İKİNCİ BÖLÜM

Damat Süleyman Paşa Camiinin damında iken uzun uzun batısına bitişik Millet Hanını da seyrettim. Zaten buradan göremeseydim, başka türlü görme şansım da olmazdı. Çünkü her tarafı içeriyi göstermeyecek şekilde sac tabakaları ile çevrilmiş.

Millet Hanı, Urfa'nın en büyük hanı, Türkiye'nin de en büyük hanlarından biri. Yaklaşık 17.500 metre karelik muazzam bir alana sahip. İnşa kitabesi olmadığı ve eski kaynaklarda geçmediği için ilk olarak ne zaman, kim tarafından yaptırıldığı kesin olarak bilinmiyor. Ancak 16. Yüzyılda inşa edildiği tahmin ediliyor. Muhtemelen Yavuz Sultan Selim veya Kanuni Sultan Süleyman döneminde. Sur dışında olduğuna göre kervanların şehre girmeden konaklamaları için yapılmış olmalıdır.

Cihat Kürkçüoğlu'nun Urfa müzesinde bulduğu kapı kitabesinden anlaşıldığına göre, zamanla harabeye dönen han, 1249/1833 yılında, devrin hayırsever zenginlerinden 'Meho Beg' tarafından temelden itibaren yeniden yaptırılmıştır. Devrin önemli şairlerinden Sakıb'ın yazdığı kitabede hanın adı 'Han-ı Delilan' olarak geçiyor. 'Delilan', yani 'deliller' (rehberler, kılavuzlar, yol gösterenler). Hacı adaylarına rehberlik yapanlar burada konakladığı için bu isim verilmiştir. Diyarbakır'ın Sur ilçesinde de aynı adı taşıyan bir han bulunmaktadır. O da Kanuni dönemine aittir.

1890'lı yıllarda, yani Sultan İkinci Abdülhamit (1876-1909) zamanında bu han, redif askerlerinin eğitim yeri olarak kullanılması dolayısıyla 'Redif Askeri Şahanesi' olarak anılıyor. Eldeki en eski fotoğrafı da İkinci Abdülhamid'in 1880-1890 yılları arasında çektirdiği 'Yıldız Albümleri'nde yer almaktadır.

Bina, 1900'lerin başında bir süre 'Alman Yetimhanesi' olarak kullanılmış, Alman misyonerler Ermeni yetimlerini bir süre burada barındırmıştır.

Han, 1915 yılında başlayan Ermeni Tehcir'i sırasında doğudan gelen Ermeni kafilelerinin Suriye'ye geçmeden önceki toplanma merkezi olmuştur. Osmanlılarda Hıristiyan tebaya 'millet' denildiği için o tarihten itibaren 'Millet Hanı' olarak anılmaya başlanmıştır.

1940'lardan itibaren süvari kışlası olarak kullanılmaya başlanan han, 1900'lerin sonlarına kadar kışla işlevini sürdürmüştür. Askerler tarafından boşaltılınca bir süre Urfa Belediyesi tarafından odun deposu ve marangozhane olarak kullanılmış, sonra belediye de tek edince han 20 yıl kadar boş kalmış ve kullanılmayan her bina gibi harabeye dönmüştür.

Kesme taslardan inşa edilmiş olan hanın iki avlusu bulunmaktadır. Fotoğraflardan anlaşıldığına göre daha önce iki katlıdır, ancak ikinci katlar zamanla tamamen yıkılmıştır. Üstü toprak damlıdır. Yine fotoğraflardan anlaşıldığına göre, güneybatı köşesindeki kapısının üzerinde bir kitabe ve bunun sağında ve solunda birer aslan kabartması bulunmaktaymış. Ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı bilinmemekle beraber, aslan kabartmaları kazılmış, yukarıda bahsi geçen kitabe de sökülerek Urfa Müzesine kaldırılmıştır.

