SEKİZİNCİ BÖLÜM
M. Sarmış: Şiire gelelim. Örneğini az önce okuduğumuz gibi güzel şiirler yazıyorsunuz. Nasıl başladı?
M. Akalın: Benim şiire başlamam düz yazıdan önceye gider. Okumayla beraber edebiyata da çok meraklıydım. Edebiyat notlarımın iyi olduğunu söylemiştim. Kompozisyondan dersinden de hep yüksek not alırdım. Kelimelere hâkimiyet, cümle kuruluşu filan… 1969 yılında Naci Ağabey “Şiirlerde Urfa” adlı bir kitap hazırlıyordu. Gelen şiirlerin tamamını Naci Abi’nin Erika markalı daktilosunda ben daktiloya çekmiştim. Naci abinin kitapçı dükkânına kitapların yanında çok sayıda edebiyat dergisi de gelirdi. Gelmeyen dergileri de yukarıda bahsettiğim arkadaşım Zikrullah alırdı. O arkadaş şimdi İstanbul’da belki Türkiye’nin en büyük ev kütüphanesine sahiptir. Sırf bu amaçla bir ev tutmuş, ama yine de kitapları sığmıyor.
M. Sarmış: Görüşüyor musunuz daha?
M. Akalın: Tabii, tabii, arada bir görüşüyoruz. Gençliğimizde onunla beraber kitap okurken şiire de yöneldik. Yazdığımız şiirleri karşılıklı olarak birbirimize okumaya başladık.
M. Sarmış: Şiirlerinizin hepsini okuma imkânım olmadı. “Eski Evler” şiirinizi okudum. Bir de oğlunuza yazmış olduğunuz “Nasihatname”yi biliyorum. Klasik bir tarzınız olduğu anlaşılıyor. Divan Edebiyatını hatırlatıyor.
M. Akalın: Evet, doğru. Ben şiirde hece vurgularını seven biriyim. Elbette serbest şiir de yazılabilir, ama ben şiirdeki musikiyi yakalayabilmek için hecenin, kafiyenin önemli olduğunu düşünüyorum.
M. Sarmış: Özellikle okuduğunuz, sevdiğiniz şairleri sayacak olursanız…
M. Akalın: Bahsettiğim sebeplerden dolayı en çok sevdiğim şairler ”Beş Hececiler” le birlikte özellikle Necip Fazıl Kısakürek’ti. Düşünceleri bir tarafa, ama şiiri çok güçlüdür. Türkçeye hâkimiyeti müthiştir. Çok severdim. Ayrıca “Beş Hececiler” olsun, onları takip eden bizim klasik dönemin şairleri olsun, hepsini okurdum. Onlardan çok etkilenmiştim. Mesela Nazım Hikmet türü uzun, hikâyemsi serbest şiirler beni pek sarmadı. Kuvayı Milliye Destanı gibi içerisinde çok güzel şiirler olmasına rağmen…
M. Sarmış: Şiirlerinizi “Eski Günlerden Kalan” adında bir kitapta toplamışsınız. Onu da dostlarınıza dağıtmak için özel olarak basmışsınız galiba.
M. Akalın: Evet, o da şöyle oldu. Kütüphanemi elden geçirirken şiirlerimi tasnif edeyim dedim. Baktım bir dolap dolusu kâğıt çıktı. Bitmiş, bitmemiş şiirler, bunları yazdığım pusulalar, müsveddeler…
M. Sarmış: Bunların bir kısmı yayınlanmış daha önceden.
M. Akalın: Çok fazla değil. Bazılarının ham halleri Urfa’nın Sesi Gazetesinde yayınlandı. Anzılha’da yanlış hatırlamıyorsam bir tek o Eski Evler şiiri yayınlandı. 1979-80’lerden sonra da Nasihatname’yi yazdım. En son olarak da 2000’li yıllarda “Eski Günlerden Kalan” şiirimi yazdım. Neyse işte o kütüphaneyi elden geçirme sırasında bunları bir kitapta toplama düşüncesi hâsıl oldu. Kaybolup gitmesin diye.
