DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

M. Sarmış: Ninenizden söz etmediniz…

A. Ayoğlu: Benim dört ninem var. Dedem ikisini Harran'dan almış. Dedim ya, hakkında idam fermanı var. Her iki kadın da daha Harran'da iken ölüyor. Her birinden geriye birer oğlu kalıyor. Dedem sonra şehre gelince amcasının kızı ile evlenmiş. O kadıncağız önce başka biri ile evli imiş. Beyi savaşa gitmiş. Huş Savaşı diyorlar.

M. Sarmış: Yemen'de bir kalenin adı Huş.

A. Ayoğlu: Evet, oraya gidiyor, dönmüyor. Dedeme diyorlar ki, "Amcanın kızıdır, ona sahip çık." Dedem "Alırım, ama üstüne evlenirim." demiş. Evlenmiş. Ondan da bir oğlu olmuş. Adını Ahmet koymuşlar. Yani üç hanımından üç üvey oğlu olmuş. Ama lafın gelişi üvey, bizde üveylik yok, özden farksız. O zaman verem çok yaygın. Biri yakalanmış, ondan diğerlerine bulaşmış. Üçü de peş peşe ölmüşler. Verem evleri böyle silip süpürüyormuş. Ahmet çok yakışıklı imiş.

Bu yüzden "Bay Ahmet" derlermiş kendisine. Ölünce adını bana vermişler. Adımın hikâyesi de böyle yani. Ama annesi Ahmet diye çağıramamış, bunun adını "Rami" koyalım demiş. Bizim eski mahallede, ilkokulda herkes bana "Rami" derdi; eski dostlar hâlâ öyle der. Orta amcam da çok zekiymiş. Orta 3'e kadar okumuş, o da veremden ölmüş.

M. Sarmış: Öz nineniz hangisi?

A. Ayoğlu: Dördüncü olan. O da Harranlı. Özyavuzlardan… Dayılarımız şeyhti. Şimdi İmam Bakır'da gömülüdürler. Dediklerine göre, köyde bir yılan gördüklerinde dayılarımız gelir, öldürmeden alıp götürürmüş. Biz gözümüzü açtık, evde iki ninemiz var. Biri Ahmet'in annesi olan Hatice, diğeri öz ninemiz Zekiye. Her ikisini de çok severdik. Hatice ninemizin başka çocuğu olmamış, bütün sevgisini bize vermiş. Öz anne bile çocuklarına öyle bakmaz.

M. Sarmış: Diğer kadınların her birinden birer erkek çocuk olmuş. Peki, babanızla beraber ana baba bir kaç kardeş olmuş?

A. Ayoğlu: İki kız, dört erkek, toplam altı çocuk olmuş. Eskiler hep böyle hocam. Çok evlilik var, üvey kardeşler çok. Bir sürü acı var. Bizimkilerin maddi durumu iyi, ama genelde yoksulluk çok. Savaş var, kıtlık var, açlık var, hastalık var. Kimi savaşa gitmiş gelmemiş. Kimi açlıktan ölmüş. Kimi verem ve benzeri hastalıklardan ölmüş.

M. Sarmış: Hepiniz aynı evde mi yaşıyorsunuz.

A. Ayoğlu: Evet, o bahsettiğim evde. Amcam evli. Halalarım bekâr. Herkesin ayrı bir evi var, yani evin içinde ayrı odası var. Hep beraber yaşıyoruz. Herkes birbirine karşı sevgi ve saygı içinde. Biz sevginin zirvesinde yetiştik. Amcalarımızın, halalarımızın başının üstünde… Şimdiki çocuklar bu sevgiden mahrum.
M. Sarmış: Babanız rahmetli Mehmet Ayoğlu, kaçıncı sırada?
A. Ayoğlu: Ölen üç çocuğu saymazsak ilk sırada. 1928 yılında o evde doğmuş.

M. Sarmış: Onun eğitim durumu ne?
A. Ayoğlu: Hiç okula gitmemiş. Az önce söylediğim gibi, sekiz yaşında iken eniştesi Abdüsselam'ın yanında kuyumculuğa çırak olarak başlamış.

M. Sarmış: Böylece bıraktığımız yere geri dönüyoruz.
A. Ayoğlu: Evet. Ustası Azra Usta. İşi çok iyi biliyor. Mükemmel bir usta. Babamı da mükemmel yetiştirmiş.

M. Sarmış: Dükkânları nerede?
A. Ayoğlu: Yıldız Meydanı'nda Ulu Cami'nin güneyinden aşağıya doğru inerken, tabi yıkılmadan önce, sağda birkaç dükkân aşağıda. Eskiden otel vardı orada, onun iki üç dükkân üstünde.
Daha sonra Abdüsselam Özbay ve Osman Başbuğ da anlaşamayıp ayrılıyorlar. Abdüsselam o dükkânda kalırken, Osman Başbuğ gelip şimdiki Gülizar Konukevi'nin orada başka bir dükkân açıyor. Azra Usta da Abdüsselam Özbay'ın yanında kalıyor. Babam da tabii olarak onlarla beraber. Fakat sonradan Abdüsselam Özbay ve Azra Usta da anlaşamayıp ayrılıyorlar. Babam 17-18 yaşına kadar onun yanında çalışmış. Diyor ki, "Gönlünde, dağarcığında ne varsa bana verdi, bildiği her şeyi, mesleğin bütün inceliklerini bana öğretti." Babam bu işin profesörüydü. Azra Usta bu sefer kendi başına bir işyeri açıyor, üretime başlıyor. Babama "Mesleği sana öğrettim. Gel benimle çalış. Abdüsselam sana ne veriyorsa, ben sana iki katını vereyim." diyor. Babam, "O benim eniştem, ihanet edemem." diyor ve kabul etmiyor. Evlenene kadar orada çalışıyor.

