Aynı mahallenin "şeniği" olmamıza rağmen kendisini ara sıra ve hep uzaktan görmüş, hiç konuşmamıştım. Az da olsa Kur'an-ı Kerim, ezan ve mevlit okumalarına şahit olmuş ve çok beğenmiştim. Çok tatlı bir sesi vardı ve çok hazin okuyordu.
Başta büyük abisi Şavak (Şavak-ı Rızzo) olmak üzere kardeşleri ve yeğenleri, zamanında sadece Kamberiye'de değil, bütün Urfa'da tanınan ve çekinilen insanlardı. Fazla samimiyetim olmamakla beraber bazı yeğenleri ile tanışıyordum. Fakat o ve onun çocukları farklıydı.
Bir süre beraber çalıştığım, hakkında kitap yazdığım, şair, yazar, sendikacı Mehmet Akif İnan'ın arkadaşı olduğunu öğrendiğim zaman şaşırmıştım. Bilseydim, daha kitap hazırlığım sırasında kendisine ulaşmaya çalışırdım.
Hem kendisini tanımak, hem Kamberiye Mahallesine dair bilgiler almak ümidiyle kapısını çaldım. Mahallenin kuzeyindeki Peygamber Camii imamı Şükrü Özdemir'in kendisini tanıyabileceğini tahmin edip aradım. Şükrü Hoca iyi tanıdığını ve röportaj kararımın da çok isabetli olduğunu söyledi.
Randevuyu da Şükrü Hoca ayarladı. Arabasıyla da o beni götürdü. 5 Aralık 2023 Salı akşamı Korukent'teki oğlunun evinde buluştuk. Doğrusu biraz çekincem vardı. Abdülkadir Rızvanoğlu'nun bende hep çok sert ve heybetli bir imajı vardı. Meğer hiç öyle değilmiş. Çok mülayim, çok alçak gönüllü, çok hoş sohbetmiş. Yaş olarak benden çok büyük olduğu halde hep "efendim" diye çok nazik bir üslupla konuştu.
Bir konuda daha beni yanılttı. Eve girip gördüğüm zaman yatakta yatıyordu, çok bitkin görünüyordu. "Eyvah!" dedim "Çok düşmüş. Nasıl konuşturacağım?" Öyle olmadı. Oğlu Mehmet Ali, kendisini doğrulttu, arkasına birkaç yastıkla destek verdi. Ara sıra küçük unutkanlık fasılaları hariç hafızası da çok canlıydı.
Güzel bir sohbet oldu. Bazı ufak tefek sorular için daha sonra iki defa telefon ettim. Her defasında büyük bir nezaketle cevap verdi.
***
M. Sarmış: Bize Rızvanoğlu ailesi hakkında bilgi verir misiniz?
A. Rızvanoğlu: Baş üstüne. Evvela bizi bu röportaj dizinize dâhil ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Ben o seviyede değilim.
M. Sarmış: Estağfirullah! Çok değerlisiniz.
A. Rızvanoğlu: Bundan iki yüz sene kadar önce Mısır'da Osmanlı'nın bir valisi vardı. Adı Mehmet Ali Paşa… Türkiye'ye isyan edecek. Bunun için yeni bir ordu kurmaya karar veriyor. Ülkenin ileri gelenlerini topluyor. Her birine savaşabilecek kaç genci olduğunu soruyor. Diyelim 50 dedi; "5'ini, 10'unu bana asker olarak verir misin?" diye soruyor. Aşiret reisleri geldikçe görevliler yazıyorlar, yazıyorlar... Sıra bizim aşiretin reisine geliyor. "İsba'a Aşireti"… Arapça "Aslanlar" demek. Reis gelirken elinde bir torba mercimek de getirmiş beraberinde. Mehmet Ali Paşa ona da "İsbaa aşiretinin kaç adamı var?" diye soruyor. Reisimiz mercimek torbasını, üzerinde oturduğu, artık çul mu, hasır mı neyse, onun üstüne başaltıyor. "Bizde bu kadar var." diyor. Paşa "Maşallah! Maşallah! Maşallah!" diyor. "Sen öyle ise ayrı dur. Seninkini muhafız ordusuna alalım." Daha sonra onunla bir araya gelince de "Diğerlerinin silahını Mısır'da yaptıracağım. Muhafız ordusunun silahlarını ise Hindistan'da yaptıracağım." diyor. Öyle yapıyor; Hindistan'da yaptırıyor. Silahlar gelince askerleri topluyor, giydiriyor, silahlarını dağıtıyor. Talim ediyor. "Çok güzel oldu. Kıyafetler de silahlar da çok yakıştı. Silahlarınız Hindistan'da yapıldığı için size Henada diyelim." diyor. Yani Hint ordusu, ordunun bir parçası…
Aşiretimizin ismi o gün "Heneda" oldu. Mehmet Ali Paşa'nın ordusu ile beraber bu tarafa doğru geldik. Nizip'in yanında ordusu kırıldı. Geriye kalanların hepsi ile beraber Heneda Aşireti de dağıldı. Bugün Deyrzor'da vardır. Halep'te vardır; orda az. Rakka'da vardır. Ürdün'de vardır. Antep'in Sazgın Köyünde (Oğuzeli ilçesine bağlı bir mahalle/köy) vardır. Bir kısmı de Urfa'ya gelmiştir. Urfa'nın köylerinde ve merkezindedir. Karakeçi tarafında da vardır. Diğerlerine İsbaa derler, fakat Türkiye'ye gelenlerin hepsi Heneda oldu. Üstünden seneler geçti. Sonradan Türkiye'ye gelenler oldu. Birbirini arayıp bulanlar oldu. En son İbrahim Tatlıses'in dedesi Suriye'de bir köyde bulundu. Gittiler oradan getirdiler. Hemen hemen yüz sene sonra o kök bulundu.
