M. Sarmış: İkinci gruba geçelim.
F. Gayberi: Tarikat grubumuz var. Rufai tarikatı. Tarikatın şeyhi Fehmi Baba, ondan sonra halifesi Basralı Hafız. Bunlar babamın arkadaşları. Ben onlara yetişmedim. Sonra Abdurrahman Hafız Çiftbudak halife oldu. O vefat edince yerine Mahmut Özbay, o da vefat edince Mustafa Haberveren halife oldu. O da vefat edince Necmettin Özer geçti. İmamdır. Şimdi o bakıyor. Ben bunlara yetiştim.
M. Sarmış: Yine ev ev mi dolaşıyorsunuz?
F. Gayberi: Önceleri evde oluyordu. Sonra Hoca Emmi'nin bir evi oldu. Yani Mahmut Hocanın, Mahmut Özbay. Eski Şirket'in (Şimdiki Selahaddin Eyyubi Camii) arka tarafında bir ev. Orada toplanmaya başladık.
M. Sarmış: O grupta kimler vardı?
F. Gayberi: Hatırlayabildiklerimi söyleyeyim: Saatçi Yusuf Özer. Şimdiki halife Necmettin Özer'in babası. Yusuf Bilgin, Emin Öncel, Şükrü Öncel, Fethi İrcan, onun oğlu İbrahim İrcan, Ahmet Demirkol, Ercan Altun, Marangoz Hacı Yasin. Yine Fehmi Özer, Mahmut Özer, ilki belediyede memur, diğeri hoca. Ayrıca Yaşar Güllüoğlu, Berber Halil, İbrahim Ustakara, Ahmet Hafız Uzungöl. Ahmet Hafız'ın kardeşi Halil Hafız (Uzungöl) vardı. Aynı zamanda mevlithandı. O da babamın arkadaşıydı, ama onun herhangi bir tarikatta olup olmadığını bilmiyorum. Bizim zikre gelmezdi.
M. Sarmış: Diğer üç grubu da söyleyin.
F. Gayberi: Üçüncü grup: Fethi Harem, Hacı Selim Görgün, Doktor Nuri Çelen, Kitapçı Bakır Yavuz, Hasan Paşa İmamı Kemalettin Hafız ve kardeşi Asım Gültekin. Asım Gültekin iki üniversite bitirmiş; hem Mısır devlet üniversitesini hem El-Ezher'i. Bunlarla da evlerde toplanıp muhabbet ediyoruz. Yalnız çiğköfte var. Belli bir gecesi yok. Haftanın muayyen günlerinde toplanıyoruz. Birbirimize haber veriyoruz. Ama haftada bir mutlaka görüşüyoruz.
Dördüncü grup: Hacı Cemal Fener, Rafi Hafız'ın oğlu Bekir Görgün, Celal Görgün, Reşat Şelli, Sıtkı Uludağ, Sıtkı Küçük, Bedir Garip, Halil Açıkgöz…
Beşinci grup: Sezai Karakapıcı, Hakkı Güzel, Kemal Erboğa, Mustafa Gökçin, kardeşi Yahya Gökçin, Avukat Zeki Çelen'in oğlu Mustafa Çelen. Hal Pazarı esnafından Behtenizci Bahattin, pasaj esnafı Sabri Bey, öğretmen Mahmut Ertan, öğretmen Edip Güllüoğlu, öğretmen Mustafa Erbil ve soyadını hatırlayamadığım terzi Mehmet Bey… Bir de Mustafa Hacıgaffaroğlu. Şair Nabi'nin torunlarından.
Bu son iki grupla da haftada bir görüşüyoruz. Muhabbet ediyoruz. Çiğköfte var, çay var.
