Ülkemizin öncelikle askeri alandaki yenilgilerini telafi etmek için Avrupa’yı örnek almaya başladığı tarih olan (1789),  aynı zamanda Batı’nın üçüncü kol paralel yapılarının da Osmanlıya sızmaya başladığı tarihtir. Birbirine düşürüp içerden çökertmeye ve kendini hakem yapmaya odaklanmış Batılı ajanlar, 2300 yıllık Aristo-İskender taktiğiyle mülkiye, seyfiye (ordu), kalemiye (bürokrasi) ve adliye kurumlarını ilk hedeflerine koymuşlardı. Paşalar, aydınlar(?), gazeteciler ve Jön Türklerle başlayan süreç, Amerika’ya pirinci giderken evdeki bulgurdan da olan FETO üzerinden devam etti.

Bölgesel ve tarihsel açıdan bakıldığında, bu sürecin bizde Jön Türkler-Ricalı Gayb (Görünmezler) ve FETO (kod adlı abıler), Irak’ta Kesnizani (Saddam hariç herkes biliyordu), Afganistan’da 1930’da Topal Molla ve 2020’den sonra DAİŞ Horasan, Arabistan’da Vahhabilik, Nijerya’da Boko Haram, Somali’de El Şebbab’a… kadar uzandığını görebilmekteyiz. Bu çalışmada son 140 yılda meydana gelen 8 darbe ve 15 Temmuz darbesi analiz edilmeye çalışılacaktır.

1.)    Sultan Abdülaziz’in Katli ve Sonuçları (1876)

1789 yılında başlayan Batılılaşma süreci, Tanzimat (1839) ve Islahat Fermanlarıyla (1856)  Osmanlının siyasi karar mekanizmasına kadar uzanmıştır. Bundan sonra Müslüman halk, gavura gavur bile diyemeyecek ve yavaş yavaş ülkesinde kontrolü kaybedecekti. Batılı mankurtlar için de son bir yol daha kalmıştı, o da Sultan’ın ortadan kaldırılmasıydı. Ülkemizde Batı merkezli ilk darbe olan Abdülaziz’in iktidardan düşürülmesinde, kindar, ahlaksızlığıyla meşhur ve İngiliz elçiliğinin sarhoş müdavimlerinden olan Genelkurmay Başkanı Hüseyin Avni Paşa ve tarihte ilk defa, Hıristiyan âleminin temsilcisini makamında ziyaret eden Mason Hayrullah Efendi (Diğeri de FETO Lideriydi) kullanılmıştır.

Darbe sırasında Türkçe dahi bilmeyen Suriye kökenli 2000 Arap askeri, Dolmabahçe Sarayının kontrolü için getirilmiştir. 30 Mayıs 1876 yılında gerçekleştirilen bu darbeye dini meşruiyet verilmesi için Şerif Abdülmuttalib Efendi ile irtibata geçilmiş, ancak Abdülmuttalib Efendi buna rıza göstermeyince mason Hayrullah Efendi işi üslenmiş ve şu fetvayı yayımlamıştı:

Halife olan kişi, deli ve politikadan anlamaz olup, devlet hazinesini milletin takat ve tahammül edemeyeceği mertebede şahsi masraflarına sarf etmekle, din ve dünya işlerini karıştırmakla yani dinden sapmakla makamında kalmış olsa, tahttan indirilmesi lazım olur mu? Cenab-ı Hak bilir ki, olur.”

Hanedan üyeleri sarayı boşalttıktan sonra Osmanlı devlet tarihinde yüz kızartıcı olaylar yaşanmıştır. Darbeciler tarafından sarayın kadınlarına Padişahın eşi Neşkerek hanım dahil hakaret edilmiş, devlet ve saray hazinesi yağmalanmıştır.

15 yıl tahta kalan Osmanlı Devleti’ne hasta adam yerine Rusya, İngiltere ve Fransa gibi imparatorluk havası vermek isteyen, Osmanlı Donanmasını Dünya’da iki numara yapan Sultan Abdülaziz, İngilizlerin kuklası olan mason Midhat(of) Paşa ve sapık mason Hüseyin Avni Paşa liderliğindeki hainler ve İngiliz elçiliğinin desteğiyle şehit edilmiştir. Çerkez Hasan ise ablasının intikamını bizzat, H. Avni Paşa’yı öldürerek almıştır.

