BEŞİNCİ BÖLÜM

Yeniden Topçular Caddesine indim. Millet Hanı'nın bitimindeki 12. Sokak'tan doğuya, aşağıya doğru yürüdüm. Böylece diğer mahallelerde olduğu gibi sokaklar arasındaki hızlı yürüyüşüm başlamış oldu.

Önce bir hususu belirteyim. 2006 yılında çıkarılan 'Adres ve Numaralamaya İlişkin Yönetmelik' gereğince sokakların numaralanmasına Urfa'da Atatürk Mahallesinden başlanıldığı için ilk numaralar bu mahallede yer alıyor. 1. Sokak, Özel meydan Hastanesinin kuzeyindeki sokak.

Ben yürüyüşüme 12. Sokak'tan başlamış oldum. Aslında bu mahalle, diğerlerine göre nispeten bildiğim bir yer. Daha doğrusu öyle sanıyordum. Ara sokaklara dalınca çok da öyle olmadığını fark ettim. Meğer görmediğim ne çok yeri varmış.

Hemen belirteyim Eski Urfa mahalleleri içinde, yeni Urfa'ya ve çarşıya en yakın olduğu için en çok bozulan mahalle burası. Bir kısmını anlattığım, bir kısmını da sırası geldiğinde anlatacağım çok önemli bazı mekanların dışında tarihi dokuya dair hemen hemen hiçbir iz kalmamış. Cadde üzerindeki ve caddelere yakın evler iş yerine çevrilmiş, geride kalanların hemen hemen tamamı betonarme evlerden oluşuyor. Yol üzerlerindekiler birkaç katlı apartman, aradakiler ise tek katlı, küçük avlulu veya üstü kapalı evler. Hemen hepsi eski ve çok yıpranmış. Özellikle aralardaki tek katlı evler tamamen dökülüyor. Sıvalı, sıvasız, boyalı boyasız, taş, briket, çeşit çeşit ama ortaya çıkan şey, çeşitliliğin zenginliği değil, sefaleti. Zaten buralarda yaşayanlar da sefalet derecesinde yoksul olmalı. Pencerelerden sokağa uzatılmış soba boruları ve tüten dumanlar da bu sefaleti gözler önüne seriyor. Urfa'nın bu en merkezi ve en eski mahallelerinden biri, sonradan oluşmuş gecekondu mahallelerinden farksız.

Sokakların hiçbir düzeni yok. Kısa uzun, dar geniş, düz, çapraz, eğri büğrü. Dikkatimi çeken hususlardan biri de, diğer mahallelerde sık sık rastladığım tetirbelerin (çıkmaz sokak) burada hemen hemen hiç olmaması. İki üç tetirbe ancak var. Bu da bozulmanın göstergelerinden biri sanıyorum.

Bu mahalle bu şekilde kendiliğinden iflah olmaz. Er geç 'kentsel dönüşüm' şart. Ne zaman olur, nasıl olur, bilemem, ama mutlaka devlet el atmalı.

Mahalleyi çevreleyen caddeler dışında aradaki yolların bazıları da tamamen çarşıya dönüşmüş durumda. Kuzey güney istikametinde birbirine paralel olarak uzanan Topçular Caddesi ve özellikle de Atatürk Bulvarına yakın 2. Sokak. Topçu Meydanı'ndan Karakoyun İş Merkezine kadar uzanan 2. Sokak, Urfa'nın hırdavatçılık merkezlerinden biri. Boya başta olmak üzere her türlü inşaat malzemesi de bulmak mümkün. Bu yüzden burası Atatürk Bulvarından sonra mahallenin en kalabalık yeri.

Gezdiğim diğer Eski Urfa Mahallelerinde nüfusun yüzde 70 kadarı Suriyeli idi. Burada bu oran sanıyorum yüzde 90'lara çıkıyor. Evler kadar olmasa da iş yerlerinin çoğu da Suriyelilere ait. Ara sokaklarda yürürken en çok onlara rastladım, en çok Arapça konuşulduğunu duydum. Hatta Suriyeli gençlerin duvarlara yazdığı Arapça 'ilan-ı aşk' yazılarına rastladım ki bu da onların burayı artık iyice benimsediğini gösteriyordu. O kadar ki zaman zaman kendimi yabancı gibi hissettim. Fotoğraf çekerken biraz tedirgin olduğumu da itiraf edeyim. Bütün bunları eleştirmek veya şikayet etmek için değil, bir gerçeği tespit için yazma gereği duyuyorum.

