Anlatılanlara göre; asırlar önce yaşayan önemli bir zat varmış, ismi de Hasanmış. Şazeli bölgesinde yaşadığı için de ona Şazelili Hasan derlermiş. Yedinci asırda yaşadığı tahmin ediliyor. Dağlarda keçi çobanlığı yapan Hasan'as-Şazeli. Bir gün nasıl olmuşsa kahve tohumlarını keşfedesi geliyor. Bizim genç çoban Hasan, keçilerini otlatırken kahvenin tohumları yiyen keçilerin daha sağlıklı, daha uyanık olduğunu ve hareketli olduklarını keşfediyor.

Zaten rivayetlere göre Şazelili Hasan fark eder ki; keçileri bu ağacın meyvesini-tohumlarını- yedikten sonra neşeli ve kıpır kıpır oldukları ve geceleri de uyumadıklarını görür. Sonra kendisi de bu tohumların tadına bakar ve aynı neşeli ve hareketli tavrın kendisinde de olduğunu fark eder. Şazelili Hasan bu ağacın meyvelerinden toplayıp, buluşunu paylaşmak için çevresindeki insanlara anlatır. Çekirdeklerin marifetini dinleyen insanlar, ilk başta fikri onaylamaz ve çekirdekleri ateşe atarlar. Ateşe düşen çekirdekler kavrulmaya başlar ve ortalığa bildiğimiz o kahve aromasının mis gibi kokusu yayılır.

Yayılan mis gibi kahve kokusu Şazelili Hasan'a ve oradaki insanlara ilham verir ve çekirdeklerden güzel bir içecek hazırlamak için işe koyulurlar. Kavrulmuş çekirdekler öğütülür ve özlerini bırakmaları için suda kaynatılır. Bizim bildiğimiz haliyle kahve böyle doğar işte.

O zamanki insanlar, kahvenin uzun gecelerde özellikle de yapılan dini törenlerde uyanık kalınması gereken zamanlarda içildiğinde kendilerini uyanık ve zinde tuttuğunu fark ederler. O zamanki medreselerde-şu anki okullarda diyelim-diğer dervişler ve sufiler de bu yeni faydalı içeceği sever ve çok geçmeden kahve Yemen ve Arabistan'a yayılır. Daha sonra ver elini İstanbul. Kahve kendini İstanbul'a da sevdirir ve oradan da Avrupa'ya. Sonrasında ise tüm Dünya'ya yol alır.

Araplar kahveyi ilk yetiştirmekle kalmamış, aynı zamanda dünyada kahve ticaretini başlatmışlardır. Kahve, 15. yüzyılda Arabistan'ın Yemen bölgesinde, 16. yüzyıla gelindiğinde ise İran, Mısır, Suriye ve Türkiye'de yetiştirilmeye başlanmıştı.

Kahve insanların sadece evlerinde değil, orta doğu şehirlerinde ortaya çıkan, 'Kahve Hane'lerde de yaygınlaştı. Kahvehaneler, insanların her türlü sosyal aktiviteleri için sıklıkla toplandıkları yerler haline dönüştü ve popülerlikleri hızla arttı.

Sadece kahve içmek ve sohbet etmek için değil; müzik dinlemek, sanatçıları izlemek, satranç oynamak ve günün haberlerinin paylaşmak için toplanılan yerler haline geldi kahvehaneler. Hatta kahvehaneler hızla, 'Bilgelik Okulları' olarak anılarak, bilgi paylaşılan önemli merkezler haline gelmişlerdir Ortadoğu coğrafyasında.

Kutsal şehir Mekke'yi her yıl ziyaret eden binlerce Hacı ile kahve içeceği 'Arabistan Şarabı' adıyla dünyaya yayılmaya başlamıştır. Araplar kahve ticareti tekelini olabilmek için kahve üretimini var güçleriyle sürdürmüşlerdir; ama kahve yapacağını yapmıştır artık evrensel bir içecek olmuş çıkmıştır. İşte kahve içeceği zamanla mekanlarla özdeşleşmiştir ve kahve içilen yerlere kahvehane denilmeye başlanmıştır.

Her ne kadar günümüzde önemini ve genel olarak işlevini yitirse de kahvehaneler ortaya çıktıkları ilk günden beri halkın toplandığı, kahve içmenin yanında sanattan siyasete pek çok konuyu konuştuğu, sanatçıların, edebiyatçıların, bilim adamlarının ve halkın her tabakasından insanın günün belli saatlerinde mutlaka uğradığı mekanlar olmuşlardır.

