Ali Adnan Menderes, dev bir çiftliğe sahip varlıklı bir ailede doğmasına rağmen (1899) tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi dev çöküşlere şahit olacaktı. Adeta yasak bir aşkın meyvesi gibi veremden ölen ana babadan sonra anası gibi gördüğü ablası Melike’nin de ölümüne (1907) de inanamıyordu. Sekiz yaşında küçük Adnan’ı babaannesi Fitnat Hanım yanına alıp büyütür; onu kendi yanına İzmir’e getirir ve okula da orada başlatır. Bu psikolojik temeller, onda ortası olmayan daima uçlarda gezen bir düşünceye sebep olmuştu.
1910 yılında İzmir Kızılçullu Amerikan Koleji’nde hocalar Hıristiyanlık propagandası yaparken, en zayıf öğrenci olmasına rağmen, grup lideri olarak tepki göstermiş ve sonradan büyüğü olacak o zamanlar İzmir İttihat ve Terakki müfettişi Celal Bayar’ın yanına çıkmıştı. Bayar, o anı şöyle anlatır:
Bir gün, Kızılçullu Amerikan Koleji’nden üç gencin benimle görüşmek istediklerini haber verdiler. O zaman İttihat ve Terakki Partisi’nin İzmir sorumlusuydum. Gençleri kabul ettim. Hemen hemen aynı yaşlarda üç gençti. Temiz giyinmişlerdi. 15-16 yaşlarında görünüyorlardı. İçlerinden biri konuşmaya başladı. Okudukları Amerikan Koleji’nde, eğitim kadrosu içinde misyoner rahipler varmış. Bunlar Müslüman öğrenciler üzerinde duruyorlar ve Hıristiyan yapmaya çalışıyorlarmış. Gençlerin şikâyeti buydu. Yürekten konuşuyorlardı. Gördüklerini vatansever bir duyguyla dile getiriyorlardı. O üç öğrenciden biri Adnan Menderes’ti. Menderes’in bu milliyetçilik anlayışı, dinine karşı duyduğu saygı, ömrünün sonuna kadar değişmeden devam etmiştir.
İdadinin son sınıfını okuduğu 1916’da zorunlu olarak askere alınır. Savaşın fiilen sona erdiği ve Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından birkaç hafta önce Suriye-Filistin cephesine gönderilir, ancak yolda -Pozantı’da- geçirdiği hastalık yüzünden İzmir’e geri döner ve savaş sonrası ordunun terhisine kadar orada kalır. Anadolu’nun işgal görmeye başladığı 1918 sonu ve sonrası günlerde, özellikle Aydın’ın 27 Mayıs 1919’daki Yunanlarca işgalinden sonra Adnan Menderes bu kez Aydın’daki kendi çiftlik bölgesinde Yunan birlikleriyle savaşmak üzere adını “Ay-Yıldız” olarak belirledikleri küçük bir Kuvay-ı Milli müfrezesi kurar. 1920 yılının son aylarında Ankara’nın yedek subaylar için yaptığı çağrı üzerine Aydın merkezindeki düzenli birliklerin emrinde çeşitli görevler üstlenir ve 1922’ye kadar direniş faaliyetlerinin içinde aktif olarak yer alır. İstiklâl Harbi boyunca yaklaşık üç yıl süren askerlik hizmetini yerine getirdiği ve milli orduda yer aldığı için, 1931’de sadece cephede bulunanlara verilen kırmızı şeritli İstiklâl Madalyası ile taltif edilir.