M. Sarmış: Tatlıses'i ayrıca soracaktım size, ama madem adı geçti, şimdi girelim. O konuyu biraz açar mısınız?
A. Rızvanoğlu: Suriye'de Tel-Aran Köyü var. O zaman gidiş geliş böyle yasak değil. Aşairler gidip geliyor. Bizimkiler bir vesile ile köye gitmişler. Demişler "Siz nesiniz?" Onlar da "Biz Henada'yız.". Bizimkiler "Yahu burada sekiz on tane Henada var. Türkiye'de şu kadar Henada var. Siz burada tek başınıza niye kalmışsınız?" demişler. Onlar da demişler ki "Biz buralarda Henada olduğunu hiç duymadık." Bizimkiler Urfa'ya gelirken Tatlıses'in dedesini de beraberlerinde getirmişler. Onun da adı İbrahim. Bakmış burası şehir. Kalabalık, insan, dükkân, ev, filan… Burada kaldı. Akrabalarla, bizlerle buluştu. Buradan evlendi. Çoluk çocuk sahibi oldu. İbrahim Tatlıses'in babasının adı da Ahmet'tir.
M. Sarmış: Yani akrabalığınız aşiret düzeyinde.
A. Rızvanoğlu: Evet. Birbirimize ne kadar yakınız, bilmiyoruz.
M. Sarmış: Hâlâ Suriye'de akrabalarınız var diye biliyorum.
A. Rızvanoğlu: Tabii. Çok akrabamız var. Anam da Suriyeli. Dört bacım Suriye'de evli. Amcam kızları üç tane, kardeşim kızları iki tane, hakeza evlenip oraya gittiler. Kökümüz hepsi orada. Şimdi benim Kamberiye'deki evimde Suriye'de kaymakam olan Hacı Salih oturuyor. Herhalde geçen hafta vazifesi bitti.
M. Sarmış: Anlayamadım. Suriye'de kaymakamlık yapan biri sizin evde nasıl oturuyor?
A. Rızvanoğlu: Türkiye'nin kontrolündeki Telebyad taraflarında bir yerde kaymakamdı. Sınıra 2 kilometre mesafede bir yer. Gidiş geliş yapıyordu. Dört yıllık bir süre için atanmıştı. Süresi bitti.
M. Sarmış: Peki, gelelim soyadı konusuna… Ailenizin bazı üyeleri Tatlı soyadını taşıyor; siz ve daha başkalarının soyadı ise "Rızvanoğlu". Sebebi nedir?
A. Rızvanoğlu: Efendim şöyle izah edeyim. Soy isim kanunu çıkmadan evvel herkesin bir lakabı vardı. Umumiyetle uydurmadır. Dedemin bir kardeşi var; babamın öz amcası. Adı Muhammed. Helvayı çok sevdiği için "Muhammed Heleva" derlermiş. Uzun zaman o lakapla anılmış. Soy isim kanunu çıkınca da ailemiz ondan dolayı "Tatlı"soyadını almış. Helva tatlı ya, Türkçesi verilmiş. Kısmen Tatlı, kısmen Tatlıcı, kısmen Tatlıdil, Tatlıses… Hep Tatlı'yla gittiler. Mesela İbrahim'in soyadı da önceden "Tatlı" idi. Türkücü olunca "Tatlıses" yaptı.
"Rızvanoğlu"na gelince… Herhalde 50- 60 sene kadar geçmiş olması lazım; merhum büyük abimiz Hacı Şavak bir gün bana dedi ki "Abdülkadir!". Dedim "Buyur abi!" Dedi "Oğlum, aşiret biraz büyüdü. Birisi Halil diyor, on tane Halil çıkıyor. Abdülkadir diyor, beş altı tane Abdülkadir çıkıyor. Mehmet diyor, on tane Mehmet çıkıyor. Gel biz dedemizin ismini soy isim olarak alalım. Biz Rızvan'ın oğullarıyız. Soy ismimizi "Rızvanoğlu" yapalım." Rızvan, dedemizin ismi; yani babamızın babası… Abim bizi tek tek çağırdı. Çoğumuz tamam dedik. Yalnız Reşit kardeşim "Tatlı" olarak kaldı. Bir de Halil Ağa hâlâ Tatlı'dır. Yani diyeceğim, soy isimleri Tatlı da olsa, Rızvanoğulları da olsa, esas kökenimiz Arap İsbaa Aşiretidir ya da sonraki adıyla Heneda Aşireti…