'Gussadan hali değül hal-i hayatında kişi

Elem-i aleme her dem gam-ı müdgam değül'

Yahya Bey ( ö.1582 )

İnsanoğlu yaşadığı süre zarfında dert ve üzüntüden uzak kalamaz; dünyanın dertlerine her zaman üst üste yığılmış gam, dediler. Evet, şair ne güzel söylemiş; filozof ne güzel ifade etmiş: ' İnsan, gülümseyişle gözyaşı arasında gidip gelen bir sarkaçtır.'

Üzülmek, gam çekmek, diğer bir tabirle ızdırap duyma, kederlenme; bu eylemi başka bir çok kelimeyle ifade edebiliriz. Üzülmek; insanların yapamadıkları; gücü yetmediği, çok sevdiği bir insanı kaybettiği, ya da önemsediği bir şeylerin, bu maddi veya manevi olur fark etmez, bunların kaybolmasıyla, ruhumuzda uyandırdığı derin acı çekme, kederlenme, moral bozukluğunun yaşanmasıdır.

İnsanların ihtiyaçları sınırsızdır; bunları zaman zaman elinden geldiği kadarıyla karşılamaya çalışır ve bunlardan elde ettikleri değerine göre mutluluk verir insana, bazıları ise tabiatıyla istediği gibi olmaz. İşte bu sonuç insanın üzülmesine sebebiyet verir.

Aslında her istediğimiz şeyin olması gerekecek diye bir şey yoktur. Zaten önemli olan insanın hayattan ne istediğini biliyor olması ve beklentilerinin vazgeçilmez olmamasıdır. Bu beklentilerin ışığına göre hayatını düzene koyması ve hayatını anlamlandırabilmesidir.

Zamanla bunlar gerçekleşecektir; eğer sabırla katlanabilirse acılara, ızdıraplara, gerçekleşmeyen hayallere, umutlara...

Büyük kederleri unutturacak, büyük mutluluklar bulmak için, derin ve keskin acılar yaşamakta olan insanlar, neredeyse imkansızı yaşarlar. Bu acıların izlerini silmek neredeyse imkansızdır.

Taşınması zor bir azabın altında ezilen insanlar bazen büyük bir mutluluk ihtimali kapılarını çalsa da o kapıyı açacak gücü ve cesareti kendilerinde bulmazlar; hatta sessizce durup kapılarını çalan bu beklenmedik yolcu gitsin diye, beklerler.

Kederli insanları yeniden hayata döndürüp yüzlerini gülümsetecek tılsım ani ve kısa sevinçlerde gizlidir. İşte uyuyan bu aslanı uyandırmak elimizde, üzülmek denen bu ruh yorgunluğunun belki de büyük sevinçlere, mutluluklara gebe olduğunu anlamamız gerekir.

Çünkü hiçbir mutluluk bedeli ödenmeden ortaya çıkmaz ve zorluklardan, acılardan sonra gönüller güzelliklere gark olurlar. Yokuşu tırmanırken dökülmeyen ter, inişte bedelini gözyaşıyla öder demiş atalarımız, ne güzel ifade etmişler. Hem bir gerçek değil midir; geceden sonra gündüzün apaydınlığı...

Evet, bir tespih habbesinin, bir parmaktan diğerine geçişi gibi, bir kalpten diğerine geçiyor hayatlarımız, umutlarımız, sevinçlerimiz, hüzünlerimiz ve kederlerimiz...

Kendimize benzeyenlerin önünde şık, kameraların önünde şaşkın, suç işlerken yakalanmış gibi boş duran hayatlarımız bizim; yüklerimiz, acılarımız, yani evde bıraktığımız ve birazdan gidip tekrar sırtlayacağımız dünya çilesi.

Bırakalım yaşamın onulmaz döngüsüne ve hayatın akışına müdahale ederken mutluluğun yanında üzülmenin de olduğunu kabul edelim ve yaşam üzülmeye değecek kadar kısa olmadığını bilerek, pişmanlıklarımızı en aza indirerek hayatın tadını çıkaralım. Ve şunu unutmayalım: 'Dar-ı dünya delü gönlüm gibi viran olsa. Ne cihan olsa, ne can olsa ne hicran olsa.' ' Dünya evi çılgın gönlüm gibi yıkılmış olsa; ne dünya olsa, ne can olsa, ne de ayrılık olsa.' (Yahya Bey 16.yy) diyen şaire kulak verelim; hayatımızdaki bütün duyguları yaşayabilmenin erdemine varalım.

Sağlıklı gülümseyişlerin, umutlu yarınların, ızdırapların bile adam gibi yaşandığı yarınlara...

Hoşça kalın..!