Hindistan yolu üzerinde bir engel olan Osmanlı’yı kontrol etmek isteyen İngiltere’nin en büyük arzusu, deli olarak bilinen V. Murad’ı Padişah ve Rus uşağı mason Midhat Paşa’yı da sadrazam görmekti. İngiliz istihbarat servisi olan BIS (British Intelligence Service) önderliğinde Yahudi bankerler, bankalar ve mason locaları Sultan Abdülaziz’i hedef tahtasına koymuşlardı. Sultan’ın Paris ziyareti ise İngiltere’yi çılgına çevirmişti. Ahlak yoksunu Hüseyin Avni ve mason Mithat Paşa’nın İngilizler lehine faaliyetleri şunlardır:

a.)    Mısır’a dış borçlanma yetkisi veren fermanı yayımladı. Mısır’ın İngiliz hâkimiyetine girmesine sebep oldu ve Süveyş Kanalının İngiltere’ye geçmesine yardımcı oldu.

b.)    Osmanlı bütçe açığını fazlaymış gibi gösterip, Sultan Abdülaziz’in borç dengesini sarsmıştır.

c.)    Akli dengesi yerinde olmayan V. Murad’dan aldığı paraları bir Hıristiyan sarraf eliyle talebelere dağıtarak, öğrenci isyanını çıkarmıştır.

d.)   Sultan Abdülaziz’in öldürülmesinde doğrudan ana rol oynadı.

e.)    Ruslarla savaşa girip 93 Harbi felaketinin yaşanması ve Rusların Erzurum ve İstanbul’a ayak basmasına sebep oldu.

2.)    Sultan II. Abdülhamid ve Yıldız Saray Yağmalanması (1908)

Amcası Abdülaziz’in katillerini Taif zindanlarında eriten II. Abdülhamid, iç ve dış siyaseti yaşayarak öğrenmiş ve bunları marangozhanesinde, para, insan ve dış desteksiz, tek başına adeta kündekari yöntemiyle yeni bir minber yapacaktı.

  Batmakta olan Osmanlı ve İslam Dünyası gemilerini İttihat-ı İslam politikasıyla birleştiren II. Abdülhamid, Abdülaziz’den ders çıkartarak İngilizleri bu politikayla kımıldayamaz hale getirmiştir. Sultan Abdülaziz’in katili mason şeyhülislam Hayrullah’ı ve Mithat(of) Paşa’yı Taif zindanlarında boğdurduktan sonra,  Çin, Hindistan ve İrlanda’ya bile yardım eden Sultan, Japonlara da dostluk için Ertuğrul gemisini göndermiştir.

Tüm Avrupa’nın desteğine rağmen Jön Türkleri 1908 darbesinden önce, defalarca yenilgiye uğratan Sultan II. Abdülhamid, Anadolu’yu demir yollarla ördüğü gibi mekteplerle de donatmıştır.

Halife, Sultan, Maarifperver ve Bave Kürdan (Kürdlerin Babası) da olarak bilinen Sultan için, 1906 Eylül’ünde Selanik’te kurulan “Osmanlı Hürriyet Cephesi (OHC)”, Makedonya ve Trakya’daki Üçüncü ve İkinci ordularının subayları arasında yayılan ittihatçılık, sonun başlangıcı olur.  İTT’lerin “ilk on kişi” si aynı zamanda masondular. Bu küçük iç örgüt, Paris merkezli İTC’yle birleştirilerek 23 Temmuz 1908 darbesi yapılır.

İTC’nin görünen liderlerinden (perde arkasında onları kontrol eden görünmeyen rical-ı gayb vardı) olan Binbaşı Enver ve Rezneli Niyazi, 3 Temmuz 1908 yılında devlete isyan ederek birlikleriyle birlikte dağa çıkmış ve isyanı bastırmak için gönderilen, Ferik (Korgeneral) Şemsi Paşa bir İttihatçı fedaisi tarafından öldürülmüştür.