Bazı sokaklara girip geri dönerken, bazılarını bitirip bir başkasına geçtim. Oynayan çocuklara rastladım. Her çocuk gibi dünyadan habersizler, masumlar, neşeliler. Kız erkek fark etmez hepsi gözüme çok sevimli görünüyor. Fakat öte yandan yaşadıkları şartlardan dolayı içimde derin bir hüzün var. Hepsi Türkiye'de doğmuş olmalı. Şimdi pek bir şeyin farkında değiller, büyüyünce fark edecekler. Yoksa bana mı öyle geliyor. Nitekim gençlerin de bizim gençlerden pek farkı yok. Giyim kuşamlarına özenliler. Şakalaşıyorlar. Şarkılar mırıldanıyorlar. Keyifleri yerinde gibi. Ancak acaba iç dünyaları da öyle mi? Bunlar Suriye'de doğdular, çocukken buraya geldiler, burada genç oldular. Başlarından kim bilir ne zorluklar geçmiştir. Bütün o olayların bu gençlerin dünyasında kalıcı izler bırakmaması mümkün mü? Çocuk genç hepsi bizim okullara gidiyorlar, bizimkilerle aynı dersleri görüyorlar. Evlerinden aldıkları kültürle okuldan aldıklarını iç dünyalarında nasıl bağdaştırıyorlar? Bağdaştırıyorlar mı? Yoksa sürekli bir çatışma halindeler mi? Yarınlarla ilgili ne gibi idealleri var? Suriye'ye dönük bir idealleri, hayalleri var mı? Yoksa artık yurdumuz burası deyip burada kuracakları hayatı mı hayal ediyorlar? Bizimkilerle ilişkileri nasıl? Çoğunun Türkçe konuşabildiğini biliyorum. Şüphesiz çok önemli ancak yeterli mi? Bir dili konuşmak o dili konuşanlarla iletişim kurmaya yarar ama uyum sağlamak için yeterli olur mu? Ya kadınlar? Onlar ne durumda? Onların geçmişle bağları daha kuvvetli olmalı. Ya gelecekle ilgili düşünceleri nasıl? Ya erkekler? Ya yaşlılar? Soru çok.

Bu ve buna benzer sorular üzerine bilim insanlarının birçok araştırmalar yaptığını duyuyorum, biliyorum. Fakat bilimin esas amacı durum tespitidir. Sorunu tespit etmek, sorunu çözmek anlamına gelmiyor. Öyle görünüyor ki, savaş bitse bile bu sorunlar bitmeyecek. Türkiye'nin, Suriye'nin, bölgenin, hatta bütün dünyanın sorunu olmaya devam edecek. Zaten savaşın da kolay kolay biteceği yok. Barış henüz çok uzak görünüyor.

2. Sokak'tan Topçu Meydanına doğru çıkarken sağda Haliliye Vakfına ait Halliye Apartmanının kesme Urfa taşından büyük ve güzel kapısı dikkat çekiyor. En üstte taş üzerine Fetih Suresinin ilk ayeti kazınmış: '(Resulüm!) Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik'. İki çenetli kapının üstünde de besmele yazılı. Damat Süleyman Paşa Camiinin imamı ve Haliliye Vakfının kurucusu Mustafa Kılıç Hoca vefat edinceye kadar burada ders vermiş, sohbet etmiş.

Sokaktan biraz yukarı çıkınca solda 4. Sokak, çıkmaz sokak. Eskiyle alakası olmadığı için tetirbe diyemiyorum. Önünden geçerken birazcık durma gereği duydum. Çünkü buranın kuzeyindeki apartmanın bende acı bir hatırası var. 1998 veya 99'da, 28 Şubat sürecinin o zorlu günlerinde, şube başkanı olduğum Eğitimciler Birliği Sendikası'nın (Eğitim-Bir-Sen) bürosunu bu apartmanının 2. Katına taşımıştık. Hafta sonları büroyu açar, saatlerce beklerdim. Bazen çok samimi arkadaşlarım uğrardı, sohbet ederdik, dertleşirdik. Dindar muhafazakar kesime ait kuruluşların birer birer levhalarını indirdiği, herkesin beni görünce yolunu değiştirdiği zamanlardı. Başörtülü öğretmenlerle ilgili soruşturma açmayı reddettiğim ve sendika olarak da onların hakkını savunduğum için hakkımda soruşturma açılmış, Fatih Sultan Mehmet İlköğretim Okulu müdürlüğünden alınıp Merkez Ortaokuluna öğretmen olarak verilmiştim. Direniyordum. 'O levhayı indirmeyeceğim' diyordum. İndirmedim de… Ta ki rahmetli Serdar Güllüoğlu gelip devralıncaya kadar. Çok zor günlerdi. Hatırlayınca içim hüzünle doldu. Hüznümün bir sebebi de o günleri yaşayanların bugünkü hali idi. Ve benim yaşadıklarım… Bütün o süreci 'Benim 28 Şubatım' başlığı altında ve 6 bölüm halinde yazıp 2019 yılının mart ayında GAP Gündemi Gazetesinde yayınlamıştım. Şimdi bu fasla girersem çok uzun sürer.