Menderes, ilk kez siyasete 1930’da Ali Fethi Okyar’ın kurduğu Serbest Cumhuriyet Fırkasının (SCF’nin) Aydın il teşkilatı başkanı olarak girer. Partinin ülke içindeki örgütlenmesi sırasında A.Fethi Okyar Aydın’a geldiğinde, yeni partinin il başkanlığı için Adnan Menderes’in ismi tavsiye edilir. O güne dek siyasete girmeye istekli olmayan Menderes, Fethi Okyar’la gece geç saatlere kadar görüşür. Nihayet uzun süren bu konuşma sonunda ikna olarak Adnan Menderes Serbest Cumhuriyet Fırkasına girmeye karar verir. Sadece Fethi Okyar’ın ikna çabaları değil, SCF’nin iktisadi görüşleri –özellikle çiftçileri olumsuz etkileyen 1929 ekonomik buhranın çare arayışlarındaki köycü/tarım görüşleri- iktidarın bu yöndeki politikalarına eleştirel bir tutumu ifade ettiği için Menderes’i çeker.
SCF’nin feshinden birkaç ay sonra Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF, sonra CHP) kendini toparlamak ister; çeşitli illere merkezden heyetler yollanır ve öncü fikirleri olan kimselerle temasa geçilir. Böylelikle gelecek vaat eden kişiler partiye alınmak istenir. Bunlardan biri de Menderes’tir. Bayar’ın başkanlığındaki heyet Aydın’a geldiğinde, ondan CHP’ye girerek görüşlerini parti içinde savunmasını isterler. Menderes de Aydın’daki parti örgütünü yeni baştan kurma şartının kabul edilmesiyle CHP safına katılmış olur.
Atatürk, SCF’nin dağılmasından sonra farklı görüşleri dinlemek, eğilimleri ve ihtiyaçları daha yakından gözlemlemek için Batı Anadolu’yu kapsayan gezisinde Aydın’da Adnan Menderes’le tanışır ve onun bazı görüşlerinden etkilenir. Önce “eski SCF’li” oldukları için CHP’nin Aydın il örgütüne gelmeyi usulen yapılan kısa bir görüşmeyle geçiştirmek isteyen Atatürk, hemen hemen Menderes’le aralarında geçen bu “memleket sohbeti”nde daha çok kooperatifleşme, sanayileşme üzerinde yoğunlaşırlar ve sohbet dört saate yakın sürer. Menderes, çok sonra Atatürk’le olan görüşmesi için şöyle der: “Sohbet Atatürk’le, hemen hemen aramızda geçti. İlk defa teklif ettiğim sigarayı almayan ve kahve istemeyen Büyük Gazi’nin, memleket meseleleri üstünde sohbet derinleştikçe, kendilerine zaman zaman takdim ettiğim bir paket Gazi sigarasını içip bitirmiş olduklarını, dönüşlerinde müşahede ettim. Ve ayrıca dört kahve emir buyurdukları da bugünkü gibi hatırımdadır. Programlarında da aksaklık oldu. Çünkü, birkaç dakikalık bir ziyaret için teşrif buyurdukları orada tam dört saat kaldılar”. Olumlu izlenimlerle oradan ayrılan Atatürk’ün Menderes için yanındakilere “Şayan-ı dikkat bir gençtir” diye söz ettiği bilinmektedir. Nitekim hiç girişimi olmadığı halde 1931’in üçüncü ayında yapılan genel seçimlerde Aydın’dan mebus yapılması kendisi için bir “sürpriz” olmuşsa da genel merkez onun ismini Atatürk’ün dikkat çekmesiyle –belki de talimatıyla- çoktan not etmiştir. Bu seçimi takip eden her seçim döneminde de vazgeçilmez bir isim olacak ve 8 dönem daha milletvekilliği yapacaktır.
