiydi.

M. Sarmış: Hepsini tanıyor olmalısınız. Biraz onlardan söz eder misiniz?

H. Kaysı: Doğru. Hepsini biliyorum. Birçok köklü ailenin evi burada idi. Bazılarının adını az önce saydım. Karalökler, Hacıbanlar, Parmaksızlar, yani Ninolar, İncirkuşugil, Abamorlar, Yetkinler, Kürkçüoğulları, Alaybegler, Hacı Kamiller, Karakapıcılar, Hacı Gaffarzadeler… Hacı Gaffarzadelerin ana tarafım olduğunu da söylemiştim.

Haşim Kaysı: Önceller…

H. Kaysı: Onlar sonradan geldi. Ben eskileri söylüyorum.
Haşim Kaysı: Saatçiler…

H. Kaysı: Saatçigilin ağırlığı Pıçakçı (Bıçakçı) Mahallesinde idi.

M. Sarmış: Bunlara dair söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
H. Kaysı: Ne söyleyeyim? Mesela Hacı Kamiller, Başbuğlar ve Yetkinler; hepsi bir aile. Soyadları farklı, ama hepsi amcaoğullarıdır. 
M. Sarmış: Hacı Kamilzade Yusuf Ziya… 
H. Kaysı: Yusuf Ziya ve Abdüllatif kardeştiler. Otobüs durağını geçtikten sonra sol kolda İncirkuşu Mustafa Amcanın evi vardı. Ondan sonra Karalöklerin evi, ondan sonra Abdüllatif Yetkin'in evi, ondan sonra da Yusuf Ziya Yetkin'in eviydi. Ondan sonra da, şimdi adını hatırlayamadığım doktorun eviydi. Onun da aşağısı Abamorların evi. Abamor Osman, Abamor Ahmet, Abamor Ömer… Üç kardeş aynı evde otururlardı. Bir taneleri daha vardı, ona ben yetişmedim. Aha bu yolun karşısındaki otel olmuş olan ev var ya, hanımından taraf Abamor Osman'ındı. Belediye encümeni Şükrü Öncel adlı bir şahıs vardı, bilahare bu evi o satın aldı. Eski eser. Saray gibi bir evdi. Tüm odaların ahşapları böyle nakışlı nakışlı idi. Hepsini yıktılar.

M. Sarmış: Az önce Hacı Kâmillerden söz ettiniz. Hacı Kâmil çok zengin bir adam. Köprübaşı'nda Karakoyun Deresi'nin üstündeki köprüyü yapmış, üstüne konak yapmış, ham yapmış, dükkan yapmış… Aşağı Çarşı'da da kendi adını taşıyan bir ham var; Çukur Han da diyorlar. Ban başka bir şey soracağım. Halk arasında hâlâ "Hackâmıl ayranı" ifadesi geçer; bunun bu bildiğimiz Hacı Kâmil ile bir alakası var mı? 

H. Kaysı: Aynı kişi. Onu da söyleyeyim. Urfa-Siverek-Diyarbakır yolu var ya! O yolun üzerinde Hacı Kâmillere ait bir köy var. Her sabah, artık o zamanki kaplar nedir bilmiyorum, küp mü, kova mı, neyse, ayran yapıp dolduruyor ve yolun kenarına koyuyorlar. Oradan geçen yolculara bedava dağıtmak için. Esasında çok güzel bir ayran. Fakat halk arasında ayran biraz yuha (yoğurdu az, suyu çok) oldu mu, "Hackâmıl ayranı" derler. Kinayeli olarak. Hâlbuki birinci sınıf ayran.
M. Sarmış: Ben şöyle duymuştum. Uzun yaz günlerinde çok içildiği için ayran çabuk tükeniyor. Bu işle görevli olanlar Hacı Kamil'den habersiz, işin kolayına kaçıp su katıyorlar; su oranı arttıkça ayran durulaşıyor. Öylece meşhur oluyor.

H. Kaysı: Yok öyle değil. Halk tersini söylüyor.
Bir de Hacı Kâmil Köprüsü var.

M. Sarmış: Az önce söyledim; Köprübaşı'nda…

H. Kaysı: O ayrı; benim dediğim Diyarbakır Yolu üzerinde başka bir köprü. O da Hacı Kâmiller tarafından yaptırılmış. O senin dediğin de onların. Karakoyun Deresinin üzerine yaptırmışlar. Hatta, daha ileriye gitmek için temelini, ayağını da hazırlıyor, ama diyorlar "Dur yeter, bu kadar yapma." Öylece kalıyor.
M. Sarmış: Bir de Papuççuzade Bekir Efendi var.
H. Kaysı: Onlar iki kardeştir. Bekir Efendi ve Cuma Efendi… Pabuççu Cuma dediğimiz Urfa'nın birinci sınıf tüccarı. Onun meziyeti de şu: "Ağanniye-i şâkirîn" (Ağniya-i şâkirîn) derler, bilir misin? Zengin, variyetli, aynı zamanda fakir fukarayı gözetleyen ve yardım gönderdiği kişilere de kimin gönderdiğini söylemeyen demek… Zengin ve şükreden… Pabuççu Cuma böyle biri. Çok zengin. Yıldız Sarayı Konukevi'nin sahibi. Bekir'in evi de otobüs durağına yetişmeden, beride idi.
M. Sarmış: Bir de Basmacızâdeler var… 
H. Kaysı: İki isim var onlardan tanınan. Doktor İhsan Barlas ve kardeşi Sami Barlas, kırtasiyeci. Mahallemin şeniği. Ben küçüktüm, Sami Barlas kısa bir süre muhtarlığa da vekâlet etti. Sen yetiştin mi Sami Barlas'a?
M. Sarmış: Evet, hatırlıyorum. Dükkânı Sarayönü'nde idi. Kapaklı Pasajı'nın hemen karşısında. 