1908’den önce onlarca darbeyi boşa çıkaran Sultan, içerden ve dışardan iki asırdır batırılmaya çalışılan bir gemiyi 33 yıl daha sahilde tutmayı başardı. Kanaatimce on yıl daha kalsaydı bugün dünya siyasi hayatı çok daha farklı olurdu. Almanya’nın kurucu Prensi Bismark’a göre “Allah tarafından yüzde 5’i kendisine verilen Dünya siyasi zekâsının %90’ı II. Abdülhamid’e , %5’i de kalan insanlığa dağıtılmıştı”.

Ancak artık çok yorulmuş ve Aydın Menderes’in tabiriyle “murad-ı ilahiye” o da 24 Temmuz 1908’de boyun eğecekti. Sırp, Bulgar, Yunan ve Karadağ çeteleri ve safdil Müslümanlardan oluşturulan çapulcu hareket ordusu, Selanik’ten İstanbul’a getirtilirken onlarda aynen bugün gibi askere ve halka yalanlar söylendiği anlaşılmaktadır.  Müslüman er durumu şöyle anlatıyor:

Bizim bildiğimiz şeriat, kısasa kısas emeder, hırsızın elini keser, sarhoşu döver. Halbuki asıl sarhoşlar bizim zabitlerdir. Onlar gece gündüz, kokonalar kollarında gezerler. Bizi Selanik’ten getirirken Kanun-ı Esasi, Kur’an; meşrutiyet şeriat demektir. Sizi İstanbul’a meşrutiyeti muhafaza ve mürtedler başkaldırırsa tepelemek için getiriyoruz” demişlerdi. Hani şeriat? Herifler bizi mürted yapmağa çalışıyorlar. “Askerin namazı talimdir” diye bize namaz kıldırmıyorlar, gusül ettirmiyorlar…”.

Askerin ve halkın aldatılması için yine bir mason olan Şeyhülislâm Ziyaeddin Efendi, kullanılmış ve facia sonrasında da Sırp, Yunan, Bulgar gibi Balkan çetecileri Yıldız Sarayı’nın emsalsiz zenginliklerini yağmalamıştır.

Abdülhamid’in hal’ine fetva getirenlere sorduğu soru manidardır: “Oğlum Enver aranızda bir Müslüman yok muydu? Bu kararı getirselerdi? Tahtan indirilip Selanik’e gönderilen Sultan Abdülhamit’in muhafazasına memur olan kişiye şöyle der:

Bana en çok dokunan bu mason taslağı Yahudi’nin hal’ kararını tebliğ edişi olmuştur. Yıldız’a gelen heyet içinde Emanuel Karasu’yu hiç unutamıyorum. Bu suretle Hilafet makamına hakaret edilmiştir. Yahudilerin Hz. Peygamber (s.a.v) zamanından beri İslam’a ve Hilafet makamına duydukları kin ve nefret cümlenin malumudur. Ben Osmanlı Tahtı’nda iken, Siyonistlik davası için bir gün huzuruma, beynelminel Yahudi teşkilatının kurucusu Teoder Herzl ve hahambaşı gelmişlerdi. Bunları Yıldız Sarayı’na kabul etmiş ve maksatlarını dinlemiştim. Her ikisi, Yahudiler için bir yurt dileğinde idiler. Bunun için Kudüs’ü gösteriyorlardı. Hatta utanmadan O Teoder Herzl :

-Zat-ı haşmetpenahileri’ne arzederim ki, Kudüs için her kaç milyon altın tensip buyurursanız, derhâl takdime amadeyim demez mi? Kan beynime sıçramıştı. Düşün ki yüz başı Saltanat Makamında iki Yahudi, rüşvet teklifi cesaretinde bulunmuşlardı. Terk edin burayı, vatan para ile satılmaz, diye bağırmıştım. İçeriye giren saray görevlilerine her ikisini de dışarı atmalarını  söylemiştim. İşte bundan sonra Yahudiler, bana düşman oldular. Şimdi burada, Selanik’te çektiklerim, Yahudi’ye yurt göstermeyişimin cezasıdır !…”

II. Abdülhamid’in Devrilmesinin Siyasi sonuçları şunlardır:

1.)   Fransız İhtilali fikirlerine sahip, İtalyan mason Karbonari teşkilatını örnek alan kod adlarıyla İTC’yi kuran Jön Türkler orduya sızarak Padişahı devirirler ve ilk işleri Siyonistlere Kudüs’te arazi satışını serbest bırakmak olur.

