M. Sarmış: Vakıf konusunu kapatmadan önce ekleyeceğiniz hususlar var mı?
H. Parmaksız: Şunları da söylemek isterim. Vakıf mallarının kiraları çok düşüktür. Vakfın dükkânlarında oturanlar, vakıf mütevellisinin haberi olmadan kendi malları gibi bir başkasına devredebiliyorlar. Ondan bir başkasına, bir başkasına, bir başkasına hava parası karşılığında devredilip duruyor. Şu anda da aynı şekilde devam ediyor. Mesela bitişik dükkânın yıllık kirası 500 bin lira iken, vakfın kirası 5 bin lira olabiliyor. Bir ara Vakıflar Genel Müdürlüğü bunun farkında vardı. Önlemek için yeni bir kanun çıkarıldı. Emsallerine göre kiralar arttırılacak denildi. Şahin abim mütevelli olduğu zaman biraz peşine düştü. Kiralar bir miktar arttırıldı, ama çok da değişen bir şey olmadı. Yani diyeceğim, "vakıf malı" bir kısım vatandaşlarımız tarafından "gavur malı" gibi görülüyor. Vakıflardan ucuza kiraladıkları dükkânları hava parası karşılığı başkalarına satıyorlar.
Başka bir husus da şu: Diyelim ki mevcut mütevelli vefat etti. Yeni mütevelli otomatik olarak seçilmiyor. Az önce anlatmıştım; bunun için mahkemeye müracaat ediliyor. Mahkeme çok uzun sürüyor. O süre zarfında vakfı Vakıflar Genel Müdürlüğü yönetiyor. Yönetirken de babasının malıymış gibi davranıyor. Mesela babam vefat ettikten sonra böyle bir durum oldu. 1985'te vefat etti. Büyük evlat olarak Şahin abim mahkemeye müracaat etti. Saffet amcamın büyük oğlu Mehmet Parmaksız da müracaat etti. Hanımı Hacı Esat abinin bacısı. O yaşça abimden 15-20 yaş kadar büyük. Ama o ilkokul mezunu, Şahin abimse üniversite mezunu. İki taraf da avukat tuttu. Mahkeme her ikisinin de mütevelli olabileceğine karar verdi. Abim o kararla hemen Vakıflar Genel Müdürlüğüne müracaat etti. Vakıflar Genel Müdürlüğü de, üniversite mezunu oldu için, diğerinin fikrini bile sormadan abimin mütevelliliğini onayladı ve tayin etti. O arada da üç sene geçti. 1985'ten 88'e kadar… Genel Müdürlük de vakıftaki memurları vakfın evlerine doldurdu. Adamlar çok düşük kiralarla, hatta kirasız olarak orada oturdular. Mesela bizim evimizin bitişiğindeki selamlık kısmında vakıfta çalışan bir iki memur oturuyordu. Vakıflar Genel Müdürlüğü, normalde gelirin yüzde 15'lik kısmını alıyordu, ki çok büyük rakamlara bedeldir. O yönettikleri sürede çok daha fazlasını aldılar. Onlara kalsa vakfın evlatlarından kimse mütevelli olmasın, tamamen kendileri yönetsin istiyorlar. Söylenecek daha birçok şey var, ama bu kadarla yetineyim. Yani diyeceğim, maalesef vakıflara gerekli önem verilmiyor.
M. Sarmış: O tarihten beri de Şahin abiniz mütevelli, öyle mi?
H. Parmaksız: Evet. Şahin abim Ankara'da olduğu için ilk zamanlar beni mütevelli vekili tayin etti. Vakfiyede bunun da yeri var. Hatta mütevelli bin kuruş, mütevelli vekili de, evlatlarından olmak şartıyla beş yüz kuruş maaş alır diyor. Şahin abimin bütün o mahkeme işlerini de ben yürüttüm. Yalnız benim vekilliğim fazla sürmedi. O sırada Hacca gittim. 1988'in yazında… 9 Temmuzda gittim, 12 ağustosta döndüm. Bir buçuk ay kadar… Geldikten sonra, o mütevelli vekilliği işi kafama yatmadı. Külfetli bir iş, ağır bir sorumluluk. Onun için başladıktan beş ay sonra bıraktım.
M. Sarmış: Şahin abiniz sürekli Ankara'da olduğuna, üstelik çok da rahatsız olduğuna göre sizden sonra kim yürüttü vekilliği?
H. Parmaksız: Ben bırakınca kardeşim Celal vekil oldu ve 2008'e kadar o sürdürdü. Abimin hasta olduğu sıralarda bıraktı. Bu sefer Şahin abim vekâleti Müslüm abime verdi. Müslüm abim de 2017'de vefat etti. O tarihten beri de Müslüm abimin oğlu sürdürüyor.
