BİRİNCİ BÖLÜM
Onu önce uzaktan tanıdım. Tanıdım da denmez, sadece görürdüm. Rızvaniye Camii'ne hemen hemen her gidişimde girişteki küçük hücresinde, yalnızsa bir şeylerle meşgulken, misafiri varsa sohbet ederken görür, göz göze gelirsek selam verip geçerdim.
Tanışmamız da, ayrıntılarını hatırlayamayacağım kadar eskiye gider.
Eski Urfa yürüyüşlerim sırasında araştırmalar yaparken yolum sık sık onun eserlerine çıkmaya başladı. Bazılarının PDF formatları geçti elime. Çok istifade ediyordum. Böyle bir değerle niçin daha yakından tanışmadık, görüşmedik, sohbet ve muhabbet etmedik diye hayıflanıyordum. Üstelik büyük oğlu din dersi öğretmeni ve şair Abdurrahman Karakaş ile tanışıyorduk. Onun vasıtası ile babasına da kolaylıkla ulaşabilirdim.
Korana salgını sırasında bir ara onun da virüsü kaptığını ve hastalığının ağır seyrettiğini duyunca Abdurrahman Hoca'yı arayıp durumunu sordum, geçmiş olsun dileklerimi ilettim. İyileşsin de doğrudan kendisini arayayım diye düşünüyordum. Nihayet ortak dostlarımızdan emekli öğretmen Hikmet Parmaksız'dan telefon numarasını aldım ve aradım. Uzun sayılabilecek bir süre muhabbet ettik. O da memnuniyetini belirtti, ben zaten çok memnun oldum. Salgın sürecindeki kısıtlamalar dolayısıyla yaşı gereği dışarı çıkamadığını söyledi. Çalışmalarına evde devam ediyormuş. Sosyal medyayı kullanmadığı için Eski Urfa yürüyüşlerimden haberi yoktu, biraz söz ettim. Memnun oldu. Eldeki kitaplarından birer örnek verebileceğini söyleyince hemen gidip aldım. Eve çıkmayıp, kapıda ayaküstü konuştuk. O sıralar biyografiler yazıyordum. Onun hakkında da kısa bir yazı yazdım. (GAP Gündemi Gazetesi, 14 Ocak 2021) O yazıda, yakın dostu Cihat Kürkçüoğlu'nun daha önce dile getirdiği Harran Üniversitesi'nin kendisine fahri doktora ünvanı vermesi teklifini de dile getirip desteklemiş, ayrıca bu hususu üniversitenin yetkililerini arayarak bizzat iletmiş, fakat olumlu bir sonuç alamamıştım.
Sonraları, o yürüyüş yazılarım dolayısıyla ihtiyaç hâsıl oldukça zaman zaman Mahmut Hoca'yı arayıp yardım istedim. Eski Urfa ve Urfa'nın kültürel değerleri üzerine sohbet etmek onun da hoşuna gittiği için uzun konuşmalar yaptık.
Röportaj listeme aldığım ilk isimlerden biriydi. Ancak biraz benden, biraz ondan kaynaklanan sebeplerle biraz gecikti. 19 Haziran 2023 Pazartesi günü birkaç ortak dostumuzla beraber davet edildiğimiz Karaköprü'ye bağlı eski adı "Hırebgevr" olan Örenbaş köyünde iken röportaj için söz aldım. Hemen ertesi gün de Esentepe'deki mütevazı evinde buluştuk. Önce bilgisayarının da bulunduğu kitaplarla dolu çalışma odasını gördüm. Sonra salona geçerek sohbete başladık.
Her zamanki gibi samimi ve alçak gönüllü, çeşitli rahatsızlıklarına rağmen nazik ve misafirperverdi. Başlarda, tatile gelmiş olan polis memuru oğlu Hasan da bizimle beraberdi. Sonra baş başa kaldık. Hayatının hikâyesini biyografisini yazarken biraz öğrenmiştim, bu sefer bizzat ağzından dinleme imkânı buldum. Kendisini anlatırken Eski Urfa'ya dair çok önemli bilgiler de verdi.
***
M. Sarmış: Değerli hocam, ben sizi hep Rızvaniye'nin girişindeki o küçük odada görürdüm. O zaman bir türlü tanışmak nasip olmadı. Sohbetimize oradan başlayalım istiyorum. Sizin kullanımınıza nasıl verildi? Orada ne yapardınız? Kimler gelip giderdi?
M. Karakaş: Urfa Valisi Ziyaeddin Akbulut (1990-1996), Rızvaniye'yi restore ettirdikten sonra bazı odalarını Urfa'da kültürel faaliyet yürütenlere tahsis ederken, o odayı da Harran Yayınları'na verdi. Harran Dergisi çalışmalarını orada yürütüyorduk. Yeni sayısı çıktıkça oradan alınarak dağıtılıyordu. Dergiyi çıkaramaz duruma geldikten sonra da odayı kapatmadık. Ekseri öğlenden sonraları arkadaşlarla buluşuyorduk. Sonraları onlar gelmezse bile ben devam ettim. Benim orada olduğumu bilen dostlar geliyordu, sohbet ediyorduk. Sanat, kültür, edebiyat, din, tarih, günlük konular, ne olursa… Ayrıca üniversite öğrencileri gelirdi. Bitirme tezlerine, yüksek lisans çalışmalarına yardımcı oluyordum. Osmanlıca metinleri okuma ve günümüz Türkçesine çevirme işleri… Vakit kalırsa da kendi çalışmalarıma devam ediyordum. İyi oluyordu. Dinlenmiş de oluyordum.
