M. Sarmış: Peki, konu buraya gelmişken sorayım: Sizin bir tarikat bağlantınız var mı?
Y. Demirkol: Yok.

M. Sarmış: Behçet Arabî ile tanıştınız mı?

Y. Demirkol: Ona da Rızvaniye'de bir oda tahsis edilmişti. O zaman o odalara rağbet yoktu. Vakıflar bakmıyordu. Hepsi harabeydi. Behçet Arabî orada hat çalışırdı. Sonra bir takvim hazırladı. Bastılar, ama adama bir şey vermediler. Bir de askerliğini Birinci Cihan Harbinde Medine'de yapmış. Efendimizin Kubbe-i Hadra'sına yazı yazmış.

M. Sarmış: O konuyu biraz biliyorum. Askerliğini katip olarak yapmış. Bu arada hat çalışmaları da yapıyormuş. Kubbe-i Hadra'ya Şair Nabi'nin "Sakın terk-i edepten…" diye başlayan naatını yazmış.
Y. Demirkol: Doğrudur.
M. Sarmış: Kendisiyle tanıştınız mı diye sormuştum.
Y. Demirkol: O beni tanımıyor, ama ben onu tanıyorum. Emniyet Caddesi üzerinde bir manifaturacı var. Onun öz torunudur.

M. Sarmış: Onu bilmiyorum ama başka akrabalarıyla, torunlarıyla tanıştık. Bir de Rafi Hoca var. Rafi Görgün. Behçet Arabî'nin de akrabası. Onu tanıyor musunuz?

Y. Demirkol: Memlekete çok hizmet eden bir adam. 50-60 camiyi tamir ettirdi. Yenilerini yaptı. Urfa İmam Hatip Lisesini açtı. Çok emeği var.

M. Sarmış: Bir de Hacı Müslüm Hafız var. Dergâh Camiine çok hizmeti geçmiş. Rafi Hafız'ın da hocası. Zaten eski camileri alıp tamir etme işini o başlatmış, kendisinden sonra da Rafi Hafız'a görev vermiş.

Y. Demirkol: Çadırcılardandır. Mübarek bir adamdır. Evliyadır. Türbesi Harrankapı'dadır. Gidersen görürsün, yemyeşildir…

M. Sarmış: Biliyorum. Ziyaret etmiştim.

Y. Demirkol: Çadırcılar Şeddadî Aşiretindendir. Sahabeden İbn Şeddad'ın soyundan gelirler. Şeddad bin Evs… Medineli, yani ensar… İbn Şeddad bir gün Peygamber Efendimize diyor ki "Bu dünya bana dar geliyor. Bir de Şeddadiler  var. "Şeddadiler" diye bir kitap çıktı. Ne kadar ilmîdir, bilmiyorum. Doğu Anadolu'nun kuzeyinde, Kars taraflarında bir beylik kurmuşlar. Selçuklularla, Ermeniler arasında tampon. İki tane büyük komutan yetişmiş. İki kardeş. Hem komutan, hem dünya çapında âlimler. Eserleri Türkçeye henüz çevrilmemiş. Öyle bir kişi çeviremez. Bir ekip lazım. Selahaddin Eyyubi ile dostlar, ama akrabalıkları yok. Selahaddin Eyyubî de Tigritli bir Kürttür. Tigrit Irak'ın bir şehri. Saddam Hüseyin de oralıdır.

Buluntu Hocayı da hatırlıyorum. Ata binerdi. Herrahman'a gelirdi. İkinci katta odası vardı. Arap Hoca ve Derviş Hoca da dostumuzdu. Şu Bediüzzaman Mezarlığının kapısından girince az sonra karşına çıkar: İbrahim Ethem… Şapkadan dolayı 22 yaşında asılmış. Ankara Lisesi mezunu. 22 yaşında İstanbul vaizi. Onun sol tarafında Molla Hamid'in mezarı var. Evleri de sanıyorum Büyük Yol'da Selahaddin Eyyubi Camiinin civarında idi. Bediüzzaman'ın cenazesini o yıkadı.

M. Sarmış: Bediüzzaman'ı hatırlıyor musunuz?

Y. Demirkol: Nasıl hatırlamıyorum? 1960 senesinde Urfa'ya geldi. Martın 21, 22, 23. günleri… Köprübaşı'nda İpek Palas Otelinde kalıyor. Vefatını duyduk. Otele gitmek istedik. Polis bırakmıyor. Doğudan akın akın insanlar geliyor. Onlara dağıtılmak üzere Ulu Cami'de yemek kazanları kaynatıldı. Cumhuriyet Gazetesinin muhabiri gelmiş. Gariban adam, ne bilecek? Ayakkabı ile caminin içerisine girip Mübareğin yüzünü açmak ve fotoğrafını çekmek istemiş. Bunu gören millet galeyana geldi. Adama bir dayak, bir dayak… Naci İpek de Cumhuriyet'in Urfa muhabiri. O da dayaktan nasibini almış. Sonra bana anlattı, evde bir hafta hasta yatmış. Şimdi Aydın'da. Halk Partilidir, ama inancı sağlamdır, münkir değildir yani! "Biz" diyor, "Ancak Hasan Padişah Camiinden fotoğraf çekebildik." O kadar kalabalıktı yani.