Kahvehaneler ilk olarak 16. yüzyılın başlarında Mekke, Kahire ve Şam'da ortaya çıktığı bilinmektedir. Osmanlı'da ise ilk kez 16.yüzyıl ortalarında görülmeye başlanmıştır. Bilinen ilk kahvehaneleri Halepli bir tüccar olan Hakem ve Şam'dan gelen Şems isimli şahıslar açmıştır. Kısa sürede yaygınlaşmaya başlayan kahvehanelerin sayısı Kanuni Sultan Süleyman zamanında 50, 16. yüzyılın sonunda 600, 19. yüzyılda da 2500'ü bulduğu söylenmektedir.

Kahvehane müdavimlerinin çoğunluğunu basit esnaf, İstanbul'a geçici olarak gelen kişiler ve alt-orta düzey devlet memurları oluşturmakta olduğu ve kahvehane sahiplerinin tamamı da Müslümandı diyebiliriz.

İlk ortaya çıktıkları dönemden itibaren milletin bir araya gelip sohbet etmeleri ve bu sohbetlerde lafın dönüp dolaşıp devlet yönetiminin ve yöneticilerinin eleştirilmesine gelmesinden dolayı zaman zaman devletin sürekli göz hapsinde bulunulduğu mekanlar olmuştur ve bazen devrin yöneticileri tarafından kapatılıp yasaklandığı da olmuştur. Hatta bazı kahvehanecilerin bu işi devam ettirdikleri içinde idam edildikleri kayıtlarda vardır.

Mırra nasıl pişirilir?

1. Önce kahve çekirdekleri kaynamış suda uzun süre köpüklenerek ve telvesi ayrılana kadar kaynatılıyor. Bu sürenin sonunda kahve telvesinin üzerinde kalın bir sıvı oluşuyor. Buna da şerbet adı verilmektedir.

2. Bu şerbet süzülerek mutbak adı verilen, mırra için özel hazırlanmış güğüm benzeri bir kaba boşaltılıyor ve kaynatma işlemi bu kapta devam ederken üzerine 2-3 kilo kahve çekirdeği ekleniyor ve taşmamasına dikkat edilerek kaynatma işlemi devam ediyor. Bu arada üzerine su ekleniyor. Bu işlem 5-6 kez tekrarlanabiliyor. Sonuçta süre saklanabilen ve tekrar tekrar kullanılabilen koyu kıvamlı, kerkimsi, acımsı ve aromalı bir içecek elde edilir.

Kahvenin sunulması

1. Bu işlemler bitince, mırra-kahve-soğumaya bırakılır. Kıvam artık içine konduğu fincanın kenarını boyayacak hale gelmesi ile belirlenmektedir.

2. Soğuyan kahve, imbiklere veya büyük cezvelere alınmakta ve ısıtılıp afiyetle sunulmaktadır.

3. Genellikle mırra-acı kahve- özel günlerde-düğün,taziye, sünnet- ikram edildiği ve hazırlanması zor ve masraflı olduğu için ağa içeceği olarakta adlandırılmaktadır. Misafirler gelince, kulpsuz bir fincana yarısını geçmeyecek kadar mırra-acı kahve-doldurulup ikram edilir. Fincandaki bitince, fincan yere konulmaması gerekir ve yeniden doldurulur. İkinci ikramdan sonra diğer bir fincanla yandaki misafire mırra-acı kahve- sunulur. Sunan kişinin bir elinde kahve fincanı diğer elinde kahve ibriği vardır. Mırrayı-acı kahveyi-yavaş yavaş içmek gerekir. Mırra şekersiz içilmektedir; ama kahvenin orta şekerlisi, şekerlisi ve Türk kahvesi gibi isimlendirilenleri de vardır..

Kahve (Mırra) Adabı

Herkes aynı kulpsuz fincanla içer. En önemlisi de gelenek olarak, mırra fincanının yere bırakılmaması.

Eskiden bu hatayı yapanın yapması gerekenler varmış. Bunlar:

Fincanı altınla doldurmak,

Kahveyi servis edenle evlenmek,

Kahveyi servis edeni evlendirmek,

Kahveyi servis edenin çeyizini düzmek-almak-olabilirmiş.