'…
Aşk
solumuyor artık insanlar
bilerek giriyoruz çiçekçi dükkanına
alınıp satılacak sözlerimiz vardır
geleceğe dair uğurlamalarımız
şaşılacak kelimeler üretiyoruz
boyuna saksılarda
ve yetmiyor ilkbaharı karşılamaya kısır ağız…
Pencerelere konmuyor güvercinler
ırmaklar akmıyor baharla
işgal altında gözleri kadınların
…'

Seyyit Ahmet KAYA

Modern zamanların efendisi ve gönül dünyasının hoşamedisi dediğimiz bir Urfalıydı Seyyid Ahmed Kaya Ağabeyimiz… Kendisini ta 90'lı yıllarda, Sarayönü'nde Hazar Pasajı'nda ki Özlem Kitapevi'nde 'Bir Kitapçı Çırağı'yken tanıdım. O zaman şu anki yıkılan Kızılay İşhanı'nın güneyinde Kapaklı Pasajının solunda yukarıya merdivenle çıktığımız, altında Sarayönü Taksi Durağı'nın olduğu, önü meydanlık olan Şair Nabi Kütüphanesi'nde memur odasında sanki inzivaya çekilmiş bir halde kitaplara ve dergilere adanmış bir çağdaş derviş gibi çalışırken görürdüm.

Çok uzun vakit değil; şairin dediği gibi 'Zaman ne kadar hızlı geçiyor Mona' ne Kızılay Meydanı kaldı, ne Sarayönü Taksi Durağı, ne Şair Nabi Kütüphanesi, ne de Seyyid Ahmed Kaya Ağabeyimiz; saatler başka dakikayı gösteriyor ve devir de başka devir, mekanların yerinde yeller esiyor birer hatıra olarak hafızalarımızda, Seyyit Ahmet Ağabeyimiz de ruhu 'Uçmak' oldu, Yüce Mevlam taksiratını affetsin ve rahmetiyle muamele etsin inşallah…

Rabbim gani gani rahmet eylesin, mekanı cennet, ruhu şad olsun ve sevenlerinin başı sağ olsun, ailesini de Yüce Rabbim sabırlar versin, iz bırakarak önden giden akıncılardandı Seyyid Ahmed Kaya Ağabeyimiz…

Daha dün gibi; 'Bir Kitapçı Dükkanında Çıraklık' yaptığım halde; Seyyid Ahmed Kaya Ağabeyimiz beni Şanlıurfa Şair Nabî Kütüphanesine kaydetmişti, yani abone yapmıştı. 'Sen çok kitap okuyorsun ve eve götürmek istiyorsun, onun için bana 1 vesikalık fotoğrafını getir seni Şair Nabî Kütüphanesine üye yapalım…' diyen sesi evet; daha dün gibi, kulaklarımdadır. Kendisini hep kütüphanenin memur odasında bişeyler okurken görürdüm ya da öğrencilerle-o zaman kütüphaneler Üniversiteye Hazırlanma ya da çalışma yerleri değildi- kitap okuma ve araştırma yeriydi yani 'Kıraathane'ydi, yine de sessizdi: İşte kitapseverlerle ya da eski ifadeyle kitap kurtlarıyla sohbet ederken kitap, dergi ve gazete çıkarma hayallerini anlatırken görürdüm ve imrenirdim.

İçimden onlara, bende ileri de dergi, kitap ya da köşe yazısı yazabilecek miyim ve de gönül dünyamın nazlı gülü, narçiçeği kokulu saçları olan peri masalı yüzlü, Halilü'r-Rahman suyeşili gözlüme şiirler söyleyebilecek miyim diye içten içe hayal dünyasına dalardım. Kitapların rahatlatıcı dünyasında köyümün narlı deresinden akan serin sularının verdiği lezzetle kana kana içerdim, okurdum, Urfa'yı okurdum, Anadolu'yu okurdum, aslında dünyayı okumaya çalışırdım. Yeni yeni gözlemlemeye ve algılamaya çalışırdım işte; ama nafile, halende eksiğim, bekesım, kimsesizim, bemalım ve yalnızım, iyi ki Ahmet abi gibiler bize kitap okuma sevdasını aşılamışlar, yoksa düştüğümüz kara sevdadan nasıl kurtulabilirdik. Onun için karasevdanın derin girdabından, kitapların renkli dünyasına seyahat ederek avundum, durdum ve duruldum.

