'Vazgeçebilmek bir erdemdir. Evet, bir deli güzel meziyettir ki insan kolay kolay kavrayamaz önemini.
Gençken daha zordur buna vasıl olmak. Ama öyle gençler vardır ki ihtiyarlardan bilgedir, o başka… Geri kalan çoğumuz seneler geçtikçe anlarız vazgeçebilmenin kıymetini. Hayat öğretir bize. Hayat ve bir de kronikleşmiş hatalarımız. Kimilerimiz ise hiçbir zaman öğrenemeyiz ya.
Dersimizi almayız, dün nasıl isek yarın da aynen öyle. Genelde zannediyoruz ki vazgeçmek bir zayıflık belirtisidir. Hatta bir nevi korkaklık, adeta acizlik. Halbuki tam tersidir bence. Ancak kendine güvenen, karakteri sağlam ve komplekslerden arınmış olan insanlar vazgeçmenin erdemine vakıf olabilir.
Şu hayata yaşadığımız sorunların çoğunu vazgeçemediğimiz için yaşıyoruz aslında. Israr ve inat ettiğimiz için. Takıntılarımızdan dolayı. Takıntı ile tutkuyu birbirine karıştırıyoruz sürekli, oysa ne kadar farklılar. Nasıl da zıt?'
Bu sözler ile başlıyordu Elif Şafak 'Vazgeçebilmeye Methiye' adlı uzun yazısına. Ben ise bu methiyenin bilgelikten beli bükülmüş sözler ile dolu kısmına vazgeçmemek için en çok direndiğim zamanlarda karşılaştım. Artık bizi sevmeyen sevgilileri bırakmayı öğretiyordu, bizi mutlu etmeyen yaşantılardan ve hayatımızı çok bilgiç netliklerden kurtarmayı tavsiye ediyordu ve bir çocuk edasıyla 'Artık istemiyorum' demenin doğruluğunu yineliyordu; cümlelerinin kıvrılan ve yavaş yavaş zihnime işleyen kelimeleriyle.
Beni mutsuz eden bazı şeylerden vazgeçebilmeyi en güzel davranışlar arasına koydum sonra, hayır demeyi öğrenmeye çalıştım. Payıma düşene eyvallah demeyi. Eyvallah kelimesinin yüceliğini ve derin anlamını öğrendim. Çalıntı olan hayatımıza zorlukları katmamaya başladım. Ama beni çok mutlu eden davranışlardan vazgeçmeyi de hiç düşünmedim. Mesela Madrid'de bir otelin duvarında levhada yazan 'Şarkı söylemek yasaktır!' sözlerine hiç boyun eğmedim.
Çocukça şarkı söylemeyi birde çocuklarla şarkı söylemeyi hiç bırakmadım. Savaşın olduğu yerlere renk renk balonlar götürmeyi hiç unutmadım tıpkı sahiplerinin yüreği gibi toz tutmuş arabalara, araba camlarına 'Beni yıka' yazmayı unutmadığım gibi. Bu gibi küçük şeyler hayatın umut dolu zevkleriydi; bunlar küçük masum tutkulardı ve yazarında söylediği gibi tutkular ile takıntılar birbirine karıştırılmamalı.
Ben tutkularımdan hiçbir zaman vazgeçmedim sizde vazgeçmeyin. Lakin tutku ile takıntılar arasındaki ince çizginin üstünden de atlamayın. Vazgeçmekten asla korkmayın, sizi acıtan, yolunuzun üstündeki ışıkları kapatan inadınızdan, yani takıntılarınızdan kurtulun, ne diyordu Elif Şafak 'Vazgeçmek bir deli güzel meziyettir.'' Lakin bunu yaparken tutkularınızı da ihmal etmeyin, takıntılarınızdan vazgeçerken de tutkularınızın elinden sıkıca tutun. Tozlanmış arabalara resim çizip yazı yazmaya devam edelim mesela, çocuklar gibi şarkı söylemeye de. O halde bu defa yeryüzü tutkuların mekanı oluncaya dek, korkunun sofrasını terk etmeyi başaralım, acı dolu tokatlar yediğimiz sofradan kalkarken de vazgeçmenin bir deli güzel meziyet olduğunu unutmayalım.