Dün başlayan şiddetli yağmur ve hemen arkasından sosyal medyaya düşen su baskını haberleri, beni bir yandan üzerken bir yandan da endişeye sevk etti.
Aklıma daha büyük bir felaketi getirdi:
Sel...
Urfa'nın tarihinde az ama büyük sel felaketleri var.
Karakoyun (Daysan) Deresi, eskiden Haleplibahçe-Kızılkoyun tarafından güneye, Balıklıgöl tarafına dönüyormuş.
Zaman zaman taşıyor ve o devirde o tarafta olan şehir merkezinde büyük can ve mal kayıplarına sebep oluyormuş.
Kayıtlara geçen 201 yılındaki selde şehir çok büyük zarar görmüş, 2000 kişi can vermiş.
303, 413 ve 525 yıllarında meydana gelen sellerde de büyük can ve mal kayıpları olmuş.
525'teki son felaketten sonra Urfa valisinin isteği üzerine Bizans İmparatoru I. Jüstinyen (527-565), mühendisler göndererek derenin Haleplibahçe’ye dönen sapağına büyük bir bent yaptırmış ve bugünkü yatağını açtırarak derenin yönünü değiştirip o günkü şehrin dışına çıkarmış.
O bendin kalıntıları hâlâ duruyor.
Bugünkü Jüstinyen Su Kemeri de o günlerin eseridir.
Seller sonraki yıllarda da (668, 725, 740, 743, 1104) devam etmiş ama şehir dışında olduğu için fazla zarar vermemiş.
Cumhuriyet döneminde Urfa surların dışına genişleyip de Karakoyun Deresi şehrin içinde kalınca tehlike yeniden başlamış.
1950'lerdeki felakette mal ve can kayıplarının olduğunu biliyoruz.
Benim ortaokul veya lisede olduğum 1970'li yılların sonunda meydana gelen selde de birçok can kaybı olduğunu hatırlıyorum.
Gece yarısı uyanıp da, son katta olduğumuz için iyice duyduğum seslerden yağmurun şiddetli bir şekilde devam ettiğini anlayınca aklıma bunlar geldi.
Karakoyun Deresinin üzerini örterek hapsettiğimizi sanıyoruz.
O beton yığınları, suyun gücüne ne kadar dayanabilir, bilemiyorum.
Aynı tehlike Karaköprü için de söz konusu.
Zira dere yatağı üzerine nice apartmanlar dikildi.
Allah korusun, yağmur böyle devam ederse neler olmaz?
Daha iki yıl önce Karadeniz'de meydana gelen sel, yatağındaki yapılaşmayı yıkıp geçmiş, büyük mal kaybı bir tarafa, nice canlara sebep olmuştu.
Sabaha kadar bu üzüntüler ve endişeler içinde uyuyamadım.
Bir yanda deprem bölgesinde sular ve çamurlar içinde kalan çadırlar, o çadırlarda yaşamak zorunda olan insanlar...
Görüntülere can dayanmıyor.
Bir yanda bu su baskınları ve perişan olan insanlar...
Beride de sel endişesi...
İnsanoğlunun gafletini düşündüm.
Birilerinin zenginlik hırsı uğruna başka birilerinin ödediği bu büyük bedellere değer mi?
Niçin böyleyiz?