Mehmet Kurtoğlu, Urfa'nın en üretken yazarı. Nevi şahsına münhasır bir kişilik… Çok okuyan, çok hızlı konuşan, çok yazan, çok yayınlayan. Basılan kitaplarının sayısı 40'ı buldu. Bu gidişle daha çok olacak. Olsun da…
Kendisiyle 1990'larda Urfa'ya geldiğim zaman, küçük kardeşim Ahmet'in arkadaşı Feyat Demir aracılığı ile tanışmıştık. O sıralarda çıkardıkları Seyir Dergisi için benden hikâye istemişlerdi. Sonraları Kurtoğlu, TYB Urfa Şube başkanı olduğu zaman ben de yönetime girdim. O vesile ile onunla ve onun arkadaş grubu ile daha sık görüşmeye başladık. Ortak programlara katıldık. Şiir şölenlerinde beraber şiir okuduk.
"Çağa Küsen Leyla" isimli şiir kitabı çıktığı zaman hakkında bir yazı yazıp üç bölüm halinde GAP Gündemi Gazetesindeki köşemde yayınlamıştım. Yıllar sonra "Ezelden Urfa" kitabı çıkınca da iki üç defa okumuş ve aynı köşede bir yazı da onun için yazmıştım.
2008 yılında o, benim geldiğim Ankara'ya gitti, yerleşti. Fakat diyaloğumuz devam etti. Ya telefonda veya Urfa'ya geldiğinde bizzat görüştük. Fikir alışverişinde bulunduk. Bu görüşmelerimiz hâlâ da devam ediyor.
2018 yılında TYB Genel Merkezi'nin "Edirne'den Mostar'a Kültür Kervanı" adıyla düzenlediği Balkan gezisine katıldık. Değişik illerden gelen şair, yazar, akademisyen arkadaşlarla Türkiye dâhil yedi Balkan ülkesini beraberce gezdik. Bir başka Urfalı olan Kırşehir Ahi Evren Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Maksut Yiğitbaş'ı da aramıza alarak sohbetler ettik.
Röportaj için Urfa'ya geleceği bir günü kolluyordum. O da 26 Ekim 2023 gerçekleşti. Perşembeye gelen günde öğlenden sonra TYB Urfa Şubesinde (Şair Nabi Evi) oturduk. Bürodan sorumlu Büyükşehir Belediyesi çalışanı Sevgili Mücahit Çelik'in ikramları eşliğinde saatlerce konuştuk. Bol esprili bir sohbet oldu. Kurtoğlu'nun, benim "Kurtoğluca" dediğim bazı yorumlarını ve ifadelerini, kendisinin de onayı ile sansürlemek zorunda kaldım.
Samimiyetimize binaen senli benli konuştuk, öyle de yazdım. Karşımda Urfa ağzını konuşan birini gördüğüm zaman ben de yalpalıyorum; kitabi Türkçeye Urfa ağzını karıştırıyorum. Kurtoğlu da onlardan biri. Fakat bazı kelimeler hariç yazarken kitabi Türkçeyi esas aldım; onu konuşmasını da dönüştürdüm.
***
M. Sarmış: Ailenin köklerinden başlayalım. Bir aşiret bağlantısı var mı mesela?
M. Kurtoğlu: Aşiret yok. Babama böyle sorular soruyordum. Aşiretimiz var mı? Lakabımız nedir? Babamın dediğine göre ailemiz Bağdat'tan gelip Urfa'ya yerleşmiş. Nüfus kütüğüne baktığımızda en büyük dedemiz Şıh Müslüm 1840'larda Urfa'da vefat etmiş. Ticaretle uğraşıyor. Bu amaçla Irak'a, Bağdat'a, Suriye'ye gidip geliyor. Onun oğlunun, yani babamın dedesinin adı "Derviş Halil Hafız", lakabı "Dergah Şeyhi". Dede Osman Avni Hazretlerinin ilk halifesidir. Yani Kadirî tarikatından. Dergâh'ta şeyhi Dede Osman Avni Hazretlerinin yanında gömülü. Mahmut Karakaş hoca, "Urfa'da Tasavvuf İzleri" kitabında kendisinden uzunca söz eder. Dede Osman'ın vefatından sonra onun yerine Mevlid-i Halil Camiine imam olarak görevlendirilmiş. Urfa Şer'iye Mahkemesinin beratıyla da 1895 yılında Mevlid-i Halil Tekkesi Kadirî şeyhliğine getirilmiş ve 1907'de vefatına kadar bu görevi sürdürmüş. Eskiden bunu bilmiyorduk. Çünkü babam babasını kaybettiği zaman altı yaşında imiş. Ailede büyük kimse kalmadığı için bu bilgiler sonrakilere aktarılamamış. Mahmut Hoca'nın demin bahsettiğim şer'iye sicillerindeki belgeyi yayınlaması üzerine öğrendik.