Şiire meraklıydı ve bana hediye ettiği 'Bir Dosta Mektup' isimli şiir kitabı o çok emek verdiği Harran Yayınları'ndan Mayıs 2005'te çıkmıştı. Ve şöyle yazmıştı: 'Şiir var olmaktır. Şiiri önemseyenlerde, yaşanan bu kargaşa içinde var olduklarının bir şekilde haykıran insanlardır. Bu duygularla Ali'ye saygı ve sevgiyle….' 15 Kasım 2BİN7 S. Ahmet Kaya imzasıyla… Gerçekten şiirle var olmaya çalışan bir koca yürek taşıyordu. Ve diyordu ki:
' …çiz
Şiirle yaz ülkenin haritalarını
donat
araya bir dağ yerleştir
bir bozkır bir çöl
bir şehir bir köy
ve kendini
hep.
Unutma
sen şiirsin… '

Hakiki bir Müslüman, dürüst bir şahsiyet ve kendini öğrenmeye, okumaya ve yazmaya adamış bir çift göz ve güzel bir yürek taşıyordu. Konuşmaya başladığında kendi üslubuyla narin narin söyler ve kendisini dinletmesini bilirdi.

Ve rahmetli Misbah Hicri Ağabeyimizin yazıhanesinde beraber olduğumuzda Mellê Cezire'den çok anılar anekdotlar anlatırdı gönül dünyamıza gönül insanlarının güzel sözlerinden. (TYB) Türkiye Yazarlar Birliği Şanlıurfa Şubesi'nde uzun yıllar kendi kararınca hizmet etti.

Tam da bir görev adamıydı, hizmet adamıydı ve diğergamdı. İşini seven, memleketiyle gurur duyan ve kendi kendini gerçekleştirmeye çalışan okumaya ve yazmaya her zaman açık, kendisiyle barışık bir entelektüeldi. Türkiye Yazarlar Birliği'nde 'Cuma Sohbetleri'nde en çok aklımda kalan Cuma Ağaç Başkanın söylediği espritüel hatırasıydı ve fıkra gibiydi, önce kendi kendini dinletecek bir pozisyon alıp ve hoş bir tebessüm çaktıktan sonra tüm sıra arkadaşlarının onayını aldıktan sonra mağrur bir anlatıcı gibi önce ciddiyetle 'Hayati İNANÇ' modunda, sonra ise: ' Bundan sonra Sabır'ın şiirlerini Seyyid Ahmed Kaya yazsın, Seyyid Ahmet Kaya'nın da şiirlerini de Sabır A. Okusun…' ve patlatırdı kahkahayı Cuma Başkan kendi gülme efektini daha vermeden gülüşmeler, seviden gözyaşları ve lirizm, trajikomiklik, sevgi ve muhabbet anlarıydı.

Hepsi birer hatıra oldu, geçti de gitti. Artık; rahmetli Sezai Ağabeyimizin ki onu da çok severdi Ahmet Abi: 'Uyu da turnalar girsin rüyana' demek vaktiydi onun için… Ama son uyumasıydı, belki de turnaların son defa düşlerini süslemesi ve ahretlik turnalar olduğunu hiç fark etmedi belkide…

En son Karaköprü'ye taşınmıştı ve hastalığı da nüksettiğinden dolayı bazen kayboluyordu. Onun için biz Türkiye Yazarlar Birliği 'Cuma Sohbetleri'ne giderken bazen Cuma geceleri, kadim dostum Eyyup AZLAL, bazen de biz alırdık ve evine biz geri bırakırdık. Onun için istihzayla bana takılırdı zaman zaman. 'Aliciğim; beni de en sonunda Karaköprülü ettiniz ya helal olsun; ama ben Bozovalıyım…' derdi. Sen ne güzel insandın, Seyyid Ahmed Ağabey çok çabuk terk-i dünya eyledin ve her vefat aslında birazcık erkendir; ama senin sonsuzluk uykusuna uyuman çok erken oldu Ahmet abi…

Mekanın cennet,
Makamın ali olsun,

Firdevs-i kevser'den şiirlerin gibi kana kana tatlı sular içesin inşaAllah.