Vali Muzaffer Dilek, (2001-2003) Millet Hanı'nı, Topkapı Sarayından sonra Türkiye'nin en büyük müzesi ve en büyük kültür merkezine dönüştürmek amacıyla bir çalışma başlatmış, ancak tayini çıkınca proje sürdürülememiştir. Vali Yusuf Yavaşcan (2005-2009) zamanında 2008 yılında, hanla ilgili başka bir çalışmaya girişilmiş; aslına uygun bir şekilde restore edilmesi şartıyla özel bir otelcilik firmasına yap-işlet-devret modeli ile tahsis edilmiştir, fakat bu teşebbüs de sonuçsuz kalmıştır. (Cihat Kürkçüoğlu, 'Urfa Fotoğraflarla Evvel Zaman İçinde', s.197-200)

2014 yılında yapılan İhaleyi alan firma tarafından, beş yıldızlı, 300 yataklı butik otel ve alışveriş merkezi yapılmak üzere restorasyon çalışmalarına başlanılmıştır. Ancak yüzde 60'a yakın kısmı tamamlanmışken, çalışmalar durmuş veya durdurulmuş, karşılıklı bir takım iddialar dolayısıyla konu mahkemeye intikal etmiştir. Aradan geçen uzun yıllara rağmen yeni bir gelişme de söz konusu değildir. Başladığı zaman Urfa kamuoyunda büyük sevince ve heyecana sebep olan girişimin sonucu şimdilik büyük bir hayal kırıklığıdır.

Caminin damından bu devasa hanın içinde bulunduğu hali üzüntüyle seyrettim. Eskiden olduğu gibi bazı bölümleri iki kat olarak restore edilmiş. Avlusu boydan boya kazılmış ve öylece bırakılmış. Şehrin merkezinde, böylesine önemli bir eserin bu halde bırakılmış olması inanılır gibi değil, ama gerçek. Ve çok yazık. Hizmete girse, başta turistik, ekonomik ve istihdam olmak üzere Urfa'ya pek çok bakımdan katkı sağlayacağı kesin. Ama acaba ne zaman?

Askeri kışla olduğu zamanları hayal meyal hatırlıyorum. Batı tarafı hana göre yüksek olduğu için o taraflardan gelirken içini görebiliyorduk. Avluda eğitim gören, dinlenen, o odalara girip çıkan askerler gözümün önüne geldi. Yakından geçerken kulağıma çalınan türküleri… Sonra geriye doğru sardı düşüncelerim. Tehcire tabi Ermenilerin hallerini hayal ettim. Yetimhane olduğu sıralardaki Ermeni çocuklarını, başlarındaki Alman misyonerlerini… Biraz daha eskiye kaydı zihnim. Sultan İkinci Abdülhamid'in redif askerlerini düşündüm… 'Yemen Türküsü'nün 'Kışlanın önünde redif sesi var' mısraı hayallerime ses oldu. İmparatorluğun zor zamanları… Birileri Payitaht'ta siyasi entrikalar peşindeyken, giden ve geri gelmeyen canlar, ana baba kuzuları… Ve hanın, han olduğu zamanlar… Konaklayan kervanlar, devrin kıyafetleri içinde kapıdan girip çıkan yolcular, tüccarlar, içeriye çekilen, dışarıya çıkarılan, yük indirilip yük bindirilen atlar, develer, eşekler… Bu han, yapıldığından bu yana, kimlere sığınak oldu, acı tatlı nelere şahit oldu? Bu tür düşüncelere kapıldığım her seferinde olduğu gibi yine 'Dünya ne garip?' 'Hayat ne acayip?' gibi cümleler geldi dilimin ucuna.

Bana kalsa daha çok oyalanabilirdim ama Ömer Hocanın işi vardır diye uzatmadım. Gösterdiği ilgiye çok teşekkür ederek caminin doğu kapısından çıktım.

Kapının hemen karşısında eski bir Urfa evi var. Geçmişte buraya o kadar gelip gittiğim halde hiç dikkatimi çekmemiş. Bu yürüyüşlerin bana kazandırdığı farklı bakış açısı dolayısıyla daha bir dikkatli bakıyorum. Psikolojideki 'algıda seçicilik'e iyi bir örnek. Düzgün kesme taşlardan yapılmış. Kemerli ve süslü kapısı, ikisi yan taraflarda dördü önde olmak üzere altı penceresi olan çıkması ile çok güzel görünüyor. Çift çenetli siyah boyalı demir kapısının aralığından baktım, avlusu çok kötü görünüyor. Daha sonra çıktığım yan taraftaki apartmandan baktığım zaman hali perişandı. Kuzeyindeki bölüm yine çok güzeldi ama gerisi harap olmuş, çöplüğe dönmüş. Ortasındaki incir ağacı yaşamaya direniyor, ama ne zamana kadar?