GAP Gündemi demişken... Gazeteci Veysel Polat 'ın İstanbul'dan gelerek kurduğu Urfa'nın en önemli gazetelerinden biri. 15 Mart 1998 yılında yayın hayatına başladı. 28 Şubat'ın en zorlu günleri. O sıralar Fatih Sultan Mehmet İlköğretim Okulu Müdürlüğündeki son günlerim. ( 1 Nisan 1998'de ayrıldım.) Şimdi hatırlamıyorum ne zaman nasıl tanıştığımızı. Gazetenin bürosu geride kalan 7. Sokaktan kuzey batıya doğru çıkan 6. Sokak üzerindeki iki katlı eski bir evin önce alt katında idi, sonra üst kata çıktı. Tanıştıktan sonra Veysel Beyin teklifi ile ben de köşe yazıları yazmaya başladım. İlk tecrübemdi. Yıllarca sürdü. Bazen haftada 3, hatta dört yazım çıkardı. Hemen hemen her konuda. Urfa'daki pek çok yazar arkadaşımız için adeta bir okul görevi gördü. İl Milli Eğitim Müdürlüğüne idareci olarak geçince yazmayı bıraktım. Bir süre sonra tekrar başladım. Tekrar bıraktım, tekrar başladım. Fakat Veysel Bey ve gazete ile ilişkilerimiz hiç kopmadı. Orada çıkan yazılarım çeşitli internet sitelerinde de çıktı ama çok teklif geldiği halde başka bir gazetede yazmadım. Şimdi de ara ara yazmaya devam ediyorum. Fakat artık daha çok sosyal ve kültürel konularda. Sosyal medyada olduğu gibi gazete yazılarımda da özellikle siyasi konulardan uzak duruyorum. Son zamanlarda, bu yürüyüşlerimin verdiği ilhamla Urfa'nın değerleri ve Urfa'ya değer katanlarla ilgili olarak başladığım seri röportajları yayınlıyorum.

Veysel Bey, sonradan gazeteyi buradan taşıdı; birkaç yer dolaştıktan sonra Uçaksavar Kavşağı yakınlarında satın aldığı dairede yayın hayatına devam ediyor. Eskiden çarşıya indiğim hemen her seferinde uğrardım, uzun sohbetlerimiz olurdu. Urfa'nın birçok entelektüel ismi ile orada tanıştım. Son zamanlarda, biraz ben az dışarı çıktığım için, biraz büro sapa kaldığı için, pek az görüşebiliyoruz. Yazılarımı internet ortamında gönderiyorum.

Yoluma devam edip Topçu Meydanı'na kadar yürüdüm. Yol çok kalabalık. Üzerinde her zaman olduğu gibi her türden meyve ve sebzenin satıldığı çok sayıda el arabası dizilmiş. Meydan ve çevresinde görmem ve yazmam gereken çok yer var. Sonraya bıraktım. Geldiğim sokaktan geri döndüm. Şair Nabi Kültür Merkezi'nin kuzeyindeki 9. Sokak'tan Atatürk Bulvarı'na çıktım.

Atatürk Bulvarı'nın eski adı Mustafa Kemal Paşa Caddesi. Urfa mutasarrıfı (valisi) Nusret Bey (1917-1919), şehri kuzeye doğru açmak amacıyla Hacı Kamil Köprüsü'nden başlayıp İpek Yol'a kadar uzanan bu caddeyi açmış ve Çanakkale Savaşındaki rolü sebebiyle Mustafa Kemal Paşa adını vermiş. Yine bu cadde üzerine Mustafa Kemal Paşa Anıt Çeşmesi ve Harb-ı Umumi Şehitleri Anıtı'nı yaptırarak şehrin bu yönde gelişimine katkıda bulunmuş. Daha sonra Ermeni meselesi dolayısıyla idam edilen Şehit Nusret Bey ve Urfa'ya yaptığı hizmetlerden, Cami-i Kebir Mahallesi yürüyüşüm sırasında Şehit Nusret Okulu vesilesi ile uzun uzun söz etmiş olduğum için burada girmiyorum.

