M. Sarmış: Doğum tarihiniz kaç? O televizyon programında farklı farklı tarihler veriyorsunuz. Suriye'de 1927, Türkiye'de 1941, doğrusu ise 1937 diyorsunuz. Nasıl oluyor?
A. Rızvanoğlu: İzah edeyim. Kaçakçıyım. Otuz küsur sene kaçakçılık yaptım. Gece gündüz, koyun götürdüm, deve götürdüm, sığır götürdüm, at götürdüm. Atla gittim, sırtla gittim. Çalıştım. Buradaki esas işimiz de hayvan ticareti. Fakat bunlar Suriye'de rağbet görüyor diye, oraya da götürüyoruz. Orada satıyoruz. Yerine de kaçak mal getiriyoruz. Giysi getiriyoruz, ipek getiriyoruz. Çay bize göre ucuz olduğu için çay getiriyoruz. Bu şekilde devam etti…… Bak şimdi buralara gelince esas konuyu unuttum. İyice yaşlandık artık. Bazen böyle oluyor.
M. Sarmış: Bizim de başımızda; oluyor bazen. Doğum tarihinizi söyleyecektiniz.
A. Rızvanoğlu: Şimdi efendim, bir çocuk vurdum. Yaşı herhalde 12-13 civarında. Biraz sertliğim varmış. Çok affedersiniz bir de güç varmış. Meydanda beni yenen olmazdı.
Şükrü Özdemir: Hoca olmadan önce…
M. Sarmış: Vurdum derken…
A. Rızvanoğlu: Yahu geldim baktım bir kızı vuruyor. Kız da benim komşum. Çocuğa "Niye vuruyorsun?" dedim. Benden biraz büyük. "Sana ne lan!" dedi. "Bana mı ne?" Elimde bir değnek vardı. Kafasına vurdum. Vurur vurmaz, kan fışkırdı. Kıza "Sen kaç." dedim. Ben de eve gittim. Sonra polis gelip bizi aldı, karakola götürdü. Babamgil geldi. "Ne oldu?" dedi. Dedim "Filancanın oğlunu vurdum." Dedi "Adını söyledin mi?" "Dedim "Söyledim. Dedi "Onlara de ki adımı yanlış söyledim. Esas adım Ahmet'tir." Ahmet kardeşimin anası yerli olduğu için, doğar doğmaz nüfusa kaydetmişler. Benim annem Suriyeli olduğu için hâlâ kimlik kaydım yok.
M. Sarmış: Babanız birden fazla evlenmiş yani.
A. Rızvanoğlu: Üç defa evlenmiş. İkinci evlendiği kadın çocuğu olmadan ölmüş. Sonra annemi getirmiş. Neyse… Gidip evden kardeşim Ahmet'in kimliğini getirdiler. Biliyorsunuz yaşı küçük olanın kimliğinde resim olmaz. Ahmet 1941 doğumlu. Benim kimliğim diye onu gösterdim. Polisler "Hani senin adın Abdülkadir'di?" dediler. "Kaçmak için yalan söyledim." dedim. (Gülüyor.) Neyse, çocuk olduğum için mahkemeye vermek yok, bıraktılar beni. 1941 tarihli doğum tarihimin hikâyesi böyle.
Yıllar sonra Suriye'ye gittim. Kimlik çıkaracağım. Dediler ki kimliğini biraz büyük yapmazsan seni askere götürürler. Dayım oğlu gitti nüfus dairesine, hükümete giriş çıkışlı bir insan. Allah rahmet eylesin. Gelip dedi "Ağam, doğumda sınırları 1927. Doğum tarihini 1927 yaparsan, tamam. Yine de nerde tutulursan tutul, mümkün mertebe kimliğini verme. Çünkü yaşınla gövden birbirini tutmuyor." 1927'li doğum tarihimin hikâyesi de bu. Suriye'ye gidince 1927 doğumluyum. Tabii inanılacak gibi değil.
Bir de 1935 meselesi var. Onu da anlatayım. Bediüzzaman Mezarlığında kendime bir mezar yeri buldum. Mezar yerimi kazdırdım. Cümle kapısından girince, namaz kılınan yerin orada ağzına yakın köşede. Üzerinde adım yazar. Taşçıya yazdırırken doğum tarihimi unuttum. Rızvan abimin doğumu geldi aklıma. Dedim "Yaz, 1935." O da öyle oldu.