M. Sarmış: Kaç şiir var kitapta?
M. Akalın: 50 kadar. .
M. Sarmış: Kaç adet bastırdınız?
M.Akalın: 500 adet.
M. Sarmış: İlham geliyor mu hâlâ?
M. Akalın: Hoş bir soru sordunuz. Çok özlüyorum. Son zamanlarda hakikaten çok yoruldum. Gerek sair işler, gerekse bilgisayar yoruyor insanı. Eskiden yazmak öyle değildi. Bir kâğıt, bir kalem kâfiydi, her yerde, her şekilde yazılabiliyordu. Şimdi bir sandalyede uzun süre dimdik oturmak, sürekli bir ekrana bakmak kolay değil. Gençler fark etmiyor belki, ama bizim belimiz, boynumuz, bileğimiz ağrıyor. Tabii gözümüz yoruluyor. Şiir diyordum. Elimdeki işler bitince ve de sağlığım el verirse eğer, kendi kendime söz vermişim zaten, şiir yazacağım.
M. Sarmış: Elinizde olup da bitirmek istediğiniz işler nedir?
M. Akalın: Urfalı aileleri yazıyorum ya, birkaç aile daha var. En son “Urfa’nın En Eski Ailesi”ni yazdım. Bugünlerde GAP Gündemi Gazetesinde yayınlandı.
M. Sarmış: Müzikle de iştigal ediyorsunuz. Ne şekilde ve hangi düzeyde? Bir müzik aleti çalıyor musunuz? Besteleriniz de var mı? Yoksa sadece dinleyici olarak mı?
M. Akalın: Bizim ailede müzik merakı çok fazlaydı. Ben görmedim ama babamın kanun çaldığı söylenirdi, babamların sıra gecelerine yetiştim. Sıra başka evlerde olduğunda da gittiğimi hatırlıyorum. O zaman öyle bir usul vardı, babalar küçük çocuklarını sıraya götürürlerdi, oturup kalkmayı, dinlemeyi, usul ve erkânı öğrensinler diye. Onların müzik fasıllarını da çocuk ruhumuzla sıkılsak da bir köşede dinlerdik. Böylece müziğe karşı bir alt yapı oluşmuş olabilir. Kız Öğretmen Okulu Urfa’da faaliyete geçtiğinde kayıt yapan kızkardeşimin almak zorunda olduğu mandolin hepimizin meşgalesi oldu.
M. Sarmış: Hangi yıllar?
M. Akalın: Orta okula başlamıştık. Daha sonraları profesyonel olmayarak evimize gitar, org gibi müzik aletleri girdi.
M. Sarmış: Kimseden ders filan aldınız mı?
M. Akalın: Yok, yok. Tamamen kendi kendime.
M. Sarmış: Şiirde tercihiniz klasik. Müzikte nasıl? Türk Sanat Müziği mi? Gitar olunca Batı müziği geliyor akla ama…
M. Akalın: Hayır. O gitar gençlik hevesiydi, ben Türk Sanat Müziğine çok meraklıyımdır. Ailece öyleyizdir. Babamın sıra gecelerinden dolayı ailede herkesin kulağı Türk Sanat Müziğine aşinaydı. O şarkıları bilirdik, evde hepimiz söylerdik.
M. Sarmış: Özellikle sevdiğiniz, dinlediğiniz sanatçıları sorsam…
M. Akalın: Benim için Sabite Tur Gülerman bir numaradır. Mustafa Sağyaşar’ı, Zeki Müren’i, Perihan Altındağ Sözeri’yi de çok severim. Muazzez Abacı çok iyidir. Şimdi onları pek dinleyen yok. Müzik dolabım da çok zengindir. Bende bir dolap dolusu Türk Sanat müziği kayıtları var. Ara ara ihtiyaç duyuyor, dinliyorum. Ama bu hale üzülüyorum tabii.
