M. Sarmış: Kaldığımız yere dönelim. 1970'ler… Anarşi dönemi. O günlere dair söyleyeceğiniz şeyler var mı?
F. Gayberi: O sırada YSE'de görevliyim. Ahmet Bayık Yol-İş Sendikasının başkanı. Türkmen Sinemasında bir toplantı var. Kongre yapıyoruz. Başkanlık seçimi yapılıyor. O sırada solcu bir bayan çıkıp konuştu. "Gönül isterdi ki, hanımlarınızı da kızlarınızı da buraya getireydiniz." dedi. Ben de "Kadınlarımız kızlarımız sizin gibi buralara gelecek, sahnelere çıkacak kimseler değildir." dedim. Bir alkış tufanı koptu. Bir baktım ki yönetim kurulu listesinin en altındaki ismi silip benim ismimi yazmışlar. Böylece idare heyetine girmiş oldum.
M. Sarmış: Sendikacılığınız da var yani.
F. Gayberi: Bir haftalık. O hafta içinde bir iki şey oldu. Baktım ki o işler bana göre değil. İstifa ettim. Siyaset bana göre değil. Sendika da bir çeşit siyaset gibi.
M. Sarmış: YSE'den ne zaman emekli oldunuz?
F. Gayberi: Ben YSE'den emekli olmadım. 1980 hadisesinde ortalık karıştı. Ahmet Bayık suikasta uğradı. Oğlunu vurdular, kucağında öldü. Siverekli bir sendikacı arkadaşımız vardı; onu da sabahleyin ekmek almaya giderken çapraz ateşe tutup öldürdüler. Onun cebinden benim adım da çıktı. Beni de tehdit ettiler. Baktım bu iş böyle olmayacak, kalktım istifamı verdim. Yeniden gelip dükkânımda oturmaya başladım. YSE'ye geçince kapatmamış, kardeşimi koymuştum. Emekliliğime dört yıl vardı; onun gerektirdiği parayı dışarıdan ödedim ve emekli oldum.
Burada bir hatıramı daha anlatmak isterim. YSE'den ayrıldıktan sonra Urfa Belediyesi bize Aşağı Sanayi'de bir vakıf dükkân verdi. İhtiyacım olduğu için dükkânı sattım, parayı da yedim. 70 bin lira. Fakat huzurum kaçtı. Bu vakıf parası benim hakkım değil diye mustarip oldum yani. Gece gündüz aklımdan çıkmıyor. "Ya Rabbi! Bu para elime bir yerden elime geçseydi de bir yere hibe etseydim." diyorum. Ama nasıl? Tam o sıkıntılı günlerimden birinde dükkânımda Reşat Şelli ve Yaşar İpeksever komşularımla oturuyoruz. Tak telefon çaldı. Açtım, Ahmet Bayık, sendika başkanı. "Fehmi Usta" dedi. "Sendika hesabında sizin adınıza 70.200 lira bir para çıktı; gel al." İyi mi? Uçtum tabii. Hemen gittim, parayı aldım. Vakit akşama yakın. Şimdi bu parayı ne yapacağım. Çok para. Çekmeceye koysam olmaz. Müftülüğe telefon açtım. Durumu izah ettim. Vakıf parası, başka bir vakfa verebilir miyim? "Tabii." Dedi. Müftülüğün oradaki "Peygamber Camii'nde bir kız Kur'an kursu inşaatı var; tam o kadar paraya ihtiyacı var." İyi mi? Kuruşu kuruşuna aynı miktar… Götürüp makbuz karşılığı teslim ettim. Kalan o iki yüz lira ile de bakır bir sıtıl (kova) aldım. Böylece o yükten kurtulmuş oldum. Yoksa ömür boyu beni huzursuz edecekti.