M. Sarmış: Böylece birkaç doğum tarihi ortaya çıkmış oldu.
A. Rızvanoğlu: Gelelim esas doğum tarihime… Sonra araştırmaya başladım. Rahmetlik annem dedi ki "Sen Mahmut'tan üç ay büyüksün." Mahmut benim bacımın oğlu, yeğenim. O da bir sene olmadı öleli. Mahmut'a gittim. Dedim "Mahmut, siz mektebe gittiniz. Ben gitmedim. Senin doğum tarihin nedir? Ben de ona göre kendi doğum tarihimi bileyim." Bugüne kadar üç tane söyledim. Üçü de yalan, yanlış. Ama kastımız yalan söylemek değil, Allah bilir. Mahmut, "Ben 1937'nin 7. ayının 1'inde doğmuşum." dedi. Ben ondan 3 ay büyük olduğuma göre, benim doğum tarihim de aşağı yukarı Nisan'ın 1'ine denk geliyor, demektir.
M. Sarmış: Eyvallah! Allah size hayırlı ömürler versin. Çok yoruldunuz. Siz de bir çay için. Dinlenin biraz.
A. Rızvanoğlu: Yok yok! Benim çayla pek aram yok. Bugün sizi gördüm, biraz ferahladım. Devam edelim.
M. Sarmış: Peki, 1937'de doğdunuz. İki yıl sonra İkinci Dünya Savaşı çıkıyor. Türkiye savaşa girmiyor, ama çok etkileniyor. Yoksulluk çok. Kıtlık yılları. Ekmek karne ile alınıyor. Çocukluğunuz o yıllara denk geliyor. O döneme dair hatırladığınız şeyler var mı?
A. Rızvanoğlu: Karne vaktine yetiştim. Fakat pek hatıram yok. O sıralarda babamın işi kırılmıştı. Dergezenli'deki evlerimizi satmış, Kamberiye'ye taşınmıştık.
M. Sarmış: Niçin Kamberiye?
A. Rızvanoğlu: O sırada canlı hayvan ticareti büyüdü. Babam da canlı hayvan ticareti yapıyor. Eski sokağımız dardı, içinden develer geçirilemezdi. Babam o evleri sattı. Kamberiye'deki evlerin ise ahırları vardı. Sonra yazın çok avantajlı bir konumu var. Eski Zirai Donatım Kurumu'nun yerini biliyorsunuz. (Mahallenin kuzey doğusunda) Onun karşısı tarla. Hayvancılık için bulunmaz bir yer. Orada 8 ay develerimizi gece yatırırız. Çoban yorgun gelir yatar, gece 12.00'ye kadar kardeşim bekler; 12'den sonra ben beklerim. Sabahleyin herkes kalkıp işine kârına gider.
M. Sarmış: Kaç yaşındasınız o zaman?
A. Rızvanoğlu: (Durup biraz düşündükten sonra) 1943'te sünnet merasimi yapıldığına göre, ondan 3-4 sene sonra olabilir. Yani 9-10 yaşlarında olmalıyım.
M. Sarmış: Bir ara soru sorayım. Bizim çocukluğumuzda da deve vardı. Ne oldu o develere? Dışarıdan mı getirilirdi? Burada mı yetiştirilirdi? Sonra nasıl kaybolup çıktı hayatımızdan?
A. Rızvanoğlu: Şimdi efendim, o zaman kamyon yok. Bilhassa köylere yük develerle götürülüp getirilirdi. Kamyon sonradan çıktı. Çok da azdı. Yük taşıtmak kolay değil. Köye gidip gelirken kamyonun üstünde yer bulmak bile zordu. Mesela Harran'a mı gideceğiz. Önceden haber gönderip yer ayırtırdık kendimize. Torpilliyiz. İşte bizim ticaretimiz de o zaman güzel kaynamaya başladı. Bakarsın Karacadağ'dan 10 tane deve gelmiş; tutarız, aldığımızı alırız, almadığımızı komşuya satarız.
M. Sarmış: Develer sadece yük hayvanı olarak mı kullanılırdı?
A. Rızvanoğlu: Gücünden faydalanıyoruz. Yük taşıyoruz. Etini yiyoruz. Sütünü içiyoruz. Ben diyebilirim ki bir tanker dolusu deve sütü emmişimdir. Onun yavrusu gibi hayvanın memesini ağzıma tutarım, yavru öbür taraftan emer, ben bu taraftan emerim.