Bülbülün altın kafeste rahatsızlığını bilmeyen var mı? Özügür biçimde kendisine vatan bildiği kayalıklarda, tepelerin yamaçlarında bülbülün uçması, bir bahçenin köşesinde kendi halinde yetişen dikenli güle hasretini şakıması, dünyaya bedeldir. Kalkıp bülbülü altın kafese hapsedip, ondan nağmeler dinleme, ehl-i insafın yapacağı bir iş değildir, bu mantığa mugayyir durumdur.
Altın kafeste tutulmanın bedelini hüzünlü nağmelerle dile getiren bülbül, kendi dilinden anlamayanlara hoş zaman mı geçirtir yoksa kendi içinde yanıp tutuşan, yüreğinde fırtınalar kopartan, zelzelelerin enkazına ağıt düzen, mersiyeler yakan ve kahrolan yapıda özügürlüğün bir dakikasına hasret çeken yapısıyla feryad ve figan kopartmaktadır.
Sağır olan kulaklar duymaz mı, bülbülün inleyişini?
Gören gözler, hasret çektiği coğrafyayı ne zamana kadar görmezlikten gelecek?
Fikrettiğini zannedenler, ne vakte kadar akıllarını başına alacak?
O, herkesin gözü, dili ve kulağı olmak adına iç parçalatan nağmeleri ile dirilişin özünü belirtirken, ömrünü adadığı bu yolda yalnızlığın çelik kollarında sadece sahibine sırtını dayayan ve O'ndan yardım isteyen, O'nun dediğiyle kendisini sorumlu kılan, bu mükellefiyet şuuruyla hareket eden, Hemşehrimiz, Üstadımız Sezai Karakoç, asrımızın idealini yansıtan Diriliş Fikriyatının hem mimarıdır, hem hizmetkarıdır, hem tebliğcisidir hem uygulayıcısıdır.
Sanatın, edebiyatın her alanında eser vererek fikir dünyasını Diriliş üzerine bina eden Karakoç, ideal bir toplumun, dünyanın ihtiyacı olan bilgiyi, erdemi siyasa, iktisad, sosyoloji, felsefe, psikoloji, inanç alanında bir araya eserleriyle getirmiş ve bu kararlılıkla hayatın her alanında ihtiyaç duyulacak tarzda meselelere çözüm kaynağını göstermiştir.
Diriliş fikriyatının gelenekten beslenen kaynaklarını mütekamil biçimde değerlendiren ve insanlığa içine düştüğü açmaza yol ve yön gösteren Karakoç, Osmanlı'dan bugüne gelen çizgide Mehmed Âkif'in takipçisi, Büyük Doğu'nun izleyicisi ve Diriliş Fikriyatının remz şahsiyetidir.
Şiirindeki ustalığını inkar etmeyenlerin yazılarına karşı sessizliği ve doktrin haline getirdiği Diriliş'e yabancılığı, kendisinin değerinden bir şey kaybettirmezken, çağın filozoflarını geride bıraktıran düşünce alanındaki verimliliği, meselelere çözüm bulmadaki pratikliği, medeniyete endekslenen hareketliliği, gençlik üzerindeki mesajları, hayata dair bakışı ve inancından yana taviz vermemişliği, dünyada hiçbir zaman kulların karşısında eğilmez tavrı, yoklukta da varlıkta da değişmeyen duruşu, dünyalık peşinde koşmayışı, bundan kendisini uzak tutması, tasavvufî bakışındaki canlılığı, dünya siyasasına dair tespitleri, yaşadığımız coğrafyaya dair oynanan oyunları çözmedeki mahareti, İslam Dünyası'nı birleştirici yönü olmak üzere ilim ve irfan dünyamızın yaşayan en önemli isimlerinin arasında baş sıralarda yer alır.
Ne sağın ne solun tavrını benimser. O, İslam medeniyetine bağlılığını Diriliş ile ızhar eder. Diriliş, onun için çağa karşı kıyamdır. Diriliş kendisi için olmazsa olmazdandır. Diriliş, İslam Coğrafyasında ümmet anlayışını ortadan kaldırmakla kendisini mükellef bilenlere karşı var olmanın ismidir, edebiyat, sanat, düşünce planında.O, münbit fikir sağnağından geçrimek ister, kendisini okuyanı ve Dirilişle tanışmasını ister. O, Diriliş ki gerçek planda ismi inançtır, gelenektir, medeniyettir. ilimdir, irfandır, cehennemden cennete kaçışın ve huzurun gerçek adresidir.
Diyarbakır ile haşır-neşr olan, bu konuda kendince bir mesafe katteden, öyle tanıtılan ve benimsenen biri olarak, Diriliş Mimarı'nın kendi şehrinde son yıllarda devamlı biçimde tanınması ve tanıtılması, geç kalmış bir ameliye olsa bile sevindiricidir. Hakkında ilk kez düzenlenen etkinlik için şahsıyla konuşmamızda şartların memleketine gelmesi için müsaid olmadığını belirtmişti, seneler önce.
Memleketinde ismi önce bir bulvara verildi. Sonrasında Anadolu Lisesi'ne, Ergani'de bir ilköğretim okuluna, şimdi de Ergani'de 'Hükümet Konağı' olarak kullanılmış taş yapının girişinde ismine düzenlenmiş müzeye.
Memleketi üzerinde yazacak ne vardır? Karakoç'un yazılarında, konuşmalarında ve şiirlerinde Diyarbakır'ı, Memleketini başka bir makale konusu olarak sunsak!...
Eliniz uzansın kitaplarına ve bu memleketine olan hasreti, dizelerinde okusanız, yazılarında görseniz ve konuşmalarında Diyarbekir'e, Dicle'ye, Zülkifl Makamı'na, Ergani'ye verdiği önemi, ehemmiyeti kendi sesinden dinleseniz, jestiyle mimiğiyle görseniz...
