Evimizden dışarıya adım attığımız gibi, gideceğimiz yeri planlamamışsak eğer; her Urfalının aklına nedense Halilü'r-Rahman düşer. Hatta başka yerlere gitmeyi düşünseniz bile ayaklarınız sizi sürükleye sürükleye Balıklıgöle götürür. Maneviyatla ilgili ne düşünürseniz düşünün. İster inanan olun ister inanmayan, çepeçevre kuşatır sizi burada. Ezan sesinin kalbinizi yumuşatması, ılık serin suların ayaklarınız altından akışı, ezan sesiyle birlikte kutsal balıkların kıbleye yönelmeleri, rüzgarın rahatsız etmeden serin serin esmesi, insan kalalabalıklarının birbirinden rahatsız olmadan keyif alarak gezmeleri, ihtiyarların tevekkülle çaylarını yudumlamaları ve başı dik mezarlıkların önünde ayakta fatiha okuyan yüce ruhların ölümü hatırlatmaları…

İşte bu kutsal mekanda birçok mezarlık vardır sessizce bekler dualarımızı. Her gelen içinden geçtiği şekilde dua eder, aslında her dua öze dönüştür bir şekilde burada gökyüzüne doğru. Balıkgöl'den içeriye girdiğinizde sağ tarafınızda Rizvaniye Camii ve güzelim balıkların yüzdüğü göl. Sağ tarafta ise yürüyüş yolu ve balık yemi satan satıcılar. Yürürsünüz yavaş yavaş bir fotoğrafçı görürsünüz. Hemen ondan sonra kitap ve hediyelik eşya satan bir ufak dükkan görürsünüz. Sonrasında ise bir türbe ve üzerinde kitabesi olan IV. Murat Döneminde yaşamış Şazeli Ali Dede'nin istirahat ettiği yer. İçinde Şazeli Ali Dede'nin Hasan ve Hüseyin isimli çocuklarının sandukaları olduğu rivayet edilir. İşte Ali Dede, şu an yattığı yerin yanında bulunan o küçük kitapçı dükkanında inzivaya çekiliyormuş eski ramazanlarda. Eskiler bu hale 'çile' derler yani çilehanesiymiş şuan incik buncuk poşunun satıldığı yer… Peki, kimdir bu Şazeli Ali Dede? Neler yaşamış bizim gezip görmeye gittiğimiz bu kutsal mekanda? Nasıl bir izlenim bırakmış insanlar üzerinde? Hayata bakış açısında ki farklılıklar nelermiş? Tarihe kısa bir yolculuğa çıkalım ve bakalım bıraktıkları hoş sadaya..!

'Kendisi daha çocuk yaşta iken, sarayda huzursuzluk çıkaran, yönetime karşı başkaldıran, isyan eden yeniçeriden, nefret eden ve ıslah edilmesi gerektiğini düşünen, hayatı boyunca tütün ve içkiyi yasaklayan, sürekli antrenman yapıp pehlivanlarla güreşen, Habeş imparatoru tarafından hediye olarak gönderilen timsah derisi kalkanı bir yumrukta delen, at değiştirirken birinden inmeden diğerine geçen, savaşta kılıç yerine gürz kullanan Osmanlı padişahı Sultan IV. Murat Han'dır o zamana hükmeden. Bağdat seferine giderken yol güzergahında bulunan Urfa'ya da uğramıştır.

Tabii, padişah gelmeden önce geleceğini haber veren öncü kuvvetler şehre haber getirince o güne kadar kulaktan kulağa, şehirden şehire yayılarak padişahın bu denli asabi mizaçlı ve kusur kabul etmeyen biri olarak tanınması ve duyulması, şehir yöneticileri ve ahalisi arasında bir telaş, bir panik, bir endişe hatta korku rüzgarlarının esmesine neden olur. Ali Dede ise padişahın bu özelliklerini daha önce duyduğu için rahatını sağlamak amacıyla, hizmette kusur etmemek için müritlerine ve talebelerine gerekli emirleri vererek her türlü hazırlığı yaptırır.

Daha sonra başlarında Ali Dede olmak üzere büyük bir kalabalık oluşturan şehir halkı uzun bekleyişten sonra, nihayet cihan padişahı IV. Murat Han ve erkanı uzaklarda görünür. Şehrin batısındaki Şebeke Dağı'ndan aşağıya doğru binlerce atlı sel gibi akmaya başlar. Başlarında padişah, sağında solunda paşalar, imparatorluk alemi ve sancağı ile tepeden inerek Jüstinyen Su Bendi'nin yanından güneye doğru yönelip 'Halilü'r-Rahman' istikametine yönelirler.