Daha otuz iki yaşında iken mebus seçilerek Ankara’ya geldiğinde onun için yepyeni bir hayat başlar. Çiftliğinin önemli kısmını tapu terki yoluyla köylülere bırakmış; kendi işlerini de güvendiği kâhyasına teslim etmiştir. Onun için ilk yıllar sıradan bir mebus olarak hem başkenti hem de Meclis’i tanıma süreci olarak geçer. Bu bakımdan milletvekilliğinin ilk yılları kendisini gösterdiği bir devre olmaz. 1940’lı yılların ortalarına kadar neredeyse on beş yılın büyük bir kısmında etkin bir rol oynamaz: Meclis’teki ilk konuşması 1933’ün son ayında gümrük memurlarının görevlerini kötüye kullananlarla ilgilidir ve bundan sonra da nadiren söz alır. Onun 1930’lar boyunca siyasette bilgi ve deneyimini artıran iki unsur vardır: Birincisi alt düzeyde aldığı görevler, diğeri Ankara Hukuk Mektebi’nden aldığı yüksek öğrenim bitirmesiydi. Menderes, dilekçe komisyon üyeliği, kongre üyeliği, parti müfettişliği ve müşahitliği görevleri sayesinde devlet işlerinin nasıl işlediğini ve nerelerde aksadığını yakından gözlemler. Ankara Hukuk Mektebinde 1933’te başlayan ve 1935’te biten üç yıllık eğitimi de, başta mevzuat bilgisi ve belagati olmak üzere ona çok şey katar. Bu okulda, hocaları arasında kendisini çok etkileyen Sadri Maksudî Arsal, Baha Kantar, M. Şeref Özkan, M. Esat Bozkurt, A. Fuat Başgil gibi devrin ünlü hukukçuları vardır.
Adnan Menderes’in siyasette asıl öne çıktığı yıllar, İkinci Dünya Savaşı sonrası döneme denk gelir. Savaşın ardından başlayan demokratikleşme süreci Menderes’in de siyasi kariyerinde yeni bir dönemin işareti olur. Onun tanınması da ilk kez işte bu geçiş evresinde gerçekleşir. Yaklaşık on beş yıl boyunca olağan dışı bir çıkışına rastlanmazken, ortaya yeni çıkan muhalefetin sözü dinlenir politikacılarından biri olur. Siyasi erkin teklif ettiği 1945 Mayıs’ında Çiftçiyi Topraklandırma Kanun tasarısının Meclis’teki görüşmeleri sırasında aleyhteki ciddi eleştirileri onun CHP içinde muhalif kanata katılmasına vesile olur. Menderes, bu kanunun öngördüğü köylülere toprak dağıtma idealine karşı çıkmamakla birlikte bunun uygulanabilirliğinin güç olduğunu düşünür, en önemlisi büyük arazilerin zorla kamulaştırılmasına karşı çıkar, bunun yerine toprakların modern/teknik tarımla işlenmesi teziyle sermaye getiren çiftliklerin dokunulmamasını ister. Özellikle bu kanun tasarısının görüşülmesi sırasında Menderes’in performansı dikkat çeker ve onun ayırt edici bir özellik kazanmasını sağlar. Özellikle bu konuşmaları ile Menderes, dönemin Başbakanı Saraçoğlu’nun deyimiyle parti içinde bir “çatlak sese” dönüşmüştür.
Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu görüşmelerinin ardından o sıralarda oylaması gerçekleşen bütçe kanunu tasarısına Menderes’in ret ve ayrıca Saraçoğlu hükümetine güvensizlik reyi vermesi onun muhalif konumunu açıkça belli eder. O güne dek cesaretle dillendirilmemiş görüşler kısa sürede siyasi bir içerik kazanarak tutumlara da yansır. Menderes, üç muhalif CHP mebusu ile 1945 Haziran’ında partinin üst yönetimine verdikleri “Dörtlü Takrir” denilen önerge ile partinin tüzüğü ve kanunlardan anti-demokratik gördükleri hükümlerin kaldırılmasını isterler. Menderes, daha sonraki günlerde Fuat Köprülü ile birlikte Vatan gazetesindeki yazılarıyla iktidara yönelik eleştirilerini yinelerler. CHP yönetimi sonunda Menderes’in partiden ihracına karar verir. Diğer muhaliflerin de kopuşları ile yeni bir siyasi partinin yolu açılır. Açık oy ve gizli sayımla yapılan 1946 genel seçimlerinde Menderes, Aydın’dan seçim hilesiyle kazanamayınca Kütahya’dan vekil olur. Böylece Kütahya Menderes’in aktif siyasi hayatının başı ve sonu gibi görülüyor.
