İKİNCİ BÖLÜM

M. Sarmış: Şimdi babanıza geçmeden önce biraz kuyumculuktan söz edelim. Kuyum, kuyumculuk ve sarraflık… Pek kullanılmıyor ama, kuyum, altının işlenmesine, kuyumculuksa onun pazarlama işlerine deniliyor diye biliyorum.
A. Ayoğlu: Bizim literatürümüzde kuyum yoktur, genel olarak kuyumculuk deriz. Bir imalat yeri vardır, bir de satış yeri. Sarraflık ise 24 ayar "has" yani işlenmemiş altın ile altın liranın alım satımına ve değiş tokuşuna denir.

M. Sarmış: Gerçi erkekler de kullanıyor, ama çok çok az. Kuyumcuların ürettiği ürünlerin nerdeyse tamamı kadınların süs için kullandığı takılar. Gelmeden önce biraz araştırdım. Kadınların takı merakı binlerce yıl öncesine dayanıyor. Aslında varoluşlarının başlangıcına kadar demek lazım. Yıllar önce Ankara'daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne gittiğim zaman, vitrinlerdeki süs eşyaları dikkatimi çekmişti. Renkli taşlardan yapılmış çeşit çeşit bilezik, kolye, yüzük… Demek ki insanoğlu daha madeni kullanmadan önce kadınlar süs eşyaları kullanmaya başlamış. Hayatın o kadar zor ve o kadar basit olduğu dönemlerde bile… Fıtratları öyle demek ki!

Urfa yöresinde de durum değişmiyor. Geçmişi binlerce yıl öncesine kadar çıkan, Neolitik ve Tunç çağlarına kadar uzanan yerleşim yerlerinde kemik ve renkli taşlardan yapılmış değişik takı örneklerine rastlanılmış.

İleride altın ve diğer madenler, tabii elmas, zümrüt, yakut gibi taşlar bulununca bu takı işleri gittikçe gelişmiş. Erkekler altına ve diğer değerli maden ve taşlara sahip olmayı zengin ve güçlü olmak ve tabii diğer insanlara hükmetmek için isterken, kadınlar daha çok süs için tercih etmişler.

A. Ayoğlu: Haklısınız. Bunları söylemeniz de, bir kuyumcu olarak benim için iyi oldu. Ben de büyüklerimizden duymuştum, bizzat da şahit oldum. Bizim eski yaşlı kuşaklar öldüğünde, en fakirinin kesesinden bile sekiz on tane Reşat altını çıkardı. Buna da "körlük-kefenlik" derlerdi.

M. Sarmış: Evet. O deyimi eskiden ben de duyardım. Fakat her zaman öyle masum değil. Maalesef, eskiden beri erkeklerin bu zenginlik ve güç hırsı, kadınların da bu süs merakı uğruna çok çok kavgalar olmuş, hatta savaşlar çıkmış. Çok canlar yanmış, Aslında bugün de öyle değil mi? Her gün meydana gelen bir sürü olayın sebebi de bu değil mi? Dünya devletlerinin ve uluslararası güçlerin sonu gelmez kavgasının sebebi yine bu para, altın ve güç arzusu değil mi?

Neyse, konumuz o değil. Biz bir meslek olarak kuyumculuğu konuşacağız.
Gerek İslam dünyasında, gerekse bu arada Osmanlı Devletinde ve Urfa'da bu kuyumculuk işleri ile gayrimüslimler uğraşmışlar. Özellikle Yahudiler…

A. Ayoğlu: Yahudiler, daha çok işin sarraflık bölümüyle uğraşmışlar. Esas sanat kısmı ile Ermeniler ve Süryaniler uğraşmış. Yahudiler bir de mücevher işiyle uğraşmışlar. Yani elmas, yakut, zümrüt gibi değerli taşlarla… Biliyorsunuz Urfa'da kadın takılarına genel olarak hışır deniliyor.

M. Sarmış: Evet, tabii, iyi hatırlattınız. Son zamanlarda pek duymuyorum ama eskiden çok kullanılırdı. Bu hışır işi, yani kuyumculuk ve sarraflık işleri, en azından yakın tarihimizde ne durumda?

A. Ayoğlu: Bilirsiniz Urfa merkeze oldukça uzak bir yer. Birecik Köprüsü yokken İstanbul'un nimetlerinin Urfa'ya ulaşması da çok geç olurdu. Sarraflık ve kuyumculuk da bu yüzden Urfa'ya çok geç ulaşmıştır. O zamana kadar bu ihtiyaç civar illerden, özellikle de Antep'ten karşılanırmış. Babamdan duyduğuma göre bundan 80 sene kadar evvel lakabı "Lort Osman" olan bir zat, dışarıda gördüğü sektörü Urfa'ya taşımış. Tenekeci Pazarında sarraflık yapmaya başlamış. Dükkânında Osmanlı'dan kalan altın liraların alış verişi, değiş tokuşu, bozdurulması gibi işlerle uğraşırmış. Mesleğinden dolayı "Kuyumcu" soyadını almış. Çocukları, torunları çoktur. Ahbabız, kirveleriyim.

M. Sarmış: Eskilerin kullandığı bir "madeniye" tabiri var. Ne demek?

A. Ayoğlu: Eskiden Urfa'da altın liraya "madeniye" denirdi. Madenden kasıt altın. Bu paralar, Aziz, Hamit, Reşat gibi, bastırıldığı padişahın adı ile anılırdı. Bir de Osmanlı'nın son zamanlarında çıkarılan "Elgazi" diye başka bir altın var.
Onu da Sultan Reşat son üç yılında çıkarmış. Bir savaşı kazanıp gazi olduğu için "Reşat el-Gazi" adı verilmiş. Kısaca "Elgazi" deniliyor. (Kesin bilmiyorum, ama söz konusu savaşın Çanakkale Savaşı olduğunu tahmin ediyorum. M. S.) Ben bu dört altın parayı da gördüm. Alıp sattım.

Daha eskileri de var. Mesela Sultan İkinci Mahmut adına çıkarılan altın lira var. "Mahmudiye" deniliyor. 23,5 ayarında. Hem para olarak kullanılmış, hem kor haline getirilip takı olarak kullanılmış. İyi hatırlıyorum, bir zincirin üzerine dizilir, kadınlar boynuna taktığı zaman dizlerine kadar inerdi. Mahmudiye liralar çok değerli imiş. İstanbul'da Altın ve Para Piyasaları Uzmanı Mehmet Ali Yıldırımtürk yakın dostumdur.

Ondan öğrendiğime göre Mahmudiye piyasaya çıkınca Suriyeli bir Yahudi sarraf onun sahtesini yapmış; bunun üzerine Sultan Mahmut Mahmudiyelerin hepsini piyasadan toplatmış. Sultan Mahmut'un oğlu Abdülmecit adına da altın çıkarılmış. Ona da "Mecidiye" deniliyor. Mecidiye'nin altını da var gümüşü de var. Mecidiye denilince akla daha çok gümüş para gelir.

Aklıma gelmişken bir de çocukların başına taktıkları küçük, ince, ayarı düşük bir altın vardı. Ona da "gaziya" denirdi.

Eskiden büyük alış verişler daha çok altın para ile yapılırdı. Büyüklerimizden duyardık; "Falan evi 200 madeniyeye aldık, filan bağı 500 madeniyeye aldık." gibi… Reşat altını 7 gram 20 santimdir. Beş tanesi birleşince "beşi bir yerde" oluyor. İki buçuk tane olunca, adı "iki buçukluk" oluyor.

M. Sarmış: Ne güzel! Daha ben sormadan birçok önemli bilgiyi verdiniz.