M. Sarmış: Şehbenderiye Camii'nin mülkiyeti kime ait?
H. Parmaksız: Bize, yani vakfa ait. Ancak bir ara devlet bir kanun çıkardı. Dedi ki bütün camiler Vakıflar Genel Müdürlüğünün malı olacak. Böylece camiye el koydular. Yetmezmiş gibi caminin dış duvarlarına bitişik dükkânlar var; onlar da vakfa ait, ama caminin bir parçasıdır diye onları da aldılar. O da yetmezmiş gibi geçmiş yıllarda aldığımız kiraları da bizden almak istediler. Yani vakıftan geçmişe dönük toplu para istediler. Ama mahkeme açıldı ve vazgeçtiler. Sanıyorum 2008 yılında çıkarılan bir kanunla, azınlık vakıfları ve yabancı vakıflar da dâhil olmak üzere, el konulan vakıf malları sahiplerine iade edildi. Bu meyanda Şehbenderiye Camii de tekrar vakfa iade edildi. Camiyle beraber etrafındaki dükkânlar da iade edilmiş oldu. Fakat Vakıflar genel Müdürlüğü bu süre zarfında oradan elde ettiği kiraları ödemedi. Ha bu arada caminin önündeki meydanlık alan da bizim vakfımıza aittir.
M. Sarmış: Topçu Hanı da vakfınıza ait bildiğim kadarıyla…
H. Parmaksız: Topçu Hanı da, içindeki ve etrafındaki dükkânlar da, şimdi lokanta olarak kullanılan kuzeybatısındaki ev de; hepsi vakfa ait.
M. Sarmış: Esas adı "Hacı Bekir Bey Hanı", ancak "Topçu Hanı" diye meşhur. Bunun sebebini bir de sizden duyalım.
H. Parmaksız: Dediğiniz gibi esas adı "Hacı Bekir Bey Hanı". Cihat Hoca, o handan söz ederken "Nino Hacı Bekir'in Hanı" diyor. "Nino" ismi kayıtlarda sadece orada geçiyor. "Topçu Hanı" ismine gelince… Kurtuluş Mücadelesi sırasında ülkenin her yerinde savaş var. Birçok camilere bile el konuluyor; asker ve askeri mühimmat yerleştiriliyor, top konuluyor. Hacı Bekir Bey Hanına da büyük toplar yerleştirilmiş. O topları büyük kadana beygirleri çekermiş. Yani bizzat Osmanlı'nın topları varmış. O yüzden adı "Topçu Hanı" olarak anılmaya başlanmış.
M. Sarmış: Hanın doğusunda da süvari birliğinin ahırlarının olduğu söyleniyor. Belki savaştan sonra da askeriye tarafından kullanılmıştır. Hatta İkinci Dünya Savaşına girmemişiz, ama her an girme ihtimali olduğu için, dediğiniz gibi bazı camiler askeri amaçlarla kullanılmış; Topçu Hanı da aynı sebeple askeriye tarafından kullanılmış olabilir.
H. Parmaksız: Olabilir tabii. Ben o döneme yetişmedim, bilmiyorum.
M. Sarmış: Fakat hanın bugünkü durumu hiç değil hocam. İçine ilk defa iki yıl önceki Eski Urfa yürüyüşlerim sırasında girdim, üstüne çıktım. Çok kötü durumda. Son zamanlarda içindeki dükkânlarda çok sayıda Suriyeli çalışıyordu.
H. Parmaksız: Şimdi gerek cami, gerek han, gerek o dönemden kalan diğer eserler "asar-ı atika" kabul ediliyor. Diyelim camide bir onarım ihtiyacı var; vakfiyenin şartnamesi gereği de onarmak lazım. Geliri de var. Fakat öyle hemen onaramıyorsun. Kalkışsan, biri seni şikâyet ediyor. Müze Müdürlüğü veya Vakıflar Genel Müdürlüğü dava açıyor. Hapse girecek derecede suçlu oluyorsun. Yahu cami benim mi? Benim. Vakfiyede her türlü onarımı benim yapmam istenmiyor mu? İsteniyor. Yapayım o zaman. Hayır yapamazsın. Önceki adı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü olan Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğüne resmi yoldan müracaat edeceksin. Onlar onay verecek. Bir sürü plan proje, prosedür… Uzayıp gidiyor. Yani işi oldukça zora sokuyorlar. Ondan dolayı da birçok vakıf eseri, yıkılmış, onarılamamış, harabeye dönmüş, birçoğu da zaman içinde kaybolup gitmiş.
M. Sarmış: Ne olacak o güzelim hana?
H. Parmaksız: Bilmiyorum. Topçu Hanı'nın bulunduğu yer şehrin en güzel, en değerleri yerlerinden biri. Bir an önce o durumdan kurtarılması lazım. Hemen hemen gelen her vali, bir hevesle oraya göz dikip "Ben devletin temsilcisiyim; orayı istimlak ederim; size başka bir yerden arsa veya toprak veririm veyahut da para veririm." diyor.
Fakat bu iş öyle kolay değil. "Eser-i atika." Bir sürü prosedürü var. Çok zor ve uzun işler… Vali bakıyor ki işin içinden çıkılacak gibi değil, geri çekiliyor. Aynısını bazı belediye başkanları da yapıyor. Mesela İbrahim Halil Çelik, Topçu Hanı'nı pazar yerine çevirmek için belediye meclisinden karar çıkarmıştı. Sonradan kararı değiştirmek zorunda kaldılar. Halil Çelik beni gördüğü zaman, "Kararı iptal ettik, gözünüz aydın." dedi. Zaten olmayacak bir şeydi. Yakın zamanda 2018'de Büyükşehir Belediye Başkanı Nihat Çiftçi kitap kafe yapmak istedi, olmadı. Zeynelabidin Beyazgül uğraştı, olmadı. Öyle kolay değil o işler.