2.)   Enver, Talat ve Cemal Paşaların arkasında rical-i gayb (Görünmezler. FETO’nun da radyo ve TV’lerinde aynı adla diziler vardı.) olarak hala bilemediklerimiz vardır. Yıldız Saray’ını yağmalayan, milyonlarca evrakı yakan bu güruh da işleri bittikten sonra muhtemelen aynı kişiler tarafından Berlin ve Tiflis’te ortadan kaldırıldı.

3.)   Devlette basit ve çeteci adamların hızla yükseltilmesi sağlanmış ve ülke I. Dünya savaşına Almanların iki gemi tuzağıyla sokulmuştur. Örneğin, Enver Paşa, hiç bir ordunun tarihinde görülmediği bir hızla rütbe atlamıştır. 1881 yılında İstanbul doğan Paşa’nın okul hayatında kayda değer bir başarısı yoktur. Harp Akademisi’nden ikincilikle mezuniyetten sonra Makedonya dağlarında (1902) Rum ve Bulgar çeteleriyle Yüzbaşı rütbesiyle savaşır. Enver Bey bu tarihte Selanik’te İTC’ye katılır. Hakikatlerden çok hayali ağır basan, Enver Bey artık Küçük Napolyon’dur. Çünkü onun da Napolyon gibi kaşında beyazları vardı. Ve o da Hürriyet Kahramanıdır. Enver Bey bir Alman denizaltısıyla kaçıp sığındığı Moskova’da 1 Mayıs 1920 günü Misafirler Konağının penceresinden İşçi Bayramı nedeniyle Kızıl Meydan’ı seyrederken, elindeki fotoğrafının üzerine şunları yazar: “Beni de Napolyan’a benzetmişlerdi. Kabul etmem. Çünkü ben ikinci adam olamam”. Ancak en başarılı olduğu zaman bile onun adı “Napolyoncuk”tan öte gidemeyecekti. Ancak başı olmasa da sonu, Orta Asya bozkırlarında bitecek Napolyon’a benzeyecekti.

4.)   Osmanlı İmparatorluğu dağıldı ve Ortadoğu adıyla günümüze kadar Dünya siyasi tarihin en kanlı bölgesi ortaya çıktı.

3. ) Cumhuriyet Dönemi’nde Paralel Yapı:  Selameti Umumiye

Milletin ölüm kalım savaşını verdiği bir durumda TBMM’nin Ankara’ya taşınmasından sonra Jön Türk zihniyetinin de Ankara’ya taşındığını görmekteyiz. I. ve II. Grup olarak şekillenen bu yapıda; muhafazakâr II. Grup için öncelik vatanın, milletin, dinin ve namusun kurtulması idi. Kazım, Fevzi, Rauf ve Ali Fuat Paşaların liderliğindeki bu grup ile Dersimli Diyap Ağa aynı düşünmekteydi: Yunanlılar Ankara’ya gelecek olsalar, Meclis’in etrafında kozık (siper) kazıp savaşacaklardı. Aynen 15 Temmuz darbesinde köprüdeki ilk şehidin bir Urfalı ve Diyarbekirli olması gibi.

II. Grubun aşırı güçlenmesi üzerine İttihatçı zihniyeti devreye girer, kurulan gizli Selameti Umumiye teşkilatı ile o da etkisiz hale getirilir. Dönemin başbakanlarından olan Rauf Orbay II. Grubun kuruluş gerekçelerinden birinin Selameti Umumiye Komitesi adındaki gizli örgütlenmenin meclis üzerinde baskı kurmaya çalışması olduğunu belirtir ve şöyle der: “'Bu otuz beşler tam bir tesânüt (işbirliği) halinde hareket ediyor ve evlerde gizli oturumlar tertip ederek Meclis ruznâmesindeki maddeleri müzakereye ve neticeye bağlıyordu. Zümrede verilen kararlar Birinci Grup müzakerelerinden evvel yakın arkadaşlara telkin ediliyor ve grup içtimalarında müdafaa edilerek grup ekseriyetinin kararına iktiran ettiriliyordu.”