Benzer diğer manzaralar karşısında olduğu gibi yine canım sıkıldı, içim acıdı, üzüldüm, hüzünlendim, kızdım. Kimindir? Niçin bu haldedir? Niçin müdahale edilmez? Kendi kendine yıkılıp yok olması mı beklenmektedir? Yıkılsın ki, yerine çok katlı bir işyeri yapılsın diye mi düşünülmektedir? Bir sürü soru. Ancak benim yanımda hiç birinin cevabı yok.

Önce güneye sonra doğuya döndüm. Soldaki Akgöl Apartmanına çıktım. Niyetim ön tarafta, Atatürk Bulvarı üzerinde bulunan inşaat alanını yukarıdan görmek. Tarih boyunca olduğu gibi içinde yaşadığımız zaman diliminde de şehirdeki değişim ve dönüşüm devam ediyor. Bu yürüyüşlere başladığım zaman burada Büyükşehir Belediye binası vardı. Artık yok. Fakat ben biraz daha geriye gitmek istiyorum:

Daha önce burada başka bir bina vardı; vardı diyorum çünkü ben de hatırlıyorum. Binanın inşasına 1917 yılında başlanmış. Osmanlı Devleti'nin son zamanları. Birinci Dünya Savaşı devam ediyor. İktidarda henüz İttihat Terakki Partisi var. Savaşın kaybedilmesi, ülkenin ve Urfa'nın işgali, Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet'in kuruluş sancıları derken ihmal edilen inşaat, 1924-1925 yıllarında ancak tamamlanabilmiş ve otel olarak hizmet vermeye başlamış. Urfa Belediyesi tarafından yaptırıldığı için de 'Uray Oteli' adı verilmiş. 'Uray', o zamanlar Atatürk'ün başlattığı arı dil anlayışı çerçevesinde belediye karşılığı kullanılan bir kelime. 'Uray Oteli', 'Belediye Oteli' demek oluyor.

Otel, 1946 yılından itibaren belediyeye tahsis edilmiş. Önü park olarak düzenlenmiş. Ağaçlandırılmış. Ortasına küçük bir havuz yapılmış. İçerisinde, benim de iyi hatırladığım bir Atatürk Anıtı ve üstünde kocaman, siyah boyalı bir Atatürk büstü vardı. Sonradan öğrendiğime göre Atatürk'ün sağlığında dikilen ilk büstlerdenmiş. Vefatından yedi ay kadar önce dikilmiş. Uzun bir süre belediye tarafından kullanılan o güzelim bina, artık hangi akla hizmetse, 1982 yılında, henüz 12 Eylül darbe yönetimi devam ederken, belediye başkanlığına vekalet eden devrin Vali Yardımcısı Alaeddin Turhan tarafından yıktırılıp yerine beş katlı betonarme bir bina yapılmış. Ben o sıralar üniversite tahsili için Konya'da olduğum için göremedim. 1980'lerin sonuna doğru, eski Valilik binasının önüne yeni bir Atatürk anıtı yapıldığı için o Atatürk büstü de sökülmüş. Bu sefer öğretmen olarak Ankara'da olduğum için o süreci de göremedim. 2011 Yılında Valilik binası yıkılıp yeri meydana çevrilince at üzerindeki o yeni Atatürk heykeli de meydanın gerisine nakledildi. Urfa'da olduğum için onu hatırlıyorum.

Betonarme belediye binasına gelince… Büyükşehir Belediye Başkanlığı, yerini yeşil alan yapmak üzere geçtiğimiz 2021 Mayısında yıktırdı. 39 Yıllık binanın yıkılmasına, israftır diye itiraz edenler de oldu ama kamuoyunda genel olarak olumlu karşılandı. Şimdi etrafı sac levhalarla çevrili. Bir süredir güneyinde inşa edilmeye başlanan bir binanın iskeleti görülüyor. Ve, hani yeşil alan olacaktı, bu da nereden çıktı diye eleştirilere sebep oluyor. Daha önceki kötü tecrübelerden dolayı buraya yönelik de bir endişe var.