M. Sarmış: Çok ilginç gerçekten. Peki, dükkânda ne zamana kadar çalıştınız?
F. Gayberi: Korona salgınına kadar. Yani 2020'ye kadar.
M. Sarmış: Çok da şegirt yetiştirmişsiniz.
F. Gayberi: Çok. Üç dört tanesi mühendis oldu. Kaç tanesi öğretmen oldu. Subay olan var. Başkomser var. Bazen ziyaretime gelen olur. Ara sıra arayanlar olur.
(Röportaj yaptığım haberini sosyal medyada paylaşmıştım; pek çok şegirdi kendisiyle ilgili çok güzel yorumlar yaptılar, bana özel mesajlar gönderdiler. Hepsi kendisini hayırla yad ediyor. Çok Güzel izler bırakmış.)
M. Sarmış: Sosyal hayatınız da devam ediyor tabii.
(Fehmi abi, Urfa ağzını o kadar tatlı konuşuyor ki, bundan sonraki kısmı Latin alfabesinin imkânları dahilinde Urfalıca yazmayı uygun gördüm.)
F. Gayberi: Edidi deyelim. Size eklıma gelen bir hetıremi aynadım. Yaşar Meydancı diye bi arhadaşım var. Daha önce behsetmiştim. Rafı Hefız'ın şegirdi.
M. Sarmış: Hafızlıktan mı, kunduracılıktan mı?
F. Gayberi: İşten şegirdi. Bi gün Yengişehir'den geçiyem, karşılaştıh. Dedim "Nereye bele?" Dedi "Helil Hafız (Uzungöl) çoh heste." "He dedim yav. Hem akrabam, hem babamın dostı." Dedi "Bi de Rafı Hafız. İkisini de ziyarat edecağam." Dedim "Beraber gidah." Tek gidemezdim. Daha eyi oldı. Gettıh ilk önce Helil Hefız'a. Helil Hafız İstambul'da eskerken bazar günü babamı ziyarete gelirdi. Babamdan beraber Bayazıt Camısı'nda Mehmut Kâmıl vardı, merkez veizi, her bazar onu dinlemağa giderlerdi. Konşımızın bi arabası var. Kapısı açıh. Her zaman gidip kornasına basıyam. Ses yapi mehlede. Çocıhlıh işte! Hoşıma gidi. Arabanın sehabı babama deyi ki "Acığ çocığıya söle, yapmasın." Babam da biye kızi tabii. Bi gün babamdan barabar Helil Hefız içeriye girdiler. Hanı kaldığımız tekke var ya! Oradayıh. Bende renk benz kalmadı. Gene kornıya basmışam. Babam beni vuracah, kesin. Helil Hefız benim durımımı gördi. "Fahri abe, bı seferlıh benim hetirim için effet. Bi daha çalmaz." dedi. Beni dayahtan kurtardı. Neyse… Ziyaretine gettıh. Kardaşı Ehmet Hefız (Ahmet Uzungöl) da yanında. O da benim aile arhadaşım. Helil Hefız beni görince "Gel bahım, biye Fehri ağabegimin hediyesi." dedi. Rehetsizdi. Birez hoş beş ettıh. Düasini aldıh. Müsaade istiyip çıhdıh.
Bu sefer Rafı Hefız'ın yanına gettıh. Babamın arkadaşı oldığı üçün tanıyam, ama esas Hz. Aişe Camısı'nı yaparken çoh samimi oldıh. Evlerine varınca "Oo! Gel bahalım Fehmi Efendi." dedi. Elini öptıh. "Ne gezisiz bıralarda?" Dedih "Seni ziyarete geldıh." Dedi "Amma bi tesadüf ha!" Demah, Kurre Mehemet Hefız'ın verdığı icazatnameyi çocıhlara vermiş, ariylar da bulamilarmış. Bizden on beş dekke (dakika) evvel bulınmış. "Ne şanslısız yav! Bele hetıreye denk geldiz." dedi. "Hele durın ohıyım." Açdı. Başladı ohımağa. Rafı Hefız ha! "Kurre Mehemet Hefız… Üstad, Üstad, Üstad… Cenab-ı Peygamber'e geldi. Ondan sonra da Cebrail Aleyhisselam…" Çay için filan dediler, ama biz fazla otırmayıp kahdıh… Neyse… Aradan bi müddet geçdi. Oğlı Bekir sıra arkadaşım. Bi gün dedi ki "Ne adamsız yav!" Henek edi tebii. "Her ola!" dedim. Dedi "O icazatnameyi çaldiz, götirdiz." "Nasıl çaldıh yav? Bizim elimiz bile degmedi. Niye çalıyıh?" Tokani bize. Dedi "O gün siz gettiz, icazatname keyboldı. Arıyıh arıyıh bulamıyıh." Yemin billah etdi. Lo ne biliyem… Heyat bele bi şe işde!"