H. Kaysı: Gazeteci Işıklar'ın bitişiğinde. Bu kadar söyleyeyim. Daha fazla derine girmeyelim.

M. Sarmış: Başka bir isim… Hacı Gaffarzade Ömer Efendi varmış. Sonradan gözlerini de kaybetmiş olduğu için "Kör Ömer" diye lakabı var.

H. Kaysı: Benim annemin dayısı.

M. Sarmış: Bu Ömer Efendi'nin ünlü "Kapıyı çalan kimdir" türküsünde "Haleplibahçesi'nde Nesime'm oynar desinler" diye adı geçen Nesime'yi o bataktan kurtardığı, evlenip mazbut bir hayat yaşadıkları söyleniyor.
H. Kaysı: Oraya da girmeyelim. Ben bir şey bilmiyorum.
M. Sarmış: Pekâlâ! Şimdi gelelim gayrimüslimler konusuna…
H. Kaysı: Oraya da girmeyelim.

M. Sarmış: Girmeyelim diyorsunuz, ama tarihî bir gerçek. Mecburen girmek lazım. Bu konu sadece Urfa'nın da değil, Türkiye'nin konusu. Nasıl ülkemizin batısında, ortasında ve kuzeyinde eskiden Rumlar ve daha başka topluluklar varsa, bu bölgede ve Urfa'da da eskiden Ermeniler, Süryaniler ve Yahudiler var. Süryaniler Ellisekiz Meydanı'nın oralarda ve Kamberiye Mahallesi'nin kuzeyinde yaşıyor. Yahudiler Kendirci Mahallesi'nde ve biraz da Dabakhane Camii'nin civarında yaşıyor. Ermeniler de bugünkü adı Yeni Mahalle olan, şehrin batısında yaşıyor; Büyük Yol'un sağında ve solunda. Bir de Aşağı Çarşı'ya doğru uzanan Bıçakçı Mahallesi'nde yaşıyorlar. Eski Urfa'dan bahsederken ister istemez konu onlara geliyor. Dolayısıyla bizim de girmemiz gerekiyor. Mesela sizin muhtarlık yaptığınız Camikebir Mahallesi eski "Ermeni Mahallesi"ne bitişik.
H. Kaysı: Şehit Nusret Okulu var ya, ondan yukarıya son zamanlara kadar "Gavur Mahallesi" derdik.
M. Sarmış: Ha, onlarla ilgili halk arasında bir sürü şeyler söyleniyor. Benim branşım da tarih; az çok biliyorum. Müsaadenizle şöyle bir özet yapayım. Bu topluluklar asırlarca Müslümanlarla iç içe yaşamışlar. Birbirleriyle ticaret yapmışlar, komşuluk yapmışlar. Burada Yahudilerin pozisyonu ayrı. Süryanileri de ayrı tutalım. . Özellikle Ermenilerin bir kısmı Batılı devletlerin etkisiyle bağımsız bir devlet sevdasına düşmüş, bu amaçla çeşitli teşkilatlar kurmuşlar. Silahlanmışlar. Devlet de onlara engel olmak istemiş, çeşitli tedbirler almış. Bir sürü olay çıkmış. Çok kan akmış. 1915'te çıkarılan Tehcir Kanunu ile beraber Ermeniler bütün Türkiye'den olduğu gibi Urfa'dan da ayrılmak zorunda kalmışlar. Bunlar tarihin konusu. Fakat öte taraftan bir kısmının gitmediği, din değiştirerek burada kaldığı; bunların bir kısmının samimi Müslüman olurken bir kısmının öyle görünmeyi tercih ettiği söyleniyor. Onlara "dönme" deniliyor.
Bu konularla ilgili olarak bildiğiniz bir şeyler varsa konuşalım diyorum. İsim vermeniz gerekmez. Ben de isim vermeyi doğru bulmuyorum zaten.
H. Kaysı: Zahiren duymuşum. İçyüzünü de ancak Cenab-ı Allah bilir. Samimi Müslüman olanların ellerinden öperim.

M. Sarmış: Peki Vanes'i tanıyor musunuz? Esas adı  Ohannes Moripek…
H. Kaysı: O "dönmeyen"lerden. Görmedim, ama tanıyorum. İlaç yapıp satardı. Bilhassa göz hastalıkları için. O dönemde göz hastalığı çoktu. Çoğu tedavi için ona giderdi. Bazısı iyileşirdi, bazısı kör olurdu.
M. Sarmış: Bugün de öyle değil mi? Doktorlar bazı hastalarını tedavi ediyorlar, bazısı da iyileşmiyor, hatta yanlış tedavi sonucu ölenler oluyor.
H. Kaysı: Bu öyle değil. Bilerek yanlış tedavi uyguluyor, kör olsunlar diye. Bir çeşit intikam alıyor. Bir oğlunun Müslüman olduğunu da duydum. Hiç memnun olmamış.

Haşim Kaysı: Bir de Circe ve Boğoz var amca.
H. Kaysı: Onlar da "dönmeyen"lerden. İkisi de iki gözden âmâ. Circe keman çalıyor, Boğoz cümbüş. Müslümanların düğünlerinde de çalıyorlar. Gözleri görmediği için kadınların düğünlerine de gidiyorlar. Ama kadınlar yine de perde çekiyor araya. Belki mahsus yapıyor olabilirler diye… Boğoz'un da bir oğlu Müslüman olmuş diye duymuştum.