4.      Demokrat Parti İktidarı ve Gladio (Özel Harp Dairesi)

II. Dünya savaşından sonra Sovyetler Birliği’nin tehdidiyle korkutulan Türkiye, çok partili siyasal hayata geçmiş ve Batı’nın kolları sokulmak için, Kore’ye dahi asker göndermiştir. Binlerce askerin ölmesinden sonra 1952 yılında NATO’ya dahil oluruz. Ancak şu noktaya dikkat edelim: Biz daha NATO’ya alınmadan önce ABD’nin uzun kollarından olan Gladio çoktan (1948) ülkemize girmişti bile.

Suriye sınırına mayın döşetilmesi, Menderes’in Londra’da uçağının düş(ürül)mesi, Kıbrıs ve 6-7 Eylül olayları mükemmel özel harp operasyonları olarak hafızalara kazınmıştır.

İlginçtir ki bugünkü FETO gibi DP’nin iktidara gelmesinden sonra, Atatürk’ün meydanlardaki heykellerine ve okullardaki büstlerine karşı saldırılar artmıştı. .lk üyeleri tarafından, gerçekleştirilen saldırıların önüne geçilmek istenmişti. Çünkü CHP bu olayların üzerinden DP’ye saldırmakta ve askeri kışkırtmaktaydı. Arapça da ezan okunabilir diyen, Menderes’e bedel ödetilmek isteniyordu. Ama Adnan Menderes failleri gayet iyi biliyordu:

“….Sizin ve diğer zevatın iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyorum…. “

Enteresandır ki; Adnan Menderes ve iki arkadaşı idam edildikten sonra sivil ve siyasi hayat kadar en ağır kıyım askeriyede yaşanmıştır. 27 Mayıs darbesinden sonra (290 general’den) 275 general ve amiral, 7.000 albay, yarbay ve binbaşı rütbesindeki subay ordudan tasfiye edilmişti. 52 yıl önce de savaşta çok tecrübeli ve Yunan zaferinin komutanları olan 1400 alaylı Paşa, tasfiye edilmişti. ABD Büyükelçisi Warren’in 11 Ağustos 1960 tarihli raporuna göre, emekliye sevk edilen subaylar, generallerin % 90’ı, albayların % 55’i, yarbayların % 40’ı, binbaşıların da % 5’iydi. Emekli İnkılâp Subayları (EMİNSU) olarak bilinen bu tasfiye hareketinin finansmanı ise tamamen ABD’den temin edilmişti.

1950 yılından itibaren iktidara gelen Demokrat Parti, “Büyük ve Güçlü Türkiye” idealine bağlı, Batılı ama yeri gelirse Rusya’yı bile kullanacak kadar pragmatist bir iktidardı. Un fabrikası ve şeftali yetiştirmek yerine askeri fabrika yapmak istiyordu. Buna karşı başlayan ilk Gladyo hareketi 6-7 Eylül 1955 olaylarıydı ama DP, bir kez dönülemez tünele girmişti.

6-7 Eylül 1955 olaylarında “Atatürk’ün Selanik’teki evinin bomba ile Rumlar tarafından hasara uğradığı iddiası İstanbul’da Rumlara karşı patlayan olaylarda” Ekspres Gazetesi başat rol oynamıştır.  Türkiye’nin mozaiği kırılmış ve bundan yarım asır sonra siyasal hayatımıza 6-8 Ekim olayları olarak geçen bu süreçte de iç ve dış medyanın daha güçlü olarak rol oynadığı görülmüş ve HDP’nin halkı sokağa döktüğü olaylarda 52 kişi ölmüştür.

