Ekimi iple çeken çocuklar, o çocuklar ki`, muhafazakar birer kafes gardiyanı, başkalaşmış gökyüzünün kırmızıya çalan ağlarında takılmış birer kuşkanadı O çocuklar ki günün güneş görmeye yakın saatlerinde belki de ekimden aralık ortasına kadar Florya'da gökyüzünde özgürlük ağını gezdirir.

Toprak üstünde ben, belki varım belki yarım. Yaşlanmış bedenim artık kafesten bir kuş uçurmaya dahi mecalim kalmamış. Daha gün doğmamış, deniz beyaz, ortalık ağardı ağaracak. Yürüyorum eskide kalmış ama kara bıyıkları dudaklarını kaplayan çocuklar arasında.

Her biri yeni bir kalıba bürünmüş. Ellerinde artık ne kafes var ne de dillerinde 'Azat buzat beni cennet kapısında gözet.' Sloganları… Çünkü artık kimsenin kuş azat etmek istemediklerini gördüklerinde çocukluklarına da yabancılaşmışlardı.

Yaklaş be çocuk, yaklaş bana dedim. İhtiyar bir gardiyanım ben. Çok kafes kırıp attım, çok kuş azat ettim. Bir Allah bir de ben cennet kapısına bu kadar yakınız, tanırsın sen beni, en iyi sen bilirsin beni ve Florya'yı.

Florya kül rengidir; karaya çalan, bir serçeden az biraz daha küçüktür. Saka sarıdır, ispinoz, iskete… Daha bir sürü küçücük parlak renkli kuş, göğsü sarıda; sarının en parlağı, en güzelinde. Kırmızısı, kırmızının en yalımında. Yeşili de öyle zifiri karanlıkta parıldayarak gözükür.

Küçücük bir kuş, som mavi gökte uçarken, mavi bir ışık topağı gibi mavisini havada bırakarak, yoğun ışıktan bir çizgi çekerek, yayarak…

Çocuğun çenesi dizleri üzerinde, başı gökte, kulakları bende ama umursamaz bir çehre; belki dargın belki kırgın… Kırgınlığı insanlığa, kuşları azat etmeyen insanlara.

Merhaba çocuk…

Aldırmadı, duymamışçılığa vurdu, yanındaki kafese dayandı, sırtı kabardı kabardı indi. Çelimsiz incecik boynunu azıcık daha içine çekti. Utangaç ince dudakları çatlamış, sıkıntıdan ter içinde kalmış dört parmak etmeyen bedeni.

'Yok bir şey abi.' Dedi. Sonra başını önüne eğdi, yumuşak bir sesle;

Kuşların sert yellerde dikenlere konmalarıyla kalkmaları bir oldu. Ağaçların tepelerini yalayarak, göğün mavisine serpilmiş alacalı lekeler gibi gökyüzünden yiterler. Yazın sarı sarı açan çiçekler arasında saatlerce onları gözlüyorum. Artık Florya da camiler de bir başka. Zaten insanlar bambaşka… Cennet kapısı bugünün insanına bedava abi.

'Haklısın Tuğrul.' Dedim, zaten Tuğrul hep haklıydı. Çocukken de böyleydi beylik lafları vardı. Oysa Tuğrul, kuşlar değişmez, kuşlar alacakaranlık içinde yitip gitmez diyemedim.

İnsanları değil, gökyüzünde ağlara kırmızı kanatlarını bırakmayan kuşları suçluyordu. Kuşkuyla bir bana bir de gökteki kuşlara baktı. Birkaç kafes dolusu kuşla geçinip giden çocuk, şimdi kuşlarda suç buluyordu. Ahiret hayatıyla, dünya arasında seçim yapmış ve kafesi boşaltıp cenneti garantiye almış kadar mutluydu ama gökyüzünde bıraktığı kızıllık kadar hüzünlü., ayrılığın vermiş olduğu tecelli kadar düşünceli…

Bu insanlar değişmiş, yumruklarını sıkıyor, dövüşüyor, barışıyor, sarılıyordu ama kimse gökyüzüne kuş salıvermiyordu.

Tuğrul… Tuğrul sessiz, düşünceli, çocuksu bir suçluluk duygusu. Ekmek parası diyebildi sadece. Azat buzatlık kuşlar ve ekmek parası tıpkı yaşlanmış ben ve yaş almış Tuğrul gibi.

Merhaba Tuğrul…

Ben Tuğrul… Gecenin al rengi gündüzünde uzun uzadıya bir sohbetimiz vardı seninle. Önümüzde bu şehrin acımasızlığını yitirmişliğinin, kendi kendini, insanlığını unutmuşluğunun, çok şeyler kaybetmişliğin bir anıtı.

Ve içimde birisi durup durup gülüyor, küfür gibi, umut gibi, garip bir bekleyiş ağıtı gibi.

'Tuğrul dedim'

Ta ki gökten bir kuş sürüsü geçinceye, dikenlere kuşlar konuncaya ve çocuklar kapanmış ağa doğru sevinç çığlıkları atarak koşuncaya kadar gökten umudunu kesme.