Urfa'da kendisini Şazeli Şeyhi Ali Dede, şehir eşrafı, Ali Dede'nin müritleri ve medrese talebeleri olmak üzere kalabalık bir grup şehrin güneybatı kapısında surların önünde, Urfa Kapıda karşılarlar.

Surların çepeçevre kuşattığı şehrin güneybatı kapısına doğru yaklaşan padişahın, kendisini karşılamak üzere kapının dışında toplanmış olan şehir halkını, atının üzerinden inmeden selamladıktan sonra atından inerek Ali Dede'nin daveti üzerine kapıdan geçerek medreseye kadar yürür.

Padişahı, 'İbrahim Halilullah Camii'nin yakınında bulunan medresede konuk eden Ali Dede, padişaha karşı büyük konukseverlik göstermiş, padişahın İstanbul'dan kalkıp Urfa'ya kadar geldiğini, çok uzun bir zamandır yolda olduğu için yorulmuş olabileceği düşüncesiyle padişahın rahat etmesi ile ilgili bütün tedbirleri aldırır ve onu memnun edecek bir şekilde ağırlar.

Padişah medresede biraz dinlendikten sonra Ali Dede padişaha tarikatı hakkında detaylı bilgiler vermekle kalmaz, ayrıca medresenin ve medresede eğittiği insanların sayısı ve gelir kaynakları ile ilgili bilgiler sunar.

Ali Dede, padişahın sohbet anında kendini sohbete tam anlamıyla veremediğini, konuşmaların bazısını iyi dinleyemediğinden anlamadığını, konuşma anında bazen tekrar edilmesini istediğini ve konuşma anında bir Ali Dede'nin evinin etrafında bulunan bahçeye ve ağaçlara bakma anında ise uzun uzun gözlerinin daldığını fark eden Ali Dede, önceleri padişahın yol yorgunu olduğunu ve dinlenmesi gerektiğini düşünür.

Daha sonra çok kısa aralıklarla padişahı birkaç defa bu şekilde dalgın görünce, padişahtan izin isteyerek huzurundan ayrılır. Kısa bir zaman sonra ise tekrar gelip yerine oturur.

Ali Dede, padişah, paşalar ve komutanları ile kaldığı yerden hiç ara verilmemiş gibi sohbete devam ederken aradan kısa bir zaman geçince müritlerinden biri, bir tabak dolusu kaynamış yumurtanın sarısını getirip padişahın önüne indirir.

Oldukça sert ve kesin emirleriyle ünlü olan padişah IV. Murat Han:

- Bu neyin nesidir Hoca? diye gürleyince Ali Dede:

- Hünkarım bizim buralarda kayısı ağacı yoktur, her ne kadar canınız kayısı çekti ise de tabaktakileri bizden kayısı niyetiyle kabul buyurunuz, deyince padişah gerçekten içinden kayısı arzuladığını ve bunu da Ali Dede'nin kerametiyle bildiğini anlayarak bir müddet şaşkınlığını üzerinden atamaz. Elini tabağa her uzattığında kayısı meyvesiyle karşılaştıkça şaşkınlığı bir kat daha artar.

Çünkü eline aldığı her yumurta sarısı kayısıya dönüşüyordu Allah'ın hikmetiyle. Yediği kayısılara bir bakıyor bir de dışarıdaki ağaçlara. Anlatılır ki mevsim kayısı mevsimi değildir ve padişahta buna şaşırır ve bu mevsimde yediği bu taze kayısılardan dolayı da şaşkınlığını gizleyemez. Bundan dolayı da Ali Dede'ye karşı daha da saygısı artar. Dergahına büyük bağışlarda bulunur. Ali Dede'nin bu faziletlerinden dolayı kendisine bol bol ihsanlarda bulunur. Öğrenci yetiştirmesi için araziler vakfeder ve geçim sıkıntısı çekmesin diye beratlar sunar vezirleri aracılığıyla ve bunları yazılı emir şekline getirir vesselam.

İşte bildiğimiz bazı bu durumlardan dolayı Şazeli Ali Dede'nin kerametleri yıllar sonra torunlarının ermiş kişi anlamına gelen 'Erenler' soyadını ve medresesinin de 'Balıklıgöl'e çok yakın olması nedeniyle lakap olarak 'Harrahmanlar' denilmelerine neden olduğu da söylenir.'

Umut ve sevgiyle, hoşça kalın.