M. Sarmış: Son zamanlarda bir hayli rahatsız diye duydum.

Y. Demirkol: Yaşlıdır tabii. 1930 doğumlu.

Cenazeden öncesi var. O zamanın içişleri bakanı Namık Gedik. Yetkililere telefon ediyor. Bediüzzaman'dan için, "Derhal onu dışarı atın! Isparta'ya geri gönderin." diye talimatlar veriyor. Bediüzzaman Urfa'ya yeni gelmiş. Ağır hasta. Durumu kendisine iletiyorlar. "Oğlum ben belki de buraya ölmeye geldim, halimi görüyorsunuz." diyor.  İçişleri Bakanına, "Kimse götürmek istemiyor. Çok hasta. Ambulans yok." diyorlar. Bakan ısrar ediyor. "Çöp arabası da yok mu?" diyor. Bizim arkadaş, evvelki gün yanımdaydı. Babası Demokrat Parti Urfa milletvekili Mehmet Hatipoğlu tabanca çekiyor; diyor ki "Urfa'dan dışarı gidemez." Zaten 23 Martta da Üstad vefat ediyor. Neyse… Kısa bir süre sonra inkılâp oldu. Bir gün gazetede baktık ki Namık Gedik'in cesedi çöp kamyonunun içinde.

Bir de Nevzat Tandoğan var, Ankara Valisi. Bediüzzaman bir tek ona beddua etmiş.

Bunları geçelim.

1960 yılı, yaz… Ben damda yatıyorum veyahut uyanmışım. Bir baktım bir uçak geçti. Eskiden tayyare diyorduk. "Sabah sabah bu ne yahu?" dedim. Görülmemiş şey. O zaman Urfa'dan İstanbul'a uçak giderdi. Haftada bir gelirdi. Yedi kişi alırdı. Tam aklımda değil, ama sanırım adam başı 144 liraydı. İkindi zamanı kalkardı. O sabah erken saatte uçağın gelmesi bu yüzden dikkatimi çekti. Anlayamadım. O sıralar Anzılha'ya yüzmeye gidiyorum. Baktım Dergâh'ın önünde askerler… Gene de bir mana veremedim. İkindiye doğru duyduk ki mezarını açıp cesedini götürmüşler. Nereye gittiği meçhul.

M. Sarmış: Cenaze namazı Ulu Cami'de kılınmış. Siz katılabildiniz mi?

Y. Demirkol: Hayır, ben ancak şimdiki ŞURKAV Çarşısının bulunduğu yerde, uzaktan bakabildim.

M. Sarmış: Bu arada sizin, o zamanki birçok Urfalı genç gibi Anzılha'ya yüzmeye gittiğinizi de öğrenmiş oluyoruz.

Y. Demirkol: Orada küçük bir havuz vardı. 25 kuruş verip yüzerdik. Pis bir su idi. O sıcakta yüzlerce çocuk girerdi.

M. Sarmış: Necip Fazıl Kısakürek ile de tanışmışsınız. Büyük Doğu Dergisini takip eder miydiniz?
Y. Demirkol: Dergiyi okuyorduk. Konferanslarına gidiyorduk. İstanbul'da çok gittim. Urfa'ya geldiğinde de gider dinlerdik. Urfa'ya iki defa geldi.
M. Sarmış: Kim düzenliyordu o konferansları?
Y. Demirkol: Hatırlamıyorum. İlim Yayma Cemiyeti olabilir.
M. Sarmış: Nerede olurdu? Türkmen Sinemasında mı?
Y. Demirkol: Atlas Sinemasında.

M. Sarmış: Urfa'ya geldiği zaman ona mihmandarlık yapmışsınız.

Y. Demirkol: Yok, o kadar değil.  Bir keresinde Zübeyir Yetik'le beraber kendisini Urfa'dan alıp Diyarbakır'a götürdük. Yolda yemek için Siverek'te durduk, kebap yedik. Ücretini bizim vermemizi kabul etmedi, kendisi verdi.

Necip Fazıl ata çok meraklı idi. İsmail Demirkol'un abisi Mahmut Demirkol, kendisine asil bir at hediye etmiş.
Demir Oteli'nde kaldı. Ziyaretçisi çok olduğu için otel sahibi kızıyordu. Tanımadığı için, "Bu adam kimdir? Bir yatak verdim, otelim ayakaltında kaldı." demişti.

M. Sarmış: Neredeydi o otel?

Y. Demirkol: Diyarbakır'daydı galiba. Son yıllarda çok unutkan olmuşum. Mesela buraya devamlı geliyorum, garsonların adını unutuyorum. "Ya abi beni tanımadın mı?" diyorlar, şaşırıyorlar. Otuz üç yaşından sonra insanlar baş aşağı gidiyor. İstediği kadar dikkatli olsun. Onun için demişler ki "Söz uçar, yazı kalır."

M. Sarmış: Biz de onun için yazmaya çalışıyoruz. Şimdi devam edelim. Siyasetle ilişkileriniz nasıl oldu? 

Y. Demirkol: Yaklaşmadım. O işler ruhuma aykırı.