DOKUZUNCU BÖLÜM
M. Sarmış: Urfa sinemalarını yazmışsınız.
F. Rastgeldi: Urfa sinemaları üzerine altı yedi yazı yazdım, tefrika halinde yayınlandı. Başka yazanlar da var. Mehmet Kurtoğlu benden o yazıları istedi. Tabii çok genişletti. Sinema ile ilgili birçok konuyu ekledi. 2015 yılında "Türk Sinemasında Urfa" adıyla bir kitap çıkardı. Daha sonra onu daha da genişletip 2022 yılında "Sinemasal Urfa" adıyla yayınladı.
1997'de o zaman gündemde olan Karakoyun Deresi'nin kapatılmaması gerektiğini yazdım. Mahzurlarını anlattım. Sonradan bu mahzurlar görüldü, görülüyor. İşte şu Mart ayındaki sel felaketi de bunun en büyük ispatı. Abide Kavşağı için üç tane yazım var. Fakıbaba zamanında yapılan düzenlemenin yetersiz olduğunu, burayı ancak "Yonca Yaprağı"nın rahatlatabileceğini yazdım. Burası aynı zamanda sel yatağıdır, ona göre tedbir de alınması gerekir diye belirttim. O Nevali Otel, eski adıyla YİMPAŞ binası da yanlıştı. İmar Planına uygun değildi. Üstelik oradan Cavsak Deresi geçiyordu. Üstünü kapatmak doğru değildi. Dinlemediler. Nitekim Mart ayındaki sel felaketi haklılığımızı ortaya koydu. Daha sonra otelin yanındaki Merkez Ortaokulu'nu yıkıp bir bağlantı yolu açmak zorunda kaldılar. Oysa ben onu daha 1997'de yazmışım. O oteli yapmak büyük bir hatadır, durdurun demiştim.
Son zamanlarda Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Turizm Daire Başkanlığı "Başkan Ben Olsaydım" diye bir proje başlattı. Ben oraya üç tane makale yazdım. Ömrüm vefa etmez diye de Ömer adlı kitabıma dâhil ettim. Orada diyorum ki, "Bana kalsa ben Eski Urfa'ya elimi vurmam. Bunu Selahattin Rastgeldi de 1964'te Urfa'ya geldiğinde söylemişti. Eski şehre hiç dokunmamak lazım. Sonradan yapılan betonarme fazlalıkları ayıklarım. Tarihi dokuya sadık kalırım. Tarihi surların yeniden yapımına başlarım. Belki hemen olmaz, belki yüz sene, iki yüz sene sürer. Olsun, bir yerden başlamak lazım. Avrupa'da bazı kiliselerin yapımı iki yüz, üç yüz sene sürmüş. Kolay değil. Bir adım atıp başlatmak lazım. Urfa sur kapılarını da canlandırmak lazım. Ben 60 sene evvel Mardin'e gittiğimde bir yamaçta bizim Bozova gibi bir yerdi. Fakat adamlar eski yapıları yeniden canlandırdılar. Kiliseleri restore ettiler. Orijinal mimariye sadık kalarak yeni yapılar yaptılar. Gelenler zannediyor ki tarihi eserdir. Reklamlarını da çok iyi yaptılar. Bugün bunun meyvelerini yiyorlar. Oysa biz tarihi Urfa'yı muhafaza edemedik. Urfa'ya yapılan göçlerle arsa değer kazandı, rant uğruna tarihi eserler yok edildi. Şimdi yeniden tarihi Urfa'yı canlandırmamız lazım.
M. Sarmış: Ben de aynı şeyleri düşünüyorum, yazıyorum, söylüyorum. 2018'de Türkiye Yazarlar Birliği'nin düzenlediği yedi Balkan ülkesini kapsayan 10 günlük bir geziye katılmıştım. Adamlar şehirlerin tarihi kısmını olduğu gibi muhafaza etmişler. Yeni şehri onun dışına kurmuşlar. Urfa'nın da öyle olması lazım. Surlar yeniden canlandırılmalı, eski kapılar yeniden yapılmalı ve o kısım araç trafiğine kapatılmalı. İçerisi de sonradan yapılan betonarme ve çirkin fazlalıklardan ayıklanmalı.
F. Rastgeldi: Aklın yolu bir.
M. Sarmış: Cuma Hündür Hoca, Abide kavşağının da sonradan yapıldığını söylemişti.
F. Rastgeldi: Tabii. Oralar eskiden tarla idi. Uludağlar'a aitti. Eskiden Diyarbakır yolu şimdiki gibi doğrudan Urfa'ya gelmiyordu. Karaköprü deresinin yanından geçip "Yirmidört Metre" dediğimiz Yunus Emre Caddesinin oralardan Sırrın'a doğru geliyor, oradan da Urfa'ya bağlanıyordu. Sebebi de Karaköprü rampasının at arabaları için müsait olmaması idi.
