İKİNCİ BÖLÜM
M. Sarmış: Sohbete başlamadan önce gördük. Hava çok sıcak. Harran daha bir sıcak. Kazı alanında arkadaşlar çalışıyor. Siz de gittiniz, taşların arasında, toz toprak içinde sanat tarihçisi Seda Hanımla, görevli işçilerle konuştunuz, açıklamalarda bulundunuz. Çok da zor bir iş. Üstelik sadece sahada çalışmakla da kalmayıp okuyorsunuz, araştırıyorsunuz…
M. Önal: Tabii. Kazı çalışması yaptığımız alanla ilgili ayrıntılı araştırmalar yaparız. Varsa o alandaki önceki çalışmaları inceleriz, yapılan yayınları okuruz. Mesela ben Harran'da benden önce çalışan Nurettin (Yardımcı) Hoca'nın çalışmalarını, Harran ve kültürleri hakkında yayınlanmış makale ve kitapları inceledim.
M. Sarmış: Sizin de birçok yayınız var.
M. Önal: Tabii. Eğer yeni bir şey bulmuşsam, söz gelimi yeni bir mozaik, bir Mars heykeli veya yüz bin mühür baskısını bulmuşsam, onları kendim yayınlamak isterim. Ama diyelim bir kitabe bulduysam, onu okuyamadığım için kendime epigrafiyi (yazıt bilimi) iyi bilen bir ortak ararım. Mesela Harran Kalesi'nde çeşitli kitabeler bulmuştuk. Onların uzmanlarını bulduk, John Healey ve Neslihan (Mavi Çiçek) Hanım, onlarla birlikte yayınladık. Şurada hamam çıktı, yayınladık; parfüm dükkânı bulduk, yayınladık. Yayın çalışmalarımız devam ediyor.
M. Sarmış: Harran'dan da bir kitap çıkar mı?
M. Önal: Aslında editörlüğünü Süheyla İrem Mutlu ve Semih Mutlu ile birlikte yaptığımız bir kitabımız var: "Harran ve Çevresi Arkeoloji". Kitapta 3-5 Kasım 2017 tarihleri arasında Şanlıurfa'da gerçekleştirdiğimiz "I. Uluslararası Harran ve Çevresi Arkeoloji ve Tarih Sempozyumu" bildirileri yer alıyor. Bizzat kendime ait bir kitap hazırlığım da var. Şu an son aşamasına gelmiş bulunuyoruz. Son 10-12 yıl içinde, daha önceleri pek bilinmeyen çok yeni yapıları ortaya çıktı. Onlar bir banta bile sığmıyor. İki bant halinde yayınlamayı düşünüyoruz. Zaten şu an doktora çalışması yapan hocalarımız da var. Örneğin bizim bölümün hocalarından Sevcan Ölçer'in hazırladığı "Harran Orta Çağ İslami Dönemi Seramikleri" kitabı geçen yıl Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlandı. O bir bandı idi. Ayrıca Miskçi Dükkanı" diye bir kitap hazırlığımız var. Önümüzdeki yıllarda gelecek. Üç doktora çalışması daha var. Onlar da sırası geldiğinde kamuoyu ile paylaşılacak.
M. Sarmış: Eyvallah! Şimdi buradan Harran konusuna da girmiş olduk. Önce şunu sormak istiyorum: Harran deyince nereyi anlayacağız? Sadece sur içini mi, yoksa daha geniş bir bölgeyi mi? Bir de Harran'ı Mezopotamya ve Bereketli Hilal'in neresine konumlandırırsınız?
M. Önal: Harran Mezopotamya'nın kalbi aslında. Urfa ile birlikte Mezopotamya'nın da, Bereketli Hilal'in de, Elcezire'nin de, Diyar-ı Mudar'ın da merkezine düşer. Topografik olarak fark etmesek de Harran'ın doğusundan Cüllab, batısından Daysan Çayları geçer. Urfa'da her biri küçük bir çay düzeyinde olsa da bu taraflara doğru geldikçe Atatürk Barajı'nın su kanallarından ve yer altı sularından beslenerek her ikisinin de debisi nehir düzeyine yükselir ve Harran'dan bir kilometre ötede birleşir, daha sonra Belih Nehri'ne karışır; Belih de daha sonra Fırat'la buluşur. Dolayısıyla aslında kuşbakışı bakılırsa Harran'a bir ada gibidir.
M. Sarmış: Mezopotamya içinde daha küçük ikinci bir Mezopotamya gibi.
M. Önal: Evet, güzel bir benzetme oldu. Aynen öyle, Harran da bir ceziredir, yani adadır. İşte Cüllab ve Daysan suları arasındaki ada Harran antik kentidir. Her ne kadar, 1200 metre çapında elips biçiminde 6 kapılı 4 kilometrelik bir surla çevrili olan yere Harran denilse de surların dışında da şehirle bağlantılı geniş bir alan vardır. Şehrin hemen batısında surların dışında Hayat-ı Harranî'nin türbesinin olduğu yerde tarihi bir mezarlık vardır. Şahidelerinde eski yazıların bulunduğu mezarlar… 12. yüzyılda şehri ziyaret eden seyyah İbni Cübeyr ve 13. yüzyıl tarihçilerinden İbn-i Şeddad, şehrin doğusunda da Harranlı bilim insanlarının ve şehrin elitlerinin gömüldüğü bir mezarlık olduğundan söz ediyorlar. Aynı zamanda sur dışında, Cüllab'ın da dışında topraktan yapılmış ikinci bir şehir savunması var. Tunç Çağı'ndan da kalmış olabilir. Çünkü o devirde kerpiçten şehir duvarları yapılıyor. Orada henüz bir kazı yapmadık. Yani demek istiyorum ki şehrin etrafındaki nehirleri de aşan çift suru ve savunması var ve şehrin alanı şimdiki sur içinden daha geniş.
