M. Sarmış: Biraz dinlenmek ister misiniz?
H. Kaysı: Sor, sor… Devam edelim.
M. Sarmış: Sizinle ilgili konular tamam. Şimdi sair konularla ilgili sorular soracağım. Hep bu mahallede çalıştınız. 25 yıl muhtarlık yaptınız. O zamandan bu zamana Urfa'nın her tarafında olduğu gibi Camikebir Mahallesinde de birçok değişiklikler oldu. Mesela hemen tetirbenin çıkışındaki sokak daha önce daracıkken 12 Eylül döneminde genişletildi…
H. Kaysı: Tek bir sokak değildi, iki sokaktı. O sokakların adını biliyor musun? Su Meydanı'ndan, şu hemen aşağımızdaki, yani Ulu Cami'nin batısındaki otobüs durağına kadar olan kısım Su Meydanı Sokağı, oradan Abdülvahit Tekkesine kadar olan kısmın adı da Kubbe Mescit Sokağı idi. Şimdi orada yapılan camiye İmam Aslan Camii adı verilmiş. Allah bizi de onu da affede. Ne güzel camiyi yaptırmışsın, tamir ettirmişsin. Allah razı olsun. İsmini niye değiştiriyorsun? Herkes orayı Abdülvahit Tekkesi veya camii olarak biliyor. Öyle kalsaydı. Filanca kişi tarafından tamir edilmiş diye bir levha yazdırsaydın yeterdi. Abdülvahit Hoca sıradan bir insan değil ki; devrin sayılı âlimlerinden. Ta Rodos'tan Urfa'ya gelmiş, memlekete hizmet etmiş, yüzlerce talebe yetiştirmiş. Allah rahmet eylesin. Adı kalsaydı orada.
M. Sarmış: Çok haklısınız. Bunu bilen Urfalılar da aynen sizin gibi düşünüyor.
H. Kaysı: Otobüs durağı dedim ya! Yol genişletilmeden önce oradaki boşlukta önemli ailelerin evleri vardı. İncirkuşu Mustafa, Kazancı Hacı İmam Efendi… İmam Efendi bazen imam olmadığında namaz da kıldırırdı. Çarhoğlu Mahmut ve Çarhoğlu Ahmet… İki kardeş. Aynı evde otuyorlar. Pabuççu Bekir, Çarçuval Mehemet, Karalök Ahmet… Yine Parmaksız Ahmet Hafız Efendi var. Yıldız Meydanı'nda mağazası olan Esat Parmaksız'ın babası. Hafız-ı Kurân'dı, müttaki bir insandı. "Ninolar" derlerdi. Vakıfları da çoktu. Şehbenderiye Vakfı mütevellisi idi. Bunların hepsinin evleri buradaydı.
M. Sarmış: O yıkımı anlatır mısınız?
H. Kaysı: Bir kısmı 12 Eylül'den evvel istimlak edildi. 12 Eylül'de bir binbaşı belediye reisliğine baktı; onun zamanında diğer evler de istimlak edilip yıkıldı. Kutbettin Camisi'nin hizasına dokunulmadı. Birkaç kişi "Kutbettin Camisi sakattır, namaz kılınması tehlikelidir." diyordu. Ben o zaman memuriyete devam ediyordum. Rafi Hafız Efendi de o sırada eski camilerin onarımı ve yenilerinin yapımı için çalışıyordu. Benim de hocam, söylemiştim. Kendisinden önce o işi Müslüm Hafız Efendi yapıyordu. Ondan sonra kendisi devraldı. Kutbettin Camisi için dernek kurdular. Dernek başkanı olarak da bizi seçtiler. Biz dedik ki "Caminin sakat olduğu söyleniyor. Çatlaklar var. Biz bunu yıkalım, yeniden yapalım." Rafi Hafız Hoca Efendi dedi "Yapmayın, eski eserdir diye ceza alırsınız." Dernekteki arkadaşla karar verdik yıkıp yapmaya.
M. Sarmış: Arkadaşınızın adı nedir?
H. Kaysı: Abdülkadir Özen… Akarbaşı'nda Sakıbiye Tekkesi vardı. Onun arkasındaki sokakta kitapçı idi.
M. Sarmış: Tanıyorum. Dergah Kitapevi'nin sahibi. Oğlu İbrahim Halil Özen ile kendisi hakkında röportaj yapmıştım. Rafi Hafız ile beraber birçok eski camiyi tamir ettirmişler, birçok yeni camiyi de sıfırdan yaptırmışlar.
H. Kaysı: Evet. Allah rahmet eylesin, kaç sene önce vefat etti. Neyse, Kutbettin Camii'ne dönelim. 12 Eylül olmuş. Sıkıyönetim var. Camiyi yıktık.
M. Sarmış: Bir dakika. Rafi Hafız, tarihi eserdir, size ceza verirler diye yıkmayın diyor, ama siz yıkıyorsunuz…
H. Kaysı: Evet. Cami sakat. Abdülkadir'le beraber dedik ki "Yıkalım, isterse bizi hapse atsınlar." Yıktık. Derken cami cemaatinden bazı kişiler bizi şikâyet ettiler. Camide namaz kılan "Müslüman" kardeşlerimiz… Eski eserlere o zaman Müze bakıyordu. Ecevit başvekildi. Müze müdürü bizi çağırdı. Sol fikirli bir adam. Kalkıp yanına gittik. Dedi "Siz orayı yıkmışsınız. Büyük bir suç işlemişsiniz." Cenab-ı Allah "mukallibe'l-kulüp"tür, yani kalpleri döndürendir. Adam bir numaralı solcu. Bizi ağırladı. Çay da ikram etti. Dedi ki "Siz usulsüz bir iş yapmışsınız. Cezası da ağırdır. Fakat ben zapta geçeceğim. Bunlar yıkmadan evvel yanıma geldiler. "Biz burayı yıkıp yeniden yapacağız." dediler. Ben de dedim ki "Yıkarken taşları numaralandırın. Sonra da aynısı gibi yapın. Siz de öyle yapmışsınız." Yani herhangi bir suç yok.
