Uzayıp giden bir yol var önümde. Ve baktıkça yol daha da karmaşık bir hale geliyor, duyuyorum bütün zerrelerimle. Yoldayım, gidiyorum ve fakat bir yere varamıyorum. Adım attıkça boşluğa düşer gibiyim. Gidemiyorum, yetişemiyorum, bitmiyor bir türlü bu yol. İçimdeki tek istek bu belki de: Bir yere varmamak/varamamak. Çünkü biten her şey bir yara açıyor gönlümde. Biten her şey bir acı, biten her şey derin bir ızdırap oluyor içimde.

Öyle uzasın, öyle uzasın istiyorum ki yolun; ben gittikçe aradaki bu mesafeler arttıkça artsın önüm sıra. Ve yol uzadıkça daha bir hayatın kalbine gittiğimi, daha bir yaklaştığımı hissedeyim. O upuzun sonsuzluğa…

Ben gidiyorum ve hayat bana doğru, içime içime geldikçe geliyor, duyuyorum. Ben gidiyorum ve bir yaşamak serpiliyor üzerime, bir yaşamak içimden geçiyor. Ben gidiyorum ve kupkuru bir yalnızlık kalıyor öylece elimde. Gölgemin gölgesinde.

Belki de bu yüzden, sırf bu yüzden tutkunum gökyüzüne. Aya, güneşe, yıldızlara tutkunum. Sırf bu yüzden tutkunum okyanuslara, denize, rüzgara. Geceye tutkunum mesela, sabaha, uzaklara. Çünkü herhangi bir son yok onlarda. Ben bakınca uzuyor sanki masmavi gök, güneş ve yıldızlar daha bir parlıyor. Ben bakınca lacivert deniz alabildiğine derinleşiyor, okyanuslar zümrüt yeşiline bürünüyor ansızın. Rüzgarlar kimsesiz sokak çocuklarının saçlarında sonsuz bir hayat buluyor ben bakınca. Bir sona varamıyorum onlarda. Belki de bu yüzden meftunum toprağa, yağmura, ağaca. Edebiyata ve şiire meftunum belki de sırf bu yüzden.

Biten her şey daraltıyor beni, kastıkça kasıyor o kendi ücramda bekleyen ruhumu. Hayat bile olsa bu, kasılıyorum, gece bile olsa. Tutup çekmeliyim şimdi damarlarımı onun kollarından, diyorum. Sonsuzluğa uzanmalıyım. Sonsuzluğa, dipsiz kuyulara. Geceyi tutamazsam ellerimle, sevdiğimin gözlerinde bulamazsam sonsuzluğu, onun sözleri savurmasa beni derinliğimin ıssız köşelerine, yaşayamam bağrında karanlığın.

Ben giderim şimdi ve yollar dökülür önüm sıra. Sevdiğimin bedeninden ayrıldıkça, araya kilometreler yayıldıkça, geceler gündüzlere, aylar yıllara evirildikçe ve zaman bir kale gibi devrildikçe daha iyi anlarım o kopkoyu boşlukta kendimi. Kendimi bırakırım kalın ve zifiri ve sonsuz bir gökyüzüne. Kaybolurum birden. Kendimden bile kaybolurum. Hayat bildiğim ve ince kurgularla çizdiğim sonsuz hayallerde kaybolurum, bulamam kendimi. Kızımın kara kalemle çizdiği resimde bulurum ya da kendimi. Ya da bir kadınının sonsuz ve derin bakışlarında, dalga dalga savrulan saçlarında, ılık teninin sonsuz yalnızlığında bulurum kendimi.

Uzayıp giden bir yol var şimdi önümde. Görüyorum. Duyuyorum damarlarımda. Sonu olan, biten bu hayatlarda uzun bir yol. Arayana. Aramak cehdiyle ayağa kalkana. Toparlanana. Bulana/bulabilene. Yol alana bir yol var önü sıra. Uzayıp giden upuzun bir yol.