O ara gelen oğlu Yunus da söze karıştı: Babamın hat çalışmaları da var. Bir ara resim de yapıyordu.
M. Sarmış: Ha, o zaman onlardan da bahsedin. Az önce Behçet Arabî'den söz etmiştiniz. Ondan veya başka birinden ders aldınız mı?
F. Gayberi: Behçet Arabî de babamın dostıdı, gidip gelirdi yanına. Ama benim çalışmalarımın ondan bir elakası yoh. Kimseden ders de almadım. Mıhabbetim vardı. Ele çoh ciddi bir şe değil.
M. Sarmış: Ya resim?
F. Gayberi: Yaptıh bir ara, ama onlar da uyduruh şeler.
Yunus Emre Gayberi: Uyduruk ama arkadaşlarına veriyor. Dükkânlara asılıyor.
F. Gayberi: Mesela bi "Allah" yazmışam. Mehellemizde bir fırıncıya vermişem. Ocağın üstine asmış. Ben unıtmışam. Ele durimış. Sonra birisi bize heber getirdi. Lo aman! Bi hevestir geli geçi. Meslegimiz de o kimin şelere müseit degil.
M. Sarmış: Olsun. Hele esnaf olup da bütün bu gibi işlerin içine girmek başlı başına çok önemli. Artık muhabbetin sonuna geldik. Emeklilikten bu yana neler yapıyorsunuz?
F. Gayberi: Evdeyem. Ayahlarım arği, çıharı çoh çıhamıyam.
M. Sarmış: Peki vakti nasıl geçiriyorsunuz?
F. Gayberi: Kitap ohıyam.
M. Sarmış: En çok ne okuyorsunuz?
F. Gayberi: En çok Kur'an ohıyam. Gazete ohıyam. Milat Gazetesi her gün geli. Köşe yazılarını ohıyam. Dostlar ehbaplar telefon edi. Bele bele vahıt doldıriyıh.
M. Sarmış: Allah sağlık afiyet versin. Her şey için çok teşekkür ederim. Allah razı olsun.
F. Gayberi: Allah sizden de razı olsın.
M. Sarmış: Var mı başka ekleyeceğiniz bir şey? Bitti mi?
F. Gayberi: Bitti.
Sohbetin sonunda hemen yan taraftaki kütüphanesine geçtik. Son yıllarda bir hayli dağıttığı halde epey kitabı vardı. Biraz inceledim. Orada biraz muhabbet ettik. Fehmi abi Mevlana'ya ait olduğunu söylediği bir söz söyledi. "Yazıklar olsun o misafire ki gittiği yere eli boş gide. Yazıklar olsun o ev sahibine ki, gelen misafirini eli boş göndere." Ve bu sözün uygulaması olarak Samiha Ayverdi'nin üç ciltlik "Türk Tarihinde Osmanlı Asırları" kitabı ile hatıra ve makalelerinden oluşan "Bağbozumu" adlı eserini hediye etti. Ben de dersimi aldım tabii. Bereket versin, Fehmi Beyi yakından tanıyan Suphi Bey giderken biraz kurabiye alıp getirmişti. Tekrar görüşmek üzere ayrıldık.
- SON-