M. Sarmış: Şiir, müzik derken resim de geliyor akla.
M. Akalın: Resimle bir ilgim yok. Ama hat sanatına özel merakım var. Evimde çok sayıda hat levhası asılıdır.
M. Sarmış: Kendiniz yazıyor musunuz?
M. Akalın: Hayır, tamamen bir estetik merak.
M. Sarmış: Bütün bunlardan farklı bir ilgi alanınız daha var. Urfa’nın yemek kültürü ve çeşitleri… Gerçi çok da farklı sayılmaz. Nihayet o da Urfa kültürünün önemli bir parçası. Yenge Hanımla beraber “Tandırlıktan Gelen Lezzet” adıyla bir kitap hazırlamışsınız.
M. Akalın: Yanılmıyorsam 2005 yılıydı. Arkadaşlarla sohbet ediyoruz. Yemek konusunda biraz da teferruata meraklı olduğumuz için, kim olduğunu şimdi hatırlamıyorum, birisi “Madem bu kadar meraklısın ve biliyorsun, bir yazsan ya!” dedi. Aradan bir süre geçti. O sırada benim kayınvalidem de sağdı. O da eski bir Urfa ailesi mensubu ve yemek konusunda da çok iyiydi.
M. Sarmış: Adını da söyleyin de kayda girsin.
M. Akalın: Necla Bucak (Alpan). Kendisi Urfa’nın yerlisi, yukarıda anmıştık.
M. Sarmış: Yemek konusuna dönecek olursak…
M. Akalın: Lütfiye Hanım ile o işe giriştik. Bütün kadınlar yemek konusunda annelerinin mahsulüdür zaten. Günlük hayatta yaptığımız yemeklerin dışında, kayınvalidemin danışmanlığında, hatırladığı yemekleri de dâhil ederek önce yapmaya, sonra yazmaya ve fotoğraflarını çekmeye başladık. Beş buçuk sene filan sürdü. Her yemeği yapılması gereken mevsiminde ayrı ayrı yaptık. Yani o sebzelerin yetiştiği, o yemeğin eskiden yenildiği mevsimde… Çünkü Urfa’da her yemek belli mevsimlerde yapılır, her zaman yapılmaz.
M. Sarmış: Yani kitabı bir an önce yazıp bitirelim diye aceleye getirmediniz.
M. Akalın: Tabii. O sıralarda Baro başkanıydım. Çok yoğun işlerim vardı. Buna rağmen acele etmedik. Sadece yemekleri yapmakla da kalmadık. Yemek kültürü ile ilgili araştırmalar da yaptık. Bizimkisi sadece bir yemek kitabı değil, aynı zamanda yemek kültürü kitabıdır. Yemek nasıl yenir, hangi yemeğin yanında ne yenir, hangi mevsim yenir gibi bir sürü ayrıntı…
M. Sarmış: Mesela çiğköftenin üzerine limon sıkılarak yenilmez gibi mi?
M. Akalın: Aynen öyle. Sıkılır da, tazesine sıkılmaz, bayat çiğköfteye sıkılır. Bekletilerek bayatlayan köfte için “ıslandı” derler. Eskiden boşa gitmesin diye ıslanmış köftenin üzerine limon sıkılıp yenirdi veya sulandırılıp “kıyma” yapılırdı.
M. Sarmış: Dediğiniz bir söz de var: “Viranşehir veya Harran’dan getirilen erkek koyunun et, Birecik’ten gelen patlıcan, Cülap’tan gelen domates, Paşabağı’ndan gelen isot, Akziyaret’ten gelen beyaz soğan, Karacadağ’ın kömürü ile pişirilirse kebap o zaman kebap olur.”
M. Akalın: O söz bana ait değil, rahmetli Emin Ergin’e ait bir sözdür. Onun bir kitabında rastladım. Bizim kitabın ruhuna çok uygun düştüğü için önsözüne aldım. Kendisini de kaynak olarak gösterdim.