Akgöl Apartmanının üçüncü katındaki dairenin kapısını açık görünce içeri girip selam verdim. Meğer kiracılar Suriyeli imiş. Beni çok iyi karşıladılar. Türkçe bilen bir gencin yardımı ile meramımı ifade edince yardımcı oldular. Balkona çıktım ve göreceğimi gördüm. İnşaat devam ediyor. Bu haliyle alanın nasıl bir şekil alacağını anlamam mümkün değil. Umarım, binanın yıkılmasına değecek güzel bir şey ortaya çıkar.

Cumhuriyet'in ilk yıllarında Uray Oteli ile aynı zamanda ve onun hemen kuzeyinde yapılan ikinci bir bina daha var; tiyatro, konser, sinema gibi bir gösteri sanatları salonu. Urfa'nın bu amaçla yapılmış ilk salonu. Cumhuriyet döneminde 'çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak' amacıyla bu tür sanat faaliyetlerine büyük önem verildiği malum.

Uray Oteli ve tiyatro salonu ile ilgili üzerinde durulması gereken bir husus daha var. Adını bilmediğimiz bir Rus ressamın 1934 yılında her iki binaya yaptığı çok güzel resimler… Ressam, otelin merdiven duvarlarını ve odalarını Urfa'yı konu alan yağlıboya resimlerle süslemiş. Tiyatro salonunun tavanına kalem işi süslemeler, yan duvarlarına Rızvaniye Camii ve Urfa Kalesinin, sahnenin yukarısına da Akdeniz ve Karadeniz'in yağlı boya resimlerini yapmış. Aynı ressam, Mevlihane yakınındaki Şemsi Parmaksız Evi'nin odalarından birine de yağlıboya resimler yapmış. Adı ve hayatı hakkında elimizde hiçbir bilgi bulunmayan bu ressamın, daha sonra casus olduğunun anlaşıldığı ve Diyarbakır'da yakalanarak idam edildiği söylenmektedir.

Emekli öğretmen, ressam, şair, bestekar Fuat Usta Kürkçüoğlu 'Urfa Uray Oteli' adlı tarihi romanında o ressamın hayatını kurgulamış ve bilinenden çok farklı bir kahraman portresi çıkarmıştır. Romanda benim için daha önemli olan, tıpkı 'Çapıt Top' romanında olduğu gibi devrin Urfa'sına dair verdiği gerçek bilgilerdir. Hocamızın her iki romanı da yakın tarih araştırmacıları için birer kaynak niteliğindedir. (M. Fuat Kürkçüoğlu, 'Urfa Uray Oteli', Şanlıurfa, 2019)

Uray Salonu sonraki yıllarda Ahmet Naci Türkmen tarafından işletilmeye başlanınca adı 'Türkmen Sineması' olarak değiştirilmiş ve kışlık sinema olarak uzun yıllar faaliyet göstermiştir. Ortaokul yıllarımda, özellikle bayramlarda bu sinemaya çok gitmişliğim vardır. Kartal Tibet'in başrolünde oynadığı 'Tarkan Altın Madalyon', 'Tarkan Kolsuz Kahraman'a Karşı', yine Cüneyt Arkın'ın başrolünde oynadığı 'Fatih'in Fedaisi Kara Murat', 'Battalgazinin İntikamı' gibi tarihi filmleri ilk defa orada ve her birini üst üste birkaç defa izlediğimi hatırlıyorum. Gittiğim zaman film başlayıncaya kadar ve ara verildiği zaman duvarlardaki ve tavandaki resimlere hayranlıkla bakardım. Tarihe ve resme karşı ilgim çok öncelere dayanır, ama belki bu sinema filmleri ve o resimler daha bir beslemiştir, pekiştirmiştir.

Otel binası yıkıldı ama bu salon yıkılmaktan kurtuldu. Ahmet Bahçıvan'ın belediye başkanlığı sırasında (1994-2004) restore edilip 'Şair Nabi Kültür Merkezi' olarak hizmet açıldı. Bu arada o güzelim resimler de kaybolup gitti. Fakat Urfa, o sıralar eksikliğini çok hissettiği güzel bir salona kavuştu. Sonraki yıllarda o salonda birçok programa katıldım, bazılarına dinleyici, bazılarına konuşmacı, bazılarına da başka görevler almış olarak.