Kuruluşundan itibaren dört yıllık döneminde DP’nin siyasi meşruiyet ve örgütlenme çabalarında temsil vaziyetinde olan Menderes’in işi kolay sayılmaz. Bir yandan çok partili hayatı kalıcı hale sokmak için hâlâ kudretli siyasi iktidarın her şeyi geri götüren kararına vardırmayacak ölçüde muhalefet edecek, öbür yanda da hükümetle partisi arasında bir muvazaa olduğu izlenimi verecek ölçülü bir ilişkiyi ortaya koyacaktır. Menderes’in 1946-1950 arasında yaptığı konuşmaları ve demeçlerinin bu iki zorluğu gidermek üzerine olduğu anlaşılır.
Adnan Menderes ve Kütahya
"21 Temmuz 1946 seçimleri gündeme geldiğinde o zamanki seçim kanunu birden fazla ilden seçime katılmaya izin verdiği için Adnan Menderes, hem memleketi olan Aydın hem de Manisa ve Kütahya'dan milletvekili adayı olmuştur. Merhum Menderes, memleketi Aydın'da seçimleri kazanamamış ama Kütahya'da kazanmıştır. Böylelikle Adnan Menderes 1946-1950 döneminde Kütahya milletvekili olarak TBMM'de yer almıştır. O yüzden de Adnan Menderes'in Kütahya'ya ayrı bir sevgisi ve ilgisi vardır. Her konuşmasında Kütahya'ya çok fazla borçlu olduğunu ifade etmiştir." Menderes Kütahya’ya neler yaptı. Kütahya Ticaret ve sanayi odası tarafından yayımlanan rapora göre 1950-60 arasında yapılanlar bugün de Kütahya’nın ilk ve son Türkiye ölçeğinde ağır sanayi özel-kamu fabrikalarıdır. (https://www.kutso.org.tr/wp-content/uploads/2017/06/sanayi-devrimleri.pdf)
1. Koçak Kiremit Tuğla Fabrikası (1950)
2. Azim Kiremit Fabrikası (1952)
3. Kütahya Şeker Fabrikası (1953)
4. Tunçbilek Termik Santralı (1954)
5. Kütahya Azot Fabrikası (1954)
6. Gediz Kömür Sahaları (1955)
7. Emet Etibor İşletmesi (1958)
8. Seyit Ömer Linyit İşletmeleri (1960)
9. Kayaköy Hidroelektrik Santrali (1960)
Bu yatırımlar, DP’nin devamı olan AP döneminde de özel sektör ağırlıklı çini, tekstil ve madencilik alanında olarak devam etmiştir.
Menderes’in Büyük Türkiye İdeali’ne Karşı 27 Mayıs Darbesi
1950 yılından itibaren iktidara gelen Demokrat Parti, “Büyük ve Güçlü Türkiye” idealine bağlı, Batılı ama yeri gelirse Rusya’yı bile kullanacak kadar pragmatist bir iktidardı. Un fabrikası ve şeftali yetiştirmek yerine askeri fabrika yapmak istiyordu. Buna karşı başlayan ilk Gladyo hareketi 6-7 Eylül 1955 olaylarıydı ama DP, bir kez dönülemez tünele girmişti.