M. Sarmış: Peki Mardin'den gelip Gaziantep'e giden İpekyol ne durumda idi?
F. Rastgeldi: Benim çocukluğumda o yol yoktu.
M. Sarmış: Fakat adını tarihi İpekyol'dan alıyor. O yolun bir ucunun Urfa'dan geçtiğini biliyoruz. O yol bu yol değil mi?
F. Rastgeldi: Değil. O yol Akabe'den gelir, Bediüzzaman Mezarlığı'nın arasından geçip Asfalt Yol'a ulaşır, orada sola doğru viraj yapıp Köprübaşı'na, oradan da Karaköprü'ye çıkar.
M. Sarmış: Şimdiki yol ne zaman açıldı? Mustafa Kemal Paşa Çeşmesi ne zaman oraya nakledildi?
F. Rastgeldi: Biliyorsunuz o çeşme Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey tarafından Çanakkale Savaşından sonra 1917 yılında yaptırılmış olup Türkiye'de Mustafa Kemal Paşa adına dikilen ilk anıttır. İlk yeri o devirdeki Vali Konağı'nın tam karşısıdır. Daha sonra Ziraat Bankası'nın karşısındaki kavşağa taşındı. 1972 yılında da Vali Turgut Sayın (1971-1975) tarafından yeni açılan şimdiki göbeğe taşındı. Zaten oraya abide denilmesinin sebebi de budur. İki defa da orada yıkıp yaptılar. O göbek 1970'lere doğru açıldı. Antep-Mardin yolu, yani şimdiki İpekyol da o sıralarda açıldı. İki tarafında da yapılaşma başladı. Göbekte son yapılan üst geçitlerle Abide iyice gölgede kaldı. İmkân bulup da Vali Beyi görebilirsem "Abide"nin yeniden eski yerine nakledilmesini isteyeceğim. Yani eski Vali Konağı'nın karşısındaki yolun ortasına. Maalesef o güzelim konak da göz göre göre yıkıldı. Vali Erdoğan Cebeci 1983 yılında yıktırıp yerine kendi adını verdiği şimdiki Cebeci İş Hanı'nı yaptırdı. Mardinliler olsa o hanı yıkıp o konağı yeniden yaparlar. Biz de böyle şeyler yapabilmeliyiz.
M. Sarmış: Bahçelievler ne zaman oluşmaya başladı?
F. Rastgeldi: 1960'ların sonunda başladı. Ahmet Naci taş bir bina yaptı. Ahmet Sorguç yaptı. Onun yanında Kemal Öncel yaptı, Halil Öncel yaptı. Kırmızı bina yapıldı.
M. Sarmış: Kırmızı bina neyin nesi?
F. Rastgeldi: Atatürk Bulvarı üzerinde, kırmızı boyalı bir bina. 1. Stat Apartmanın tam karşısına düşerdi. Bahçelievler tarafında tabii. Üç katlı idi. Renginden dolayı adı öyle kaldı. Sahibinin adını da biliyorum, ama şimdi hatırlamıyorum. Gece yatarken aklıma geliyor bunlar. (Gülüyor). Onun karşısına da tam köşeye Halil Öncel yaptırdı. İki katlı taş bina. Urfa'nın 1957 Tarihli İmar Planına göre Bahçelievler'de yapılacak olan evlerin, 1500x1000 metre üzerine, iki katlı, villa şeklinde ve taştan olması gerekiyordu. İlk zamanlarda yapılanların hepsi öyleydi.
Bilahare onlar yıkılıp yerlerine betonarme evler yapılmaya başlandı. Bahçeli villaların yerini katları sürekli yükselen apartmanlar almaya başladı. Ana caddelerdeki binaların kat sayısı 3194 Sayılı İmar Kanuna göre belirlenir. 1974 yılı imar planına göre 5 kata izin veriliyordu. İlk yapılanlar da buna uygun olarak beş kattı. Ancak sonradan kaçak bir şekilde altı, yedi, sekize çıkarıldı. Belediye kanuna bakmadı. Gerekli kontrol ve denetimleri yapmadı. Kaçak yapıların sahiplerinin elleri kolları uzundu. Siyasilerle girilen ilişkilerle, torpille, rüşvetle aflarla veya ufak cezalarını ödeyerek işlerini meşrulaştırdılar. Bu durum cadde üzeriyle sınırlı kalmayıp daha sonra bütün semte yayıldı. Böyle böyle bugünkü duruma gelindi. Orası şehrin en sorunlu yerlerinden birine döndü. Trafik tam bir keşmekeş. İçeriye giren araba bir daha kolay kolay çıkamıyor.