Usta yazar Necip Tosun'un öykü kitaplarından biri. İlk baskısı 2014'te Hece Yayınlarından çıkmış. Daha sonra tekrar tekrar basılmış.
Birbirinden güzel 13 öyküden oluşuyor.
Olay değil, durum öyküleri. Hepsinde yaşanmış önemli olaylar var, ancak olayın kendisi değil etkileri, çağrışımları, düşündürdükleri ön planda.
Heyecan yok, ama başlayınca sonunu merak ediyorsunuz. Daha ilk cümlelerden itibaren bir nehir gibi sizi içine çekip akışına kaptırıyor, sürüklüyor.
Hemen hepsinde bir ideale adanmış hayatlar var. Kimi işine, kimi davasına, kimi sevgilisine, kimi hayallerine… O uğurda başka her şeyden vazgeçmişler. Ve hepsinin kahramanları, ileri yaşlarda 'ansızın (gerçek) hayat'la karşılaşıyorlar. Kimi emekli olunca, kimi eski sevgilisinin telefon etmesiyle, kimi annesinin ölüm haberini alınca, kimi kendi ölümü ile karşılaşınca… Şaşırıyorlar, pişmanlıklar, hayal kırkılıkları, üzüntüler yaşıyorlar… Fakat artık çok geç. Iskaladıkları hayata uyum sağlamaları bundan sonra mümkün değil.
Her bir öykü derin bir hüzne sürüklüyor. O atmosfer öylesine sarıp sarmalıyor ki insanı, bir öyküyü bitirince diğerine başlamak hemen mümkün olmuyor; mutlaka bir ara vermek, tabir caizse uzun bir teneffüs yapmak gerekiyor.
Anlatıcı, öykü kahramanlarının hemen yakınında, onları çok iyi tanıyor. Onlar için üzülüyor, onlara acıyor. Fakat öte yandan onları o halleriyle seviyor, dahası imreniyor. Çünkü kendisini onlar gibi bir davaya/ideale adayamamış, kahraman olamamış, sıradan bir insan olarak kalmış.
Necip Tosun meramını tam ifade edebilmek için bazı öykülerinde farklı yollara başvurmuş. Mesela 'Sözcükler'de her bölüm bir 'sözcük'le başlıyor, sonra sözcükler birbirine bağlanıyor. 'Telefon'da öyküyü bir erkek bir kadın, bir erkek bir kadın diye iki kahramanın ağzından dinliyoruz. 'Bekleyiş Fragmanları'nda birbirini tanımayan, öyküleri birbirinden farklı bir kadın, yaşlı bir adam ve bir çocuk 'bekleme' ortak paydasında buluşuyorlar. 'Bahçeler ve Duvarlar'da ise öykünün kahramanı olan gencin gözünden arkadaşlarının öykülerini okuyoruz.
Bazılarında gerçekle hayal birbirine karışıyor. 'Süt Kokusu', 'Karanlıkta Bir Nokta', 'Bugün Geçti mi?' bu türden sonlarla bitiyor.
Öykülerin çoğu dünyadan kopuk küçük bir kasabada geçiyor. Bir tren istasyonu olan küçük bir kasaba bu. Bazılarında mekan deniz kenarında bir yerleşim yeri oluyor.
Güzel tasvirler var. O kasabanın evlerini, bahçelerini, gecesini, gündüzünü, yeryüzünü, gökyüzünü anlatıyor. Hep aynı tür ağaç ve çiçek isimleri geçiyor. Sık sık kar ve yağmur yağıyor. Ve bir balkon var, bir de balkonun paslı demirleri. Kahramanlar sokağa ve hayata genellikle oradan bakıyorlar.
Bu dekor sanıyorum Necip Tosun'un çocukluk ve gençlik yıllarını yaşadığı yerlerden izler taşıyor. Zaten kitapta sık sık çocukluğa, ilk gençlik yıllarına dönüşle karşılaşıyoruz. Zaman da buna uygun; sanıyorum 70'li, 80'li, 90'lı yıllar…
Dil çok güzel, sade, anlaşılır, ama yoğun anlam yüklü. Zaman zaman şiire çok yaklaşıyor. Birçok cümlenin altını çizdim.
'İşte gördün; insan bir sözcüğün anlamını sözlüğe bakarak değil, ancak yaşayarak öğrenirmiş.' (Sözcükler)
'… kitapların içinde hayatı kaybetmişti. Ya da yığdığı kitaplardan hayat gözükmüyordu.' (Hikayenin Çağrısı)
'Yükselmek bir anlamda kirlenmektir' derdi, 'kanatların kir, pas içinde kalır.' (Sessiz Konuşmalar)
'Gitmiş olmakla varmış olmayacaksın, hep bir şeyler eksik kalacak.' (Süt Kokusu)
'Artık anlamıştım, merhamet ve şefkatle bakıldığında iyileşmeyecek yara yoktu.' (Bahçeler ve Duvarlar)
Daha niceleri…
İnsan bazı kitaplar bitince seviniyor, bazıları bitince de üzülüyor. 'Ansızın Hayat' bitince üzüldüklerimden oldu. Necip Tosun'un diğer kitaplarını da okumalıyım diye düşündüm. Hatta bunu bir daha okumalıyım diye…
Bir de geçen baharda 10 günlük bir Balkan gezisinde beraber olduğumuz halde kendisinden yeterince istifade edemediğime üzüldüm.