Dönemin İngiltere Büyükelçisinin (Bernard Borrows/1958-62) raporlarına bakıldığında, İngiltere’nin darbeden 38 gün önce darbe olacağını kesin olarak bildiği, hatta darbe anını ve tankların yönünü Menderes’ten önce bildiği görülmektedir. Darbeden üç gün sonra ABD’nin ve iki gün sonra İngiltere’nin tanıdığı, Jön Türklerin son versiyonu 39 kişilik albaylar cuntası, NATO ve CENTO’ya bağlılığını belirtirken, bürokrasi, ordu ve polis teşkilatında yönetici kesimin neredeyse tamamını, İngiltere ve ABD’nin desteğiyle tasfiye etmişlerdi. Öğrencilerin kıyma makinesinde ve asfalta eritildiği kara propagandasını medyaya yayan ve CHP Gençlik merkezlerinin yönetim merkezi olduğu darbe öncesi olaylar, iç medyada olduğu kadar dış medyada da yaygındı. BBC ve New York Times Gazetesi’nde, “Menderes’in artan baskısı”, “Ordu rahatsız”, bindirilmiş kalabalıkları de “zinde kuvvetler” ve “iç karışıklık” diye manşetlere taşıdığı görülmektedir.
27 Mayıs darbesinin sabahında Org. Cemal Gürsel telefonda İnönü’ye “Emrinizdeyim Paşam” der. İki darbeci subay da Paşa’yı evinde ziyaret ettikten sonra beraberce balkondan bindirilmiş kıtaları, Ayten Sokak’ta selamlarken. Bugün SADAT gibi milli kuruluşların kapısına dayanan CHP’nin balkonunda darbeciler el sallamaktadır.
27 Mayıs darbesinden sonra TSK’daki 290 generalden 235 general ve amiral, 7 bin albay, yarbay ve binbaşı rütbesindeki subay ordudan tasfiye edilmişti. ABD Büyükelçisi Warren’in 11 Ağustos 1960 tarihli raporuna göre, emekliye sevk edilen subaylar, generallerin yüzde 90’ı, albayların yüzde 55’i, yarbayların yüzde 40’ı, binbaşıların da yüzde 5’ydi. Emekli İnkılâp Subayları (EMİNSU) olarak bilinen bu tasfiye hareketinin finansmanı tamamen ABD’den temin edilmiştir.
Darbecilerden en az 16 kişi ABD’de psikolojik harp eğitimi almış ve kadim TSK’nın genetik yapısı, NATO eğitimi almış subaylarla değiştirilmiştir. Mahir Kaynak, 1960 darbesinin İngiltere, tarafından yaptırıldığını söylerdi. Katıksız bir İngiliz kölesi olan Albay Cemal Madanoğlu Cuntasını, 25 yıl sonra ve hala yaşayan, İngiltere Kraliçesi Elizabeth, Tahran’a giderken (6 Mart 1961) Esenboğa’da ziyaret etmişti. Kraliçe, askeri darbeden sonra Türkiye’yi ziyaret eden ilk yabancı devlet başkanıydı.
27 Mayıs darbe bildirisini tok sesiyle okuyan, Alpaslan Türkeş’i radyo evine bizzat ABD özel kuvvetlerinden, terör ve iç savaş uzmanı, sivil görünümlü ajan Fred Haynes götürmüştür. Menderes, Türkeş’in içinde olduğu darbeden karkmamıştı ancak o da 14’ler olarak saf dışı edilmişti. ABD bu darbeden sonra IMF çalışanı Kemal Kurdaş’ı, Cuntaya Maliye bakanı yapıp acilen para yardımı yaparken (6-7-1960: 1 milyar lira, 4-8-1960: 34 milyon dolar, 12-01-1961: 43 milyon dolar... Kısaca Menderes’e 30 milyon dolar veren ABD Cuntaya tam 10 katını derhal vermiştir.) bu arada, Rusya’yı kızdırmamak için Menderes’in istemediği nükleer başlıklı füzeler Türkiye’ye gelmiş, Merkez Bankasının 33 ton altınları kaybolmuş aynı anda ve bu miktarda FED’de altın artışı olmuştur. Oysa Kütahya’dan Menderes’in uçak dolusu altınla kaçmaya çalıştığı iddia edilmişti. 1950-60 arası dönemin CIA hatıraları olarak bilinen, “The Inside Strory of CIA” adlı kitapta bir ABD'li general şöyle der: “1960 Nisan'da İstanbul'a geldim. 15 gün Hilton'da kaldım.10 milyon dolar darbecilere dağıttım ve Türkiye'yi terk ettim.”