M. Sarmış: Harran'ın anlamı nedir?
M. Önal: Harran bir ticaret kenti. Adı da Asurcada, Kalde ve Ugarit dillerinde kervan, yol, ticaret gibi anlamlara geliyor. Şeddad da 14 hamamının dördü sur dışında idi diyor. Bu hamamlar, belki de kervan yoluyla gelen yolcuların yıkanıp temizlenmesi için yapılmıştı. Herhangi bir bulaşıcı hastalık şehre bulaşmasın diye… Çünkü temizliğe çok önem verilen bir şehirdi. Günümüzde bile şehirde 30-40 umumi helanın bulunduğu bir yer yok, ama o gününün Harran'ında var. Hemen şurada su mahzeni var, suyu Cüllab'tan geliyor. Abbasi kayıtlarından öğreniyoruz ki, Halife Harun Reşit zamanında Cüllab'ın suyu çarklarla kaldırılıp kanallara veriliyor. Şadırvanlı avlu dediğimiz tuvaletlerin suyu oradan sağlanıyor. Hepsinde musluk var. Hepsinde havuz var. Taharetini yapıyor. Taban altında büyük kanalizasyon da var. Yani hijyen ve temizlik Harran'da esas.
M. Sarmış: Bu temizlik konusu çok önemli hocam. Bugün için de çok ibret alınacak bir durum.
Şimdi Harran'ın o ihtişamlı geçmişine gidelim. Ne zamana kadar gidebiliyoruz?
M. Önal: Şimdilik "Kalkolitik Çağ" da dediğimiz Bakır Çağı'nın başlangıcına kadar gidiyoruz. Yani M. Ö. 6000'lere kadar. Hem 1950'lerde D. S. Rice, hem 1983'ten itibaren Nurettin Yardımcı Harran Höyük'te kazılar yapmış. Bu kazılarda M.Ö. 6. bine tarihlenen Halaf Kültürü'ne ait seramik parçaları ve damga mühürler bulmuşlar. Buradan Harran'ın tarihini de o döneme kadar götürüyoruz.
M. Sarmış: Halaf Kültürü'nün merkezi neresi?
M. Önal: Tel Halaf, Ceylanpınar'ın karşısında 200 metre kadar Suriye tarafında ortaya çıkarılan tarih öncesi döneme ait önemli bir yerleşim yeri. MÖ 6.000 ile MÖ 5.400 yılları arasına tarihleniyor. Kazılarda çok karakteristik bulgular elde ediliyor. Bunlar arasında özellikle kayısı renkli astarlı, kırmızı ve siyah boyalı seramikler ve heykelcikler dikkat çekiyor. Tel Halaf Höyüğü'nde yapılan kazı çalışmasında bulunan bu seramiklerin benzer örnekleri olmadığı için bu kültürün adına "Halaf Kültürü" denilmiş. Geniş bir coğrafyaya da yayılmış. O kültürden Harran Höyük'te de bulunuyor.
Yine 6000-5500 yıllarına denk gelen, bugün Irak'ta Dicle Nehri üzerinde bulunan Samarra Kültürü'ne ait seramik parçaları da bulunuyor. Dolayısıyla Harran'ın geçmişini de o döneme kadar, yani MÖ 6000'lere, başka bir ifadeyle günümüzden 8000 yıl öncesine kadar götürebiliyoruz. Ama şimdilik tabii. Çünkü Höyük'teki kazılar daha tamamlanmadı. Belki tabanından Neolitik Çağa ait bulgular da çıkacaktır. Harran'ın 1 km ilerisinde Tel İdris Höyüğü var. Orada yapılan kazılarda "Çanak Çömlekli Neolitik Çağ eserleri bulundu.
M. Sarmış: Harran'ın ismi de çok eski. İlk defa Ebla tabletlerinde (Suriye-İdlib) adı geçiyor. O günden beri, yaklaşık 4 bin yıldır hiç değişmemiş.
M. Önal: Evet, ilk defa MÖ 2400'lerde Ebla ve Mari tabletlerinde geçiyor. Tunç Çağı'na denk geliyor. Zugalum adlı bir prensesten bahsediliyor. Dönemin Harran Kralı, Ebla Krallığından Zugalum isminde bir prenses ile evleniyor. Zugalum Harran'ın kraliçesi olmuş oluyor. Ebla kraliçesi doğum yapacağı zaman, akraba olmaları hasebiyle Zugalum'u doğumu sağlıklı yaptırması için Ebla'ya davet ediyor. Doğumdan sonra Zugalum'a altın ve gümüş bilezik hediye ediliyor. Burada günümüzde "doğum tebriği" olarak devam eden bir geleneğin öncü izlerini görüyoruz. Aynı zamanda bize Harran'ın daha o zamanlarda tıp alanında belli bir seviyeye geldiğinin ipuçlarını veriyor.
Bu sebeple Harran'ın adı MÖ 2400'lerden itibaren çivi yazılı tabletlerde Harrana, Harranu Harrani diye geçiyor.
M. Sarmış: O günden beri hiç değişmemiş.
M. Önal: Gerçi Yunan ve Roma döneminde "Kare" (Carrhae) diye değişiyor. Daha sonra tekrar Harran oluyor. Bir de biliyorsunuzdur, 12 Eylül döneminde de adı "Altınbaşak" olarak değiştirildi ama tutmadı. Daha sonra tekrar Harran'a döndü. O da sevindirici oldu tabii.