Dönemin İngiltere Büyükelçisinin (Bernard Borrows/1958-62) raporlarına bakıldığında, İngiltere’nin darbeden 38 gün önce darbe olacağını kesin olarak bildiği, hatta darbe anını ve tankların yönünü Menderes’ten önce bildiği görülmektedir. Öğrencilerin kıyma makinesinde ve asfalta eritildiği kara propagandasını medyaya yayan ve CHP Gençlik merkezlerinin yönetim merkezi olduğu Darbe öncesi olaylar, iç medyada olduğu kadar dış medyada da yaygındı. BBC ve New York Times Gazetesi’nde, “Menderes’in artan baskısı”, “Ordu rahatsız”, bindirilmiş kalabalıkları de “zinde kuvvetler” ve “iç karışıklık” diye manşetlere taşıdığı görülmektedir.

27 Mayıs darbesinden sonra TSK’daki 290 generalden 235 general ve amiral, 7 bin albay, yarbay ve binbaşı rütbesindeki subay ordudan tasfiye edilmişti. ABD Büyükelçisi Warren’in 11 Ağustos 1960 tarihli raporuna göre, emekliye sevk edilen subaylar, generallerin yüzde 90’ı, albayların yüzde 55’i, yarbayların yüzde 40’ı, binbaşıların da yüzde 5’ydi. Emekli İnkılâp Subayları (EMİNSU) olarak bilinen bu tasfiye hareketinin finansmanı tamamen ABD’den temin edilmiştir.

Darbecilerden en az 16 kişi ABD’de psikolojik harp eğitimi almış ve kadim TSK’nın genetik yapısı, NATO eğitimi almış subaylarla değiştirilmiştir. Mahir Kaynak, 1960 darbesinin İngiltere, tarafından yaptırıldığını söylerdi. Katıksız bir İngiliz kölesi olan Albay Cemal Madanoğlu Cuntasını, 25 yıl sonra ve hala yaşayan, İngiltere Kraliçesi Elizabeth, Tahran’a giderken (6 Mart 1961) Esenboğa’da ziyaret etmişti. Kraliçe, askeri darbeden sonra Türkiye’yi ziyaret eden ilk yabancı devlet başkanıydı. Çünkü Türkiye, Ortadoğu hâkimiyeti için asla kendi haline bırakılamayacak kadar jeostratejik bir öneme sahiptir. Mantıkları şuydu: “Türkiye, ya yeni bir Osmanlı olur ya da elimizin altında bir mankurt olur.”

Sonraki uluslararası süreç ve günümüzdeki, Çin’in Tek kuşak-Tek Yol projesi, Libya ve Suriye olaylarına bakıldığında konu daha iyi anlaşılabilir. Bugün Ukrayna olaylarında silinme noktasına gelen Avrupa’nın kurtuluş yolu ABD ve Ortadoğu’dan görülmektedir. Ancak artık eski Ortadoğu yoktur. 27 Mayıs darbe bildirisini tok sesiyle okuyan, Alpaslan Türkeş’i radyo evine bizzat ABD özel kuvvetlerinden, terör ve iç savaş uzmanı, sivil görünümlü ajan Fred Haynes götürmüştür.

ABD bu darbeden sonra IMF çalışanı Kemal Kurdaş’ı, Cuntaya Maliye bakanı yapıp acilen para yardımı yaparken (6-7-1960: 1 milyar lira, 4-8-1960: 34 milyon dolar, 12-01-1961: 43 milyon dolar... Kısaca Menderes’e 30 milyon dolar veren ABD Cuntaya tam 10 katını derhal vermiştir.) bu arada, Rusya’yı kızdırmamak için Menderes’in istemediği nükleer başlıklı füzeler Türkiye’ye gelmiş, Merkez Bankasının 33 ton altınları kaybolmuş aynı anda ve bu miktarda FED’de altın artışı olmuştur. Demokrat Parti’nin yıkılma sebepleri şunlardır:

1.)    Türkiye’nin 1908 yılından itibaren başlayan Jön Türk/Batı yerine Osmanlı’nın bakiyesi olduğu ruhuna dönmesi,