Sezai Ağabeyi, Üstadımızı memleketinde bir gün görme isteğimiz gittikçe artarken, bakarsınız daha önceleri sessiz sedasız Ergani'ye gelişleri gibi olur. Kimse duymadan memleketini dolaşmış, habersiz şekilde Zülkifl Makamı'nda Taha ile buluşarak, Hızırla Kırk Saat'in verdiği hazzı yenilemiş biçimde Yitik Cennet'in peşinde, Diriliş'e yeni boyutlar getirmiştir.
Sezai Karakoç Üstadımızı memleketinde görmek, şehrinde ağırlamak bizim için bir mutluluktur, kıvançtır, hayallerimizin gerçekleşmesidir, kısacası.
Sezai Ağabey, memleketine gelmek istemez mi?
Çocukluğunun geçtiği Gülbaran'ı hatırlamak, hatıralarının yeniden canlanmasını istemez mi?
Alî Dağı'nın, Sakız Dağı'nın eteklerini seyre dalmaz mı?
İsminin verildiği okullara ziyareti gerçekleştirmez mi?
Sezai Karakoç Üstadımız, gelirken biz kendisini karşılamaya üşenir miyiz?
Bu satırları kaleme alırken yanaklarımızın ıslaklığını dile getirmemiz, riya sayılır mı?
Kendisini sevenlere kendisi gelemezse onları yanına çağıramaz mı?
Âşık olan nasıl uslanmayı bilmez ise biz, kendisine belli etmeden kendisini sevdiğimizi nasıl saklarız?
Sezai Karakoç Üstadımız, gelirken Ulu Camii duvarlarına sinmiş sesleri duymak istemez mi?
Akrebin nakşedildiği, sıcaktan her yerin adeta yandığı şehirde yükselen Diyarbekir Kalesi'ne dünya gözüyle bir daha bakmak istemez mi?
İhtişamlı burçlara nakşedilmiş kitabelere bakarken, Dicle'nin nazlı gelin gibi süzülüşünü bedenden seyrederken Kırklar Dağı'na bakmaz mı?
Sezai Karakoç Üstadımız, pervanenin şem etrafında dönüp dönüp kendisini yakma sırrını bilmez mi?
Kendisini dört gözle beleyen sevenlerinin varlığını bilmez mi?
Yüreğimizden kopan çığlığı bağrımızda sessizliğe döndürürken, ne kadar acı çektiğimizi, ıstıraba katlandığımızı hissetmez mi?
Hicretin bu denli uzun olmamalıydı, Üstadım!.. Hicret, tekrar dönmek için değil midir? Vuslat, neden gerçekleşmez, senelerdir?
Diriliş esintilerini taşıyan memleketin, seni hasretle bağrına basmak isterken uzak duruşunun seni de üzdüğünü bilmez miyiz?
Herşey aid olduğu yere döner. Eşyanın tabiatında bu yok mudur?
Bizi bu denli bekletmenizin manasını idrak etmekten uzak olan benliğimiz, sensizliğin verdiği gamla daha hüzünlenmektedir.
Üstadım, memleketinde seni bir kez olsun görmek isteğini bize çok görmeyiniz...
Gelmeyeceğinizi bilsek bile gönlümüz bu isteği tekrarlamaktan, yinelemekten kendini alamıyor, parça bütünle birleşmelidir, gönlümüz bunu arzuluyor.
Mecnunun Leyla için çektiği acıyı, katlandığı sıkıntıları sizden öğrendik, yazdıklarınızdan ezberledik. Biz, bu satırları kaleme alırken, isteğimizi geri çevirmeniz, bizim daha çok yazmamıza sebebiyet verecektir. Hangi Mahbûb, sevenini kendisinden uzak tutar? Nar-ı hicre dayanamayan hûn dolu yüreğimizde Dirilişten başka bir şeyler yoktur, bilesiniz.
Yazacak o kadar şey vardır ki ancak sizinle memleketinizde, memleketimizde buluşunca Şems'in Mevlana'ya nazarı misali, hasretimiz diner. Belki size bir söz söyleme takatimiz kalmaz, sevincimizden. Başımız önümüze eğik, mahcubiyet içinde bırakırsınız bizi.
Üstadım, artık gelmez misiniz, memleketinize?
Kuruyan, hasretle bekleyen çiçeğe can suyu olmak istemez misiniz?
Bizim mekanımızı şereflendirmeniz, dünyaları bahşetmekle müsavîdir.
Bir nazarınıza muhtaç olan benliğimiz, içinde taşıdığı hasretin önüne sed çekmekten yorgun düştü.
Seni bekliyoruz, İstanbul'un beklediği gibi. Seni arzuluyor, memleketin.
'En az her ilçede, her beldede bir Diriliş eri vardır.' demiştiniz, bir yazınızda. Bulunduğumuz şehirde sizi bekleyenler, çoğaldı. Hala gelmez misiniz?
Her zaman 'Selam Olsun!.. Size Selam!..' ile başlayan Diriliş Mimarı'na ve çizgisini ısrarla sürdürenlere bizden de tekrar selam olsun!..
Selamınızı almak için memleketinizde bekleyen bizi, neden yalnız bırakırsınız?
Üstadım, sesimizi duymak istemiyor musunuz?
Biz, sizi görmeden O'nun rızasına tabiî olduğunuz için Sizi sevdik, Sizi sevmeye devam edeceğiz.
üstadım, çağrımıza, davetimize icabet sünnettir. Ne zaman memleketinize geleceksiniz, bizi sevindireceksiniz?