Demokrat Parti’nin yıkılma sebepleri şunlardır:
1.) Türkiye’nin 1908 yılından itibaren başlayan Jön Türk/Batı yerine Osmanlı’nın bakiyesi olduğu ruhuna dönmesi,
2.) Ezan’ın Arapça da okunmasının serbest bırakılması, Radyo’da Kur’an-ı Kerim’in/ halk müziğinin serbest bırakılması, Anadolu üzerindeki jandarma, maddi ve manevi baskının kaldırılması,
3.) Başta İstanbul olmak üzere Anadolu kültürüne geri dönülmesi ve Osmanlı Hanedanı kadınlarının geri getirilmesi,
4.) Kıbrıs’ın İngiltere’den alınma faaliyetleri,
5.) Türkiye’nin İran, Pakistan, Mısır, Irak ve Suriye ile derinlemesine yakınlaşma çabaları
6.) Libya ve Cezayir’in kurtuluşuna NATO üyeliğine rağmen destek çabaları,
7.) Bağdat Paktı üzerinden İslam Birliği faaliyetleri,
8.) Menderes’in DP Grubuna, “Siz isterseniz Hilafeti bile geri getirebilirsiniz” sözleri,
9.) Menderes’in Rusya kartını kullanmaya başlaması,
10.) Tarım ve hayvancılığa yönlendirilen Türkiye’nin, sanayileşme çabaları,
Büyük Türkiye, Dünya ve Ortadoğu hâkimiyeti için asla kendi haline bırakılamayacak kadar jeostratejik bir öneme sahiptir. Mantıkları şuydu: “Türkiye, ya yeni bir Osmanlı olur ya da elimizin altında bir kuzu olur.” Sonraki uluslar arası süreç ve günümüzdeki, Çin’in Tek kuşak-Tek Yol projesi, Libya ve Suriye olaylarına bakıldığında konu daha iyi anlaşılabilir. Kıbrıs’a diplomasiyle hâkim olmak üzere olan ve bu sebeple idam edilen Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun, 6 ve 7 Eylül 1955 tarihinde meydana gelen İstanbul olaylarıyla Türkiye çok zor durumda kalırken, Menderes üç yıl sonra Londra’da uçak kazası geçir(til)miştir.
Irak’ta Türkiye’yle birleşmek yanlısı ve Osmanlı hanedanı mensubu bir hanımla evlenmek üzere olan genç Kral Faysal ve son Osmanlı evladı olan Nuri Said Paşa, tüm aile fertleriyle birlikte, Madanoğlu’nun Irak versiyonu bir cuntacı tarafından feci bir şekilde öldürülmüştür. Bu dönemde Suriye, İran ve Pakistan dahil Ortadoğu’daki iktidarlar ABD ve İngiltere tarafından devrilmiştir. Kıbrıs Fatih’i Zorlu, IMF’ye rest çeken yiğit Tatar evladı, Hasan Polatkan da bu yüzden idam edilmiştir. Adnan Menderes, “Büyük Türkiye”, Zorlu “Yeniden Ortadoğu”, Polatkan ise IMF’ye hayır dediği için İngiltere ve ABD tarafından idam edilmişlerdir. Onları Yaslıada’ya tıkayan kuvvet bunlardı.
Mahallemizin aslanlarına sahip çıkın der Gazzeliler… Yoksa köpeklere yem olursunuz. 7 Mayıs’ı unutursak tekrarlanır… Aydın Menderes bana dedi ki: “Menderes’i astık dediler 3000 kişi meydana çıkmayınca ertesi gün astılar.” 15 Temmuz kahramanlarına selam olsun.