M. Sarmış: Bu gruplar devam ediyor mu?
F. Gayberi: Çoğu vefat etti. Dergah'taki Kadiri zikri devam ediyor, ama bizim gruptan sadece bir kişi kalmış.
M. Sarmış: Rufai grubu devam ediyor herhalde?
F. Gayberi: Ediyor, ama ben devam edemiyorum. Koronadan beri ayağımda ağrı var, gidemiyorum.
M. Sarmış: Maşallah! Haftanın beş gecesi dışarıdasınız.
F. Gayberi: Bir de Leyle-i Kadir geceleri var… Biliyorsunuz o gece Dergah'ta Bediüzzaman için mevlit okunur. Türkiye'nin her tarafından ziyaretçiler gelir. O akşam iftar için evlere dağıtılırdı. Damat Süleyman Paşa Camii hocası Rahmetlik Mustafa Kılıç, telefon ederdi veya kendisi gelirdi. "Kaç kişi yollayalım?" Ben de çocukları veya şegirtleri yollardım, "Gidin, 50 kişi alın, gelin." Mustafa Hoca kalabalıkta bağırıyor: "Fehmi Gayberi, 50 kişi!" Şegirtler derdi ki "Usta, öyle duyunca çok hoşumuza gidiyor." Birkaç grup birleşiyor, 50 kişi olunca, otobüsle, minibüsle, otomobille getiriyorlar. İftardan sonra da Dergâh'a geri götürüyorlar. Bir keresinde Kayseri grubu geldi. Dediler ki "Biz burada iftarımızı açacağız ama bir şartla." "Buyurun." dedim. "Bir hediyemiz var, kabul ederseniz, yemeğinizi yiyeceğiz." Ne diyeyim? "Başüstüne." dedim. Hediyeyi getirdiler; yarım metre uzunluğunda pastırma. Günlerce yedik, keyfettik.
Onları davet ettiğimde eğer cebimde para yoksa, her zaman borca iş yaptıran müşterilerden bazıları bakarsın o gece peşin para verirler. Hiçbir sıkıntı olmadı, elhamdülillah! Bu şekilde senelerce devam etti. Bir keresinde Mustafa Hoca "Kaç kişi göndereyim?" deyince "Beş" dedim. Hoca "Beş!" dedi, şaşırdı. Dedim "Yanına da bir sıfır koy." Gülmeye başladı. Ama akşam yemeğe yüz kişi aldık. Mercimek çorbası, lahmacun, ayran ve çay ikram edildi.
Yine başka bir gün, bir cenaze için mezarlıktayız. Baktım birisi omuzuma vurdu. Döndüm baktım, eski bir müşterim, kamyon şoförü. Dedi ki "Senin ne güzel arkadaşların var." Dedim "Ne arkadaşı?" Dedi "Yav benim oğlum Suriye'den gelirken PKK'lılar arabasına zorla silah koymuşlar. Gümrük'te yakalanmış. Nusaybin emniyetinde, nezarette. Kalktık gittik. Arabayla vilayetin önüne gidip durduk. Saat 12 oldu, millet dağılıyor. Baktım iki kişi bize doğru geliyor. Plakayı görmüşler. "Nerelisiniz?" diye sordular. "Urfalıyız. "dedik. "Yerlisi misiniz?" "Evet" dedik. "Birisini söylesek tanır mısınız?" Dedim "Söyleyin." Dedi "Fehmi Gayberi." Dedim "Tanıyorum. Ben onun müşterisiyim." "Niçin buradasınız?" diye sordular. Anlattık. Bunun üzerine vilayete döndüler. Kefil oldular. Çocuğumuzu serbest bıraktırdılar. Çok şaşırdım. Bu sefer ben onlara sordum; "Fehmi Gayberi nereden arkadaşınız?" "Yahu o bizi leyle-i Kadir Gecesi evine çağırdı. Yemeğini yedik." dediler. Ne güzel dostların varmış Fehmi abi." Adam mezarlıkta, ayaküstü bunları anlattı. Ya! Nereden nereye?
M. Sarmış: Buradan Nur cemaatiyle de diyaloğunuz olduğu anlaşılıyor. Onların sohbetlerine de gittiniz mi hiç?
F. Gayberi: Vahdi Amcamın Risale-i Nur talebesi olduğunu anlatmıştım. Çocukken Rızvaniye Medresesinde Üstad'ın talebesi Abdullah Yeğin ve Ceylan hocadan kısa bir süre ders aldığımı da söylemiştim. Ama daha sonra ben gitmedim. Vahdi Amcam, oğlu Haşim, Akif ve Adnan Gayberi gittiler. Benim oğullarımdan da Fahri ve Zeki, Mustafa Hocanın talebesi oldular.
M. Sarmış: Yıllar sonra Abdullah Yeğin Urfa'ya yeniden gelmiş, buluşmuşsunuz.
F. Gayberi: Bak onu hatırlattığın iyi oldu. Evet, Üstad'ın talebelerinden Abdülkadir Badıllı vefat ettiği zaman gelmişti. 2014'ün sonlarıydı. İmam Bakır Mahallesindeki Abdullah Yeğin Taziye Evinde buluştuk. Eski günleri yad ettik. Çok duygulandı.