Birçok insan gibi ben de zaman zaman çeşitli vesilelerle şehirlerarası seyahatlere gidiyorum. Son yıllarda şunu gözlemledim: Şehir merkezlerinin hemen hemen birbirinden hiçbir farkı yok.
Her gittiğiniz şehirde sizi beton yığını yüksek binalar karşılamakta. Sadece bazı şehirlerde farklı genişlikte bulvarlar, dal geçler ve ağaçlandırmalar bulunmakta. Araç sayısı ve trafik yoğunluğu neredeyse Anadolu'nun en küçük şehrinde bile büyük sorun. Zaten en ufak bir yağmurda bile tıkanan ve su basan yollardan da görüyoruz ki; alt yapı, büyükşehirler dahil hemen hemen tüm illerde yetersiz.
Demek ki, Cumhuriyet tarihinden beri bu konularda yeterince yol alamamışız. Bırakın onu şehirlerin mevcut kendine has dokusunu bile koruyamamışız. Hatta dikine mimariyi ön plana çıkarıp bir çok tarihi yapının siluetini dahi bozmuşuz. Dikine mimari sadece iş merkezleri için yapılmalı görüşündeyim. Tabi bunları yaparken de kalkıp İstanbul örneğindeki gibi tarihi yapıları perdelememelidir.
Bir şehrin hafızası olan bir takım simge olmuş yapılar vardır. Örneğin İzmir Konak meydanındaki saat kulesi, Adana'daki küçük saat, Şanlıurfa'mızda Halilürrahman gölü vs. gibi. Bu yapılar hem turistik özellik arz eder hem de şehrin adresi niteliğindedir. Oysa günümüzde, bu yapıların çevresi rant uğruna ablukaya alınmış vaziyette.
Son yıllarda alınan kararla her şehirde ''millet bahçesi'' oluşturma fikri çok olumlu ve yerinde bir uygulamadır. Ancak bunları yaparken de içerisine büfe, cafe vb. işletmelerle işgale zemin hazırlanmamalıdır.
Tarihî bir özelliği olmayan şehirlerde ve yeni yerleşim alanlarında, gelenek ve kültürümüzü yansıtan yaşam biçimine dayanan bir şehirleşme ön planda olmalıdır. İnsan unsurunu merkeze alarak ve gelecek nesilleri geçmişinden koparmadan bunu başarabilirsek bence esas amaç hasıl olmuş olur.
Muhabbetle…