Bu caddenin Atatürk Mahallesi tarafında kalan batı cephesi üzerinde zamanla çeşitli binalar yapılmış. Uray oteli ve Uray Sinemasından yazımın başında bahsetmiştim. Devamındaki binaları ancak fotoğraflarına bakarak yazabiliyorum. Sırasıyla Hayati Karakoyunlu Konağı, Vali Konağı ve Ömer Edip Efendi Konağı… Bugün üçü de yok. Hayati Karakoyunlu Konağının yerine bugünkü Kürkçüoğlu İş Hanı, Vali Konağının yerine bugünkü Cebeci İş Hanı, Ömer Edip Efendi Konağının yerine de bugünkü Adil Kürkçüoğlu İş Hanı yapılmıştır. Bunlardan Vali Konağını iyi hatırlıyorum. 'Taş mimarinin apartman tipi yapılara uygulandığı ilk örneklerden olan ve 1900'lerin başlarında inşa edilen üç katlı bu konak 1983 yılına kadar Urfa valilerinin konutu olarak kullanılmış.' (C. Kürkçüoğlu, 'Urfa, Fotoğraflarla Evvel Zaman İçinde', s.309) Yanından geçerken, parmaklarımın üzerinden yükselir taş duvarlarının üzerinden bahçesine ve binaya hayranlıkla bakardım. Bina da, içinde mavi boyalı küçük bir su havuzunun bulunduğu ağaçlarla kaplı bahçesi de çok hoşuma giderdi. Şimdi yerlerinde bulunan ve her tarafı isim ve reklam panoları ile kaplı olan beton yığını sevimsiz yapılara bakınca içim acıyor. İçimde her zaman olduğu gibi kızgınlık, üzüntü ve hüzün duyguları iç içe geçmiş durumda. Yine 'çok yazık olmuş; çok yazık etmişler' diyerek önlerinden yürüyüp geçtim.

Atatürk Bulvarı, şehrin en kalabalık, trafiği en sıkışık yollarından biri. Mahallenin sınırı kuzeyde Şehit Nusret Sokağı. Ötesine genel olarak 'Bahçelievler' diyoruz ama aslında resmiyette üç ayrı mahalle. Atatürk Bulvarı boyunca İpek Yol'a kadar olan kısım Mimar Sinan, onun batı çaprazında uzanan Cengiz Topel, ikisinin ortasındaki de Bahçelievler Mahallesi.

Oralar 1970'lerde iskana açılmış. Urfa'nın ilk betonarme apartmanlarından oluşan mahalleleri. İlk zamanlar, adına yakışır bir şekilde bahçesi olan iki üç katlı evlerden oluşuyordu. Şehrin Batı'ya açılan modern yüzü idi. Yaşayanların yaşamaktan mağrur olduğu, diğerlerinin yaşamak için can attığı bir yerdi. Gerçi 'hayatlı' evlere alışkın olanlar, o kapalı evlere hoş bakmıyordu. Muhafazakar kesim, evlerini, özellikle de balkonlarını mahremiyete uygun bulmadığı için 'bacı-kardaş mahallesi' diye dalga geçiyordu. Fakat zamanla kabullenildi. Çocukken, nadiren de olsa içinden geçerken hayran hayran bakardım evlerine, bahçelerine… Merkez Ortaokulunda öğrenci iken oradan gelen arkadaşlara imrenirdim. Sonra şehir büyüyüp de, daha ötelerde daha büyük daha güzel evler yapılmaya başlanınca, zengin ve duyarlı kesimler o evleri terk etmeye başladılar. Her tarafı işyerlerine dönüştü. Kaldırımlar işgal edildi. Eski bahçeli evler yıkılıp yerlerine kocaman kocaman apartmanlar dikilmeye başlandı. Artık tek bir bahçeli ev bile kalmadı. Şimdi, hem trafik, hem sosyal hayat, hem asayiş açısından şehrin en sorunlu yerlerinden biri. Suriyeliler burada da büyük bir çoğunluğu oluşturuyor.