Toplumsal bir olgu niteliği taşıyan dilencilik, toplumun bir parçası olup istenmeyen fakat ortadan kaldırılamadığı için de görmezden gelinen bir unsuru olmuştur. Toplum dilenciliğe neden olan unsurları incelemez; çünkü orada herkese düşecek bir pay vardır. Bu büyük sorumluluğu yüklenmek yerine, para vererek iyi tarafa geçmeyi yeğlerler. Fakat bu durum dilenciliği istikrarlı kılmaktan başka bir işe yaramaz. Yazarlarımızın gönlünden kalemine dökülen duygularını içeren eserlerinde "dilenci" arıyoruz bu yazımızda.
Ahmet Hâşim, Frankfurt Seyahatnamesinde "temiz gömlek ve yakası, lekesiz elbisesi, ütülenmiş beyaz mendiliyle iyi bir kahvaltıdan sonra sigarasını yakarak, sabahın neş'eli kalabalığı içinde işine giden herhangi bir efendiye benzeyen Alman dilencisine, nasıl acıyabiliyorsunuz? Diye sorduğunu Almanlarında- Mecbur olmadan el uzatabilecek bir Alman düşünemeyiz. Onun için dilenen bir Alman, bizi kendine acındırmak için fazla yalana ve alçalmağa muhtaç değildir." dediğini anlatır. Devamında "doğulular olarak Biz dilenciye acımayız, ondan korkarız. Bu korku dilencinin çirkinliği nispetinde artar. Bize en fazla korku ve nefret veren dilenciye uzattığımız para bir sadaka değil, fakat korku san'atkârına takdim edilmiş nâçiz bir mükâfattır." der.
Refik Halid Karay para verenleri, dilencilerden dilenenler olarak görür. İşlerini yoluna koymak amacıyla Tanrı ile kendi arasında arabuluculuk yapması için dilenciye rüşvet veren, dua ve şefaat dilenen kişiler olarak sadaka verenlerin de dilencilerin suç ortağı olduğuna dikkat çeker.
Tarihçi ve yazar Reşat Ekrem Koçu "Dünden Bugüne Dilenciler" makalesinde, tembellikten kaynaklanan dilenciliğin toplum için çok tehlikeli olduğunu ve bu tembelliğin her türlü suç potansiyelini taşıdığını yazar: "Her kötülüğün anası tembelliktir, derler; dilenci de, o tembelliğin doğurduğu bir piçtir. fırsatını bulursa paraya tamah ederek adam öldürmekten dahi çekinmez"
Bir tıp doktoru olan Süheyl Ünver ‚'Sadaka Taşları' isimli makalesinde dilenciliği toplumsal bir hastalık olarak görür. "Dilenciler, cemiyetin en aşağı ve utanmaz tabakasıdır. Bunlar fakir değildir. Cemiyet onları fakir sanarak, merhamet göstererek himaye eder ve şımartır. Ve bu suretle sayıları artar. Onlara acımayı hıyanet sayarım Çalışmadan, havadan para kazananlar, cemiyetin, kanserleşmiş hücreleridir."
Arap edebiyatının önemli yazarlarından Harirî'nin Makamat isimli eserinde kendini ölmek üzere hisseden Ebu Zeyd isimli yaşlı bir dilencinin oğluna verdiği meslekî öğütler şöyle hikaye edilir ;" Dilencilik mesleği insana her zaman için kazanç vesilesidir, suyu tükenmez bir kaynaktır. Bu mesleğin mensupları, kabilelerin en azizi, cemaatlerin en mesududur. Bir kimsenin fenalık yapmasından korkmazlar, uzak yakın kimseye boyun eğmezler. Gürleyen ve parlayan insanlara aldırış etmezler, mevki sahibi olsun olmasın kimseden çekinmezler. Meclisleri nezih, kalpleri müsterihtir. Nereye düşseler rızık toplarlar, nereye girseler halka karışıverirler. Ne bir vatan edinirler, ne de zamanın padişahından çekinirler. Sabah aç çıkıp akşam tok dönen kuşlardan farkları yoktur. Yavrucuğum! Koşturmak bu sanatın kapısı, dilli ve güler yüzlü olmak elbisesi, kurnazlık, ışığı, yüzsüzlük de silahıdır. Her yoldan yürü, her deryaya dal, her bahçeden otla, kovanı her kuyuya sal. İstemekten sakın usanma, İsteyen elde eder, dolaşan nail olur!
Sonra oğulcuğum! Karga gibi sabahleyin erken kalk ve başkalarından önce işine sarıl Arslan gibi yürekli, kurt gibi hilekâr, domuz gibi hırslı, geyik gibi neşeli, tilki gibi kurnaz, deve gibi sabırlı, kedi gibi sırnaşık, bukalemun gibi renk değiştirici ol.
Sözü allayıp pullayarak halkı dolandır, tatlı diller dökerek insanları aldat. Malı almazdan önce pahasını sor, sütü sağmadan önce memeyi yokla, göç etmeden önce gideceğin yer hakkında haber al. Kovulunca ümitsiz olma ve sağır bir kayadan da su çıkabileceğini kabul et!"
Mevlüt Çelebi, Bir Dilencinin Anılarında "