M. Sarmış: Bu arada Azra Usta ne oluyor?

A. Ayoğlu: Bir süre sonra hanımı ölüyor. Kendisi de tekrar geldiği yere, Halep'e dönüyor. Artık bir haber alamıyoruz.

M. Sarmış: Babanızdan devam edelim.

A. Ayoğlu: Dedemin ilk üç oğlunun öldüğünü söylemiştim. Bir an önce torun sahibi olmak istiyor. O yüzden büyük oğlu olan babamı erkenden evlendiriyor. Daha 18 yaşında. Annem de onun yaşıtı. Annemin ismini de söyleyeyim; Ayşe... Babam evlendikten sonra da eniştesinin yanında çalışmaya devam ediyor.

M. Sarmış: O bahsettiğiniz evde yaşıyorlar tabii.

A. Ayoğlu: Tabii. Ev çok büyük. Önce babam evleniyor, ona bir oda veriyorlar. Sonra amcam evleniyor, ona bir oda, sonra öbür amcam evleniyor, ona bir oda… Herkes bir odada yaşıyor.

M. Sarmış: Başta söylemiştiniz, altı kız, bir erkek çocukları oluyor. Yani siz…

A. Ayoğlu: Evet. Önce ablam oluyor. Sonra ben. Dedem erkek çocukları çok seviyor. Ben olunca çok seviniyor. Babamın önünde kasasını açıp altınları çıkarıyor. "Hadi gidip kuyumcu dükkânı açın." diyor. Bir küçük amcamı da yanına veriyor. Onlar da gidip Abdüsselam eniştenin dükkânının karşı tarafında kendi dükkânlarını açıyorlar. O zaman İş Bankası orada idi. Dükkânları onun üst tarafında. Ben yetiştim oraya. İki gözlü idi. Bir gözünde imalat yapılıyor, bir bölümünde ise satış yapılıyor.
Sonra Vali Kadri Eroğan yol açmak için oraları yıkıyor. 1958 olması lazım.

M. Sarmış: Biliyorum. Kadri Eroğan 1957-59 yılları arasında valilik yapmış. O yolu açmak için de çok değerli binaları yıktırmış. Yıldız Hamamı da bunlardan biri.

A. Ayoğlu: Evet. Babamın dükkânı da yıkılıyor o zaman. İşleri gayet iyi giderken dükkânı yıkılınca babamın morali bozuluyor. O zaman oralar çok kıymetli. Dükkân bulmak mucize gibi. O yüzden babam, aşağıda, Abdülvahit Hoca Camii'nin yerinde bir han var, orada bir dükkân alıyor ve yalnızca imalat yapmaya başlıyor. Daha sonra Eski Mevlevihane'nin bulunduğu caddenin üzerinde bir dükkân tutuyor. Orada epey bir müddet kaldıktan sonra, şimdi bulunduğumuz yerden on dükkân aşağıda bulunan yere geliyor. Arkada imalat var, önde satış. İşte ben o sırada 14-15 yaşındayken kendisine yardım etmeye başladım. İmalatta değil, satışta… 1981 yılında da babam dükkânı tamamen bana bıraktı. Yirmi sekiz yaşındaydım.

M. Sarmış: O kısmı sohbetimizin başında anlatmıştınız.

A. Ayoğlu: Evet. O sırada Urfa Lisesinde müdür yardımcısıyım. İdarecilik bütün zamanımı alıyor. Bunun üzerine tayinimi Cumhuriyet Ortaokuluna aldırdım. Bir, bir buçuk yıl kadar da o şekilde sürdürdüm. Baktım işlerimiz çok iyi gidiyor. Bunda öğretmenlikte edindiğim tecrübenin ve çevrenin çok etkisi var. İyi bir öğretmenlik hayatı geçirmem, samimi dostluklar kurmam, öğrencilerle aramın iyi olması, bütün bunların hepsinin etkisi var. İşlerimiz rast gitti. Ama baktım ki öğretmenlikle beraber sürdüremiyorum. Babama dedim ki "Ben istifa edeceğim." Babam rıza göstermedi. Öğretmenlik çok kıymetli o zaman. Babama karşı gelemedim. Bir sene direndim. Fakat çok zor. Sabah saat 06.00'da okula git. 11.00'de oradan çıkıp dükkâna koş. Gece de gidip Antep'ten altın getiriyorum. Saat 01.00'de yatağa girdiğim zaman mecal kalmamış. Baktım çok yıpranıyorum. Babamdan gizli istifa ettim. İki üç yıl haber vermedim. Saat 09.00'da okuldan geliyormuş gibi dükkâna gittim. Sonra öğrendi tabii. Üzüldü, ama yapılacak bir şey yok. O gün bugündür devam ediyorum.