M. Sarmış: Herhalde artık gitmiyorsunuz.
M. Karakaş: Evet. Korona salgını sırasında gidemedim. Sonra da Valilik, Rızvaniye Medresesinde yeni bir proje uygulayacağını söyleyip odaların boşaltılmasını istedi. Ben de eşyalarımı alıp anahtarı teslim ettim.
M. Sarmış: Peki, şimdi esas konumuza dönelim. Önce ailenizden başlayacağız. Bize biraz ailenizin geçmişinden söz eder misiniz? Babanızdan, annenizden, dedenizden…
M. Karakaş: Benim babamdan öğrendiğim şu: Babamın babası olan Eyyüp dedem, ninemle beraber 1880-90 senelerinde Bitlis'in Hizan ilçesinden göç etmiş. Önce Diyarbakır'a gitmiş. Orayı beğenmemiş olacak ki sonra Urfa'ya gelmiş.
M. Sarmış: Niçin göç ettiğine dair bir bilginiz var mı?
M. Karakaş: Onu babam da bilmiyordu sanıyorum. İşsizlik yüzündendir diye düşünüyorum. Mesleği değirmencilik. O zamanın yaygın mesleklerinden biri olmalı. En temel gıda ekmek, onun da ham maddesi buğday unu. Urfa'da çok sayıda değirmen var. Dedem ekseri köylerde dolaşmış. Ömrü un değirmenlerinde geçmiş. Babam küçük oğlu. Adı Abdurrahman. Rumi 1318, Miladi 1902 senesinde doğmuş. Babamın iki üç yaş büyük bir abisi var; adı Mahmut. Benim adım amcamın adı. Benim bir abim var, ona da dedemizin adını koymuşlar; Eyyüp. Halalarımız da var. Ancak ben bir tek babamın küçüğü olan halamı görebildim.
Babam dört beş yaşlarında iken babası vefat etmiş. Herhalde yedi sekiz yaşlarında iken de anaları ölmüş. Babam çok küçük olduğu için abisi kendisini himayesine almış. İki kardeş bir süre köylerde ağaların yanında çalışmışlar. Daha sonra şehre gelmişler. Babam o sırada 15 yaşlarında filan olmalı. Şehirde baba mesleğine yönelmişler. Öğrenip ustalaşınca da tekrar köylere çıkmışlar, babaları gibi köy köy dolaşmışlar. Hangi köyde değirmen kiralasalar o köye taşınırlarmış. Abim doğmadan önce evimiz köyde imiş. Sonra evi şehre getirmişler. Değirmen tuttukları zaman köylere gidiyor, yoksa şehirde kalıyorlar. O zaman senelik değirmen tutarlarmış. Ben şehirde doğmuşum. Küçükken babam on, on beş günde bir eve gelirdi. Köyden en son geldiği günü hatırlıyorum. O sırada Gerz Mahallesi Geniş Sokak'taki bir evde kiracı idik. Tetirbenin içinde bulunan Zaman'lara ait avlulu bir evdi. Babamın geldiğini duyunca kapıya koşmuştum. Babam merkepten inmişti, elinde bembeyaz bir hindi vardı. Hiç unutmuyorum. Ondan sonra babam bir daha köye gitmedi, şehirdeki su değirmenlerinde çalıştı. Sonra ateş değirmeni, en sonunda da elektrikli değirmenlerde çalıştı. Bazılarını ben de hatırlıyorum. Boyahane Değirmeni, Sultanlık Değirmeni, Eskici Pazarı Değirmeni, Demirkapı Değirmeni, Karakoyun Değirmeni, Cincıklı Değirmeni, affedersin Bokluca Değirmeni gibi… Ben de babama yemek götürürdüm. Çocukluğum o değirmenlerde oyun oynamakla geçti. Bir tanesi de Bediüzzaman yokuşundaki sur kalıntısı üzerinde idi.
M. Sarmış: O değirmenin kalıntıları hâlâ duruyor. Fakat maalesef o da depremden nasibini almış. Sosyal medyada birkaç defa paylaşım yaptım, ama kimse oralı olmadı.
M. Karakaş: Maalesef tarihi eserlerimizin kıymetini pek bilmiyoruz. Bu arada şunu da belirteyim: Babam değirmende "rıza ortağı" idi. Ne demek? Yani usta olarak çalışıyor, Kâr ve zararın üçte birine ortak oluyor…
M. Sarmış: Babanız ne zaman evlenmiş?
M. Karakaş: Babam anamla ne zaman evlenmiş, bilemiyorum. Altı çocukları olmuş. Dört ablam, bir abim olmuş. Abim dördüncü çocuk. Ben en küçükleriyim. Abim 1938 doğumlu, ben 46 doğumluyum. Ablalarım peş peşe evlendiler, çoluk çocuğa karıştılar, vefat ettiler. Abim de bundan bir buçuk iki sene kadar evvel vefat etti. Babam herhalde ileri görüşlü biri idi ki bizi okuttu. Gerçi kızları okutmadı ama abimle beni okuttu. Ona derlermiş ki "Yahu Abdi Usta! Sen değirmenlerde bu kadar fakirlik, perişanlık içinde yaşıyorsun; bu çocukları niçin okutuyorsun? Bir mesleğe koy, çalışsınlar, hiç olmazsa eve birkaç kuruş para getirsinler." O dermiş ki "Yok. Ben bu rezilliği çektim, oğullarım çekmesin." Allah rahmet eylesin. Abim çalışkandı. Liseyi bitirdikten sonra İstanbul'da Orman Fakültesine gitti. Kendisini staj için Almanya'ya gönderdiler. Orada bir, buçuk yıl kadar kaldı. Dönünce askerliğini yaptı. Sarayönü'nde Terzi Abdullah diye biri vardı. Onun kızını aldı. Evlenip gitti.