M. Sarmış: Yani müdür, sizi cezadan kurtarmak için böyle bir yola başvuruyor.
H. Kaysı: Evet. Allah isteyince solcu biri de böyle yardım ediyor işte! Tabii yine de mahkemeye verildik. Aziz Bey diye bir hâkim vardı. Allah rahmet eylesin. Ava meraklı bir adamdı. Mahkemede bize dedi ki "Usulsüz bir iş yapmışsınız. Ama ben mahkemeyi ileri bir tarihe atıyorum. Siz de inşaatı devam ettirip bir an önce bitirin. Bankada paranız varsa da harcayın. Yoksa ona da el koyarlar. İmanlı bir adamdı. Bize böyle yol gösterdi. Biz de o şekilde camiyi temeline kadar yıkıp yeniden yaptık. O dava da öylece kapandı gitti.
M. Sarmış: Minaresi kaldı ama. Eski bir fotoğrafta görmüştüm, önceden minaresi var.
H. Kaysı: Doğru, maalesef onu yapamadık. Öyle büyük bir minare değildi. Dergah'taki küçük minareler gibiydi.
M. Sarmış: Biliyorum, "minber minare" diyorlar. Urfa'nın camilerinin bazısının minaresi de öyle. Eskiden diğerlerinde olduğu gibi orada da çıkıp canlı canlı ezan okunurmuş.
H. Kaysı: Doğru, doğru, ama o hengâmede minareyi yapamadık. Kayboldu gitti.
M. Sarmış: Peki, o yol tamam. Bir de Ulu Cami'nin doğusunda kalan ana cadde var. O da eskiden çok darmış. Onu da Vali Kadri Eroğan genişletmiş. Bunun için de birçok yeri yıkmış.
H. Kaysı: Kadri Eroğan, Balıklıgöl'den Köprübaşı'na kadar yolu genişletti. Yol üzerindeki birçok tarihi binayı da yıktı. Bugün Yıldız Meydanı dediğimiz yerde yolun ortasında çok güzel bir hamam vardı. Eski Paşa Hamamı derlerdi. Onu da yıktı. Hatta daha kadınlar hamamda iken çabuk çıkın, yıkılacak dediler. Kendisi de başında durdu ve yıktı. Enkazı kaldırmadılar. Hamam çukurda olduğu için içine çöktürdüler, üstüne yol yaptılar. Şimdi kazılsa altından bütün her şey ortaya çıkar. Yıldız Meydanı böylece ortaya çıktı.
M. Sarmış: Halk çok seviyormuş Kadri Eroğan'ı. "Babo" diyormuş…
H. Kaysı: Evet. Allah onu da affede, cemi Ümmet-i Muhammed'i de affede… Seviyorlardı. Ama şehrin çok sayıda eski eserini de yok etti. Mesela Herrehman'ın (Halilürrrahman/Balıklıgöl) kenarındaki Erenlerin evlerini de yıktı. Çok güzel evlerdi. Yazık oldu.
M. Sarmış: Başka bir şey sorayım. Ulu Cami'nin güneyinde "Şehbenderlik" varmış, yani İran konsolosluğu. Az önce adı geçen Parmaksız Ahmet Hafız Efendi'nin babası, Mağazacı Hacı Esat Parmaksız'ın dedesi kurmuş. "Nino Bekir" diye bilinen Parmaksız Bekir… Halk arasında konsoloshaneye "kozhana" diyorlarmış.
H. Kaysı: Bilmiyorum, ben onlara yetişmedim.
M. Sarmış: Ulu Cami'nin kuzey kapısına "Karanlık Kapı" deniliyor; ona yetiştiniz mi?
H. Kaysı: Tabii, iyi hatırlıyorum. O kapıdan merdivenle çıkılıyor. Çık. Sol kolda bir tetirbe var; bilir misin tetirbeyi? Çıkmaz sokak demek. Kapıdan o çıkmaza kadar sokağın üstü kapalıydı. Uzun bir kabaltı. O zaman elektrik de yok. O yüzden çok karanlık. Bilhassa gece zifiri karanlık olurdu. Karşılıklı gelenler birbirini görmeyip çarpabilir. O yüzden fanıs (Fanus, denizci feneri) veya el feneri olmadan oradan geçmeye cesaret ister. Çünkü adamlar takılıp düşsün diye ip atarlardı, adam soyarlardı, vururlardı. İsmi üzerinde; "Karanlık Kapı". Eskiden eski eserlere o kadar rağbet yoktu. Yıktılar.
M. Sarmış: Ne zaman yıkıldığını hatırlıyor musunuz?
H. Kaysı: Kesin tarihini hatırlamıyorum.
M. Sarmış: En azından, mesela 50'li, 60'lı yıllar gibi, bir şey diyemez misiniz?
H. Kaysı: 50'den sonraydı.