M. Sarmış: Yani sen bir şeyh torunusun.
M. Kurtoğlu: (Gülüyor) Evet, öyle… Gerçi bizim öyle bir şeyimiz yok ama… Mahmut Hocanın kitabında geçmiyor, ama ailemizin lakabı "Kurtoğulları". Şıh Müslüm adlı büyük dedemizin ticaret yaptığını söylemiştim. Çok hızlı gidip geldiği için "kurt gibi" diyorlar. Oradan ailesine "Kurtoğulları" lakabı veriliyor. Malum "Kurtoğlu" Türkçe bir isim. Daha sonraları Urfa vakıf arşivine girdiğim zaman, Kurtoğlu lakaplı bizim aileden birinin Harameyn Vakıflarına bir dükkân bağışlamış olduğunu gördüm. Demek ki Bağdat'tan gelme Türkmen bir aile. Ama evlilik yoluyla zamanla Kürtlerle, Araplarla, hatta Çerkezlerle karışmış. Mesela annemin ninesi Çerkez. Bana etnik kimliğim sorulduğu zaman Türküm diyorum. Çünkü hem anadilim Türkçe hem yetiştiğim ortam Türk kültürü! Ancak Ankara'da Urfalı olduğum ve şive ile konuştuğum için Türküm dediğimde inanmıyorlar sanki kimliğimi saklıyorum, sanıyorlar. Ben ne isem oyum. Ama inanmak istemiyorlar. Ben de pek üzerine durmuyorum. Türkçe dışında bir dil bilmiyorum ama Urfa gibi çok kimlikli bir şehirde büyüdüğümden üç dilde çok iyi küfrediyorum. İsterseniz küfredeyim diyorum. Gülüyorlar. Gerçekten üç dilde küfrü biliyorum. Çünkü benim doğup büyüdüğüm mahallede Araplar, Kürtler vardı.
Biz onlarla birlikte büyüdük. Oyunlar oynadık. Urfa dışına çıkınca kimlik olgusu önüme çıktı. Ben de bu yüzden "melezim" deyip geçiyorum. Oysa Urfa ağzı Azeri ağzı ile Kerkük ağzına yakındır. Gerçek Türkçeyi Urfa ağzında görebilirsiniz. Sonra şehirli bir aileyiz. Evde konuşulan dil Türkçe. Bana göre ana dil ne ise ırk da odur. Seksen yaşında vefat eden ninem de Türkçe konuşuyordu, babam da, annem de… Biz yedi kardeşiz. Ne Kürtçe ne Arapça, hepimiz Türkçe konuşuyoruz. Şehir kültürü ile yetişmişiz. Yani sonuç itibariyle Türküm.
M. Sarmış: Peki, Şıh Müslüm'ün oğlu Halil Hafız, babanın dedesi… Oradan sana doğru gelelim.
M. Kurtoğlu: Halil Hafız'ın oğlu dedem, Mehmet. Ben onun adını almışım. Berbermiş. "Berber Mehemed" diyorlar. Berber olmasının sebebi de şu: Halil Hafız, yani babamın dedesi ve onun bir kız kardeşi, daha küçük yaşlarda Dede Osman Avni'nin talebesi oluyorlar. Uzun süre onun rahle-i tedrisatından geçiyorlar. Halil Hafız daha sonra onun dervişi ve halifesi oluyor. Altı tane erkek çocuğu var. Dede Osman, Halil Hafız'a diyor ki "Müslümanların gayrimüslimlerde tıraş olması doğru değil."
M. Sarmış: O zamanlar esnaf kesimi büyük çoğunlukla gayrimüslim…
M. Kurtoğlu: Evet. Bütün berberler Ermeni veya Süryani. Dede Osman Hazretleri, Halil Hafız'a "Çocuklarından birini berbere gönder; işi öğrensin." diyor. Bunun üzerine Halil Hafız dedemi bir berberin yanına çırak olarak gönderiyor.
