Bunu diyen kadınla Eyyübiye'nin sokaklarında dolaşırken karşılaştık. Yardım listemizde yoktu.
Bize rehberlik eden kadına adeta yalvardı:
"Artık dayanacak gücüm kalmadı Zeliha. Bizim de imdadımıza yetiş."
60 küsur yaşında, geleneksel giysileri içinde yurdum insanı.
Aynı günün akşamı evine gittik.
Ev kendilerinin ama nasıl bir ev?
Tuvalet, banyo ve mutfak olarak kullanılan karanlık, her tarafı dökülen bölümlerin kapısı yok, birer paçavra çekilmiş.
Oturma odasının sıvaları dökülmüş, berbat bir durumda. Çok elektrik harcamasın diye düşük voltajlı ampuller takıldığı için içerisi karanlık.
Kadın dert küpü.
"Üç kardeştik." diye anlatmaya başladı.
"İki erkek kardeşim evlenince yalnız kaldım.
Şu adam beni isteyince, bir 'sıtaram' olsun diye kabul ettim."
(Kendisinden 24 yaş büyük olan adamın önceki eşi ölmüş. Birçok çocuğu varmış ama arayan soranı yokmuş. 85 yaşındaki adam sobanın arkasında uyuyor. Aklı gidip gidip geliyormuş.)
"Altı çocuğumuz oldu. Olmaz olaydı. Büyük kızım evli, Tokat'ta yaşıyor. Durumu idare eder.
Bir oğlum askerden geldi, işsiz kârsız dolaşıyor."
Sobanın ardında mahzun mahcup, sessizce bizi dinleyen iki genç kızı göstererek;
"Keşke gözüm görürken bunlar da başgöz olsaydı. Bu zamana kadar yüzleri hiç gülmedi."
Sonra esas derdinin kaynağına sıra geldi. "Büyük oğlum. 29 yaşında. Askerden geldikten sonra uyuşturucuya başladı. Buz mudur ne zıkkımdır bulaştı. Kafayı bulunca bize yapmadığı kalmıyor. Vurmak, kırmak, sövmek saymak... Her şey... Evimizde ne var, ne yok sattı."
Ana yüreği evladına acıyor da... "Aklı başında değil ki! Cezaevine girsin de hem biz rahat edelim, hem kendisi diye çok müracaat ettim ama olmadı. Bazen eve gelir, bazen gelmez. Bir gün bir yerde ölür, biliyorum. O da kurtulur, biz de. Ama gel de yüreğime anlat."
Pencereyi gösteriyor. Eski bir battaniye çekili. Camı da çerçevesi de yok.
"Oğlum vurup kırdı." diyor.
"Odun yok. Yiyecek yok. Elektrik, su parası birikmiş. Gidip takside böldüm ama nasıl ödeyeceğimi bilemiyorum."
"Un alsak ekmek yapabilir misiniz?" diye sordum.
"Tabii, çok iyi olur." dedi.
"Akraba" dedim. "Boşver."dedi. "Düşenin dostu olmuyor. Bir tek teyzemin kızı ara sıra halimizi hatırımızı soruyor. Şu üstümdeki elbiseyi de o verdi."
Hemen odun siparişi verdik. Kızların kursa gitmeleri ile Zeliha Hanım ilgilenecek.
Pencereyi yapacağız. Evin boyası yapılacak. Un alacağız. Gıda yardımı yapacağız. İki yer minderi alacağız. Zeliha Hanım "Bende bir televizyon var." diyor. Kabloyu da biz alalım diyoruz.
Bu kadar çok ihtiyacın ancak bir kısmını karşılayabiliyoruz.
Kendimi çok kötü hissediyorum.
Tam çıkarken içeri bir delikanlı girdi.
"Acaba o bağımlı mı?"
Değilmiş. Diğeri imiş.
Çıkışta, bizimkiler, "Annesi bilmiyor ama bunun da uyuşturucuya başladığını söylüyorlar." dedi.
Bir kere daha kahroluyorum.
Bir bataklık. Etrafındakileri de yutuyor.
Akşam tekrar o civardan geçerken bakıyorum, odun gelmiş, taşıyorlar.
Bu gece üşümeyecekler diye sevineyim mi?
Yoksa genel duruma bakıp üzüleyim mi?
Üzüntü ağır basıyor.
Onları bu halde bırakıp sıcak, rahat, huzurlu evime gidiyorum.
Kafam da kalbim de karmakarışık...