Osmanlı Hilafet Devleti dünyaya nizam veren bir konumdaydı. Bu misyon ve gücünü kuşkusuz deruhte ettiği Hilafetten alıyordu. Bunu yakinen bilen Batı güçleri, O'nu güç kaynağından mahrum etmek için harekete geçtiler.
I.Dünya Savaşının Hilafeti ilga etmek için çıkarılmış olmasında kuşku yoktur. Nitekim o dönemde Batı zihniyetine sahip İttihat ve Terakki kadroları tarafından yönetilen Osmanlı İslam Devleti sömürgeci güçlerin planları doğrultusunda savaşa dahil edildi. Mondros Mütarekesi'nin ardından Devletin kalbinin attığı İstanbul işgal edilerek bütün bir İslam coğrafyası korumasız saldırıya açık bir hale getirildi.
İşte bu; asırlarca türlü badirelerden geçen İslam ümmeti için bir kırılmaydı. Daha önce hiç yaşamadığı bir hal değişmesiydi. Yeni bir amentünün Hilafetin payitahtına egemenlik kurmasıydı.
Nihayet yerli işbirlikçilerin marifetiyle Ümmetin her bir parçası yalancı bir kurtuluş savaşı hikayesiyle varlığını sürdürür hale geldi. Yeni dünya düzeni düzleminde kapitalizmin pençesinde evrensel güç odaklarının güttüğü siyasi oluşumlar olarak bu güne gelindi.
Nitekim Türkiye Cumhuriyeti; bu coğrafyada yaşayan halkların amentüsüne, tarihine ve medeniyetine rağmen kurulmuştur. Halkların dünya görüşüne, hayat felsefesine ve medeniyet kodlarına aykırı bir hayat tarzı dayatmıştır. Varlığını sürdürmek adına halkları fırkalara ayırmıştır.
Gerçek şu ki; kritik eşik söz konusu ithal rejim için kronik bir hal almıştır. Nitekim rejim, kendisini karşısında konumlandırdığı biri İslami Yönetim talebi diğeri Kürt meselesi ile mücadelesinde tıkanmıştır.
Bu yüzden rejim, komple konsept değişikliğine gitmiştir. İnşallah - maşallahları, ayet ve hadisleri ağzından düşürmeyen AKP Hükümetleriyle İslami yönetim taleplerini törpülemiş olsa da kendi ürettiği Kürt sorununu konsept değiştirerek çözememiştir. PKK terör örgütünün sorunu suiistimal etmesi bu gerçeği değiştirmemektedir.
Bu gün gelinen noktada Mehter Marşı eşliğinde Güneydoğuda il ve ilçelerin topa tutulması halkların ortak geçmişlerinden tamamen kopmasına neden olacağı gibi kardeşlik zemininde kuracakları geleceklerini de tehlikeye atmaktadır. Reddi miras etmiş yeni rejimin Mehter Marşı'nı kendi günahlarına ortak etmesi de neyin nesi? Kucaklayıcı birleştirici Hilafet gibi bir nizamı ilga ederek İslami hayata son veren bir rejimin Allahü ekber nidalarının arkasına sığınması anlaşılır gibi değildir. Rejim eğer laik demokratik amentü üzerinden bu sorunu hal etmekte ısrarlı ise Kemalist Ulusal Marşlar eşliğinde bunu yapması gerekmez miydi? Hiç olmazsa halklar nasıl bir rejimle karşı karşıya olduklarını tespit etmekte zorlanmazlardı.
Zira Hilafet nizamı varken bu topraklar ırkçılıktan kaynaklanan herhangi bir sorun ile karşılaşmamıştı. Ne Arapçılık, ne Türkçülük ve ne de Kürtçülük diye bir dava güden bir kesim gün yüzüne çıkmamıştır.
Selam ve dua ile!..