M. Sarmış: Tabii bir gayrimüslimin yanına…
M. Kurtoğlu: Evet, bir Ermeni'nin yanına gönderiyor. Biliyorsun, o zaman berberler bazı cerrahi müdahaleler de yapıyorlar.
M. Sarmış: Sünnet de yapıyorlar.
M. Kurtoğlu: Evet. Böylece dedem orada berberliği öğreniyor. "Berber Mehemed" oluyor.
M. Sarmış: Babana gelelim.
M. Kurtoğlu: Babamın adı Abdurrahman. İnşaat ustası. Daha doğrusu taş ustası, taş yontucusu… Çocukluğumda Yozgat, Kayseri, Bitlis ve Türkiye'nin başka şehirlerinde çalışmaya giderdi. Mesela Kayseri Kale'sinin restorasyonunda çalışmış. Yozgat'ta cami inşaatında çalışmış. 1970'lerde oluşmaya başlayan Bahçelievler'deki ilk apartmanları yapan ustalardan biri de babamdır. 80'li yıllarda da ekmek fırınlarının ocaklarını yapmaya başladı. Ocak yapmak, her taş ve inşaat ustasının yapabileceği bir iş değildir. Babam o alanda çok iyidir. Türkiye'de isim yapan ustalardan biridir. Çok iyi kalfalar da yetiştirdi. Yetmiş, yetmiş beş yaşına kadar o işi yaptı. Urfa'da diyelim bin fırın varsa, bunun altı yüz tanesinin ocağını babam yapmıştır.
M. Sarmış: Annenin ismini de söyle.
M. Kurtoğlu: Sıdıka. Feslizadeler'den… Onlar da Urfa'nın yerlilerinden…
M. Sarmış: Kaç kardeşsiniz?
M. Kurtoğlu: Yedi kardeşiz. Altı erkek, bir kız. Altı erkek, ama babam ataerkil bir adam. Beş erkekten sonra bir kızı olmuş, yine üzülmüş. Ben de kız kardeşim doğduğu gün tepki göstermişim.
M. Sarmış: Sen kaçıncı sıradasın?
M. Kurtoğlu: Ben üç numarayım. Arada bir kız ve bir erkek de ölmüş. Aynı ataerkil tutum bana da geçmiş. Eskiden kız konusuna çok takıntılıydım. Hatta daha bekârken bile "Eşim kız doğurursa boşarım." diyordum.
M. Sarmış: Bunları yazarım ha!
M. Kurtoğlu: Yaz, yaz. Benim korkum yok. İşin gerçeği bu. Böyle çok büyük konuşuyordum. İlk çocuğum kız olunca bütün aile üzerime geldi. Üç gün eşimin yüzüne bakmadım. Eşimin yaşadığı travmayı bilmiyorum tabii.
M. Sarmış: Bunları kızlara söylüyor musun peki?
M. Kurtoğlu: Söylüyorum, ama şimdi diyorum ki "Kardeşlerimin içinde en şanslı olan benim. Onların birer kızı var, benim iki kızım var."
M. Sarmış: Kızların ne kadar tatlı olduğunu gördün tabii.
M. Kurtoğlu: Evet, tabii. Bu arada bir de oğlum var. Diyeceğim; insan gençken kendini tanrı gibi görüyor. Ben de o yüzden evlenirsem erkek çocuğumun olacağını düşünüyordum. Sanki o iş benim elimdeymiş gibi. Evlenince tanrı olmadığımı anladım; insan olarak Tanrı'ya gücümüzün yetmediğini gördüm. Yani Allah'ın yarattığı fabrika ayarlarına geri döndüm. Şunu da söyleyeyim: İkinci çocuğumun kız olduğunu anlayınca eşim çok üzülmüş. Doğana kadar benden gizlemişti. Gerçi ben hissetmiştim. Doğunca bu sefer ben kendisini teselli ettim. "Bu, Allah'ın takdiridir." dedim.
M. Sarmış: Helal!
M. Kurtoğlu: İlginç bir şey daha anlatayım. Kızım doğduğunda İstanbul'da idim. Babamı arayıp söyledim. Babam da benim yapımı bildiği için teselli mahiyetinde "Başın sağ olsun oğlum." dedi. Ben de "Sen sağ ol baba." dedim. (Gülüyor, gülüyoruz.)