2.)    Ezan’ın Arapça da okunmasının serbest bırakılması, Radyo’da Kur’an-ı Kerim’in/ halk müziğinin serbest bırakılması, Anadolu üzerindeki jandarma, maddi ve manevi baskının kaldırılması,

3.)    Başta İstanbul olmak üzere Anadolu kültürüne geri dönülmesi ve Osmanlı Hanedanı kadınlarının geri getirilmesi,

4.)    Kıbrıs’ın İngiltere’den alınma faaliyetleri,

5.)    Irak ve Suriye ile yakınlaşma çabaları

6.)    Libya ve Cezayir’e destek çabaları,

7.)    İsrail’le diplomatik ilişkilerin kesilmesi,

8.)    Bağdat Paktı üzerinden İslam Birliği faaliyetleri,

9.)     Ordu’nun esasen halka ve hükümete bağlı kadim düzeni,

10.)  Menderes’in DP Grubuna, “Siz isterseniz Hilafeti bile geri getirebilirsiniz” sözleri,

11.)  Menderes’in Rusya kartını kullanmaya başlaması,

12.)  Tarım ve hayvancılığa yönlendirilen Türkiye’nin, sanayileşme çabaları,

1950-60 arası dönemin CIA hatıraları olarak bilinen, “The Inside Strory of CIA” adlı kitapta bir ABD'li general şöyle der: “1960 Nisan'da İstanbul'a geldim. 15 gün Hilton'da kaldım.10 milyon dolar darbecilere dağıttım ve Türkiye'yi terk ettim.” Kıbrıs’a diplomasiyle hâkim olmak üzere olan ve bu sebeple idam edilen Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun, 6 ve 7 Eylül 1955 tarihinde meydana gelen İstanbul olaylarıyla Türkiye çok zor durumda kalırken, Menderes üç yıl sonra Londra’da uçak kazası geçir(til)miştir. 9 Subay olayının üzerinde durmayan ve Tahkikat Komisyonunu erken kapatan Menderes ve DP bunu Türkiye’nin canıyla ödemiştir. Ardından 15 Temmuz 2016 yılına kadar dört darbe daha yapılmıştır.

Irak’ta Türkiye’yle birleşmek yanlısı ve Osmanlı hanedanı mensubu bir hanımla evlenmek üzere olan genç Kral Faysal ve son Osmanlı evladı olan Nuri Said Paşa, tüm aile fertleriyle birlikte, Madanoğlu’nun Irak versiyonu General Kasım cuntası tarafından feci bir şekilde öldürülmüş ve Irak o günden beri helaket ve felaket dönemini yaşamaktadır.

Bu dönemde Suriye, İran ve Pakistan dâhil Ortadoğu’daki iktidarlar ABD ve İngiltere tarafından devrilmiştir. Kıbrıs Fatih’i Zorlu, IMF’ye rest çeken yiğit Tatar evladı, Hasan Polatkan da bu yüzden idam edilmiştir. Adnan Menderes, “Büyük Türkiye”, Zorlu, “Ortadoğu”, Polatkan ise IMF’ye hayır dediği için İngiltere ve ABD tarafından idam edilmişlerdir. Onları Yaslıada’ya tıkayan 5N1K, bize köle bir Türkiye diyen Batı’nın mankurtları bunlardı. Bu süreci aşmak için yarım asır daha beklemek gerekmiştir.

Bugünkü yazısında (https://www.indyturk.com/node/737651/d%C3%BCnyadan-sesler/irak-devlet-y%C3%B6netiminde-kelebek-etkisi ) Irak Başbakanı Mustafa Kazım Türkiye’deki 27 Mayıs darbesinin ayak sesi olan ve tüm darbelerde kelebek etkisi yapan 14 Temmuz 1958 darbesinin bir gün sonra, Haçlıların Kudüs’ü 859 yıl önce (1099) işgalinin yıl dönümü olduğunu, Selahaddin’in Irak’ta sadece bir vilayet adı olduğunu bizler bu cehaletle nereden bilecektik.

5.      Anadolu İhtilali ve Recep Tayyip Erdoğan Dönemi (2016)

2002 yılından bu yana yapılan seçimlerin tamamında Recep Tayyip Erdoğan birinci adam, partisi de birinci parti olmuştur. Şu ana kadar açık gizli 10 suikasta maruz kalan Erdoğan ve AK Parti, yine Abdülhamid ve Mısır’da Mursi gibi bir Temmuz ayında, iktidardan düşürülmek istenmiştir. Ancak imanlı, basiretli ve ferasetli Anadolu halkı bu ilk kez liderini korumak için Batılı ajanlara ve mankurtlara karşı savaşmış ve dünya siyasi tarihine geçen “Anadolu İhtilali’ni” altın harflerle adını yazdırmıştır.

15 Temmuzu 16’ye bağlayan tarihten itibaren, artık iki asırlık geri çekilme dönemi tamamen kapanmıştır. Zafer kazanmış bu halk için, bu günler ikinci Sakarya Savaşının psikolojik zaferi olarak tarihe geçmiştir.

Anadolu İhtilali ile sadece Batının veledleri, Rasputin veya Haşhaşi mankurtları temizlenmemiş aynı zamanda onları kullananlara karşı da Anadolu halkının manevi zaferi ve özgüveni zafere ulaşmıştır.

Sonuç

Batı’nın Dünya üstünlüğünü iki asırdır sürdüren bu yapı (PDY) bir tek bize mi uygulandı? Hayır. Çin’e afyon (1850’ler) verildi ve o da yetmeyince bir asır sonra kültür devrimi yaptırıldı. Ruslara Bolşevik devrimi yaptırıldı ve Japonlara atom bombası atıldı. Ancak bunların hepsi yakalarını kurtardılar. Şimdi sıra bizde…

Tarih tekrar eder ama ibret alınsa asla. Belli ki, Anadolu Halkı, Erdoğan ve devlet aklı ibret alıp erken harekete geçmiş. Halk ve “Bizim Çocuklar” onların işini bozdu. Ve tanklarını, füzelerini, uçak ve helikopterlerini mağlup etti.  Türkiye’de son 140 yılda 8 darbe yapılmıştır. Abdülhamid’in 33 yılı Cumhuriyet’in tek adamlı 27 yılını saymazsanız, bu ortalama olarak on yılda bir darbe anlamına gelmektedir. Her darbenin ortalama 200 milyar dolarlık bir maliyeti oldu ve altı asırlık dev bir İmparatorluk kaybettik. Artık Yeter! Söz Milletindir” demenin zamanı geldi. Tüm darbelerin ortak noktaları şunlardır:

1.      İngiltere başta olmak üzere Batı Dünyası darbecilere doğrudan destek vermişlerdir.

2.      Her darbeden sonra milli unsurlar devletten uzaklaştırılmış ve ordu başta olmak üzere Batılı mankurtları yetiştirmek için Devlete format atılmıştır. Devlet kademelerinin güç merkezlerine hissettirmeden Jön Türkler, Ticani ve FETO gibi virüsler yerleştirilmiş gayr-i Müslimler ve Batıcılar yükseltilmiştir.

3.      PDY’ciler askerlere ve halka yalan söylemiştir.

4.      Erdoğan hariç üç lider merhametli davranmanın bedelini hayatıyla ödemişlerdir.

5.      Hazine dâhil olmak üzere Saray ve Devlet yağmalanmıştır.

6.      Devlet sırları yakılmıştır.

7.      Halkın desteğini sağlamak ve isyanını önlemek için münafık din adamları kullanılmıştır.

8.      Tüm darbeler Cuma günü yapılmıştır.

9.      Sadece son darbe başarısız oldu.

10.  Dünyadaki en büyük İhtilal olan 2016 yılında Anadolu İhtilali, Siyasi tarihte yerini almıştır.

Unutulmamalıdır ki; 15 Temmuz reaktörünün çekirdek kısmında 30 Mayıs 1876, 23 Temmuz 1908 ve 27 Mayıs 1960 darbesini yaptıran güçler yapsa da 15 Temmuz 2016 darbesinde bunun iki farkı görülüyor: Devletin ali ruhu dirildiği gibi, milletin basireti bu darbeyi önceden görüp onu boşa alıp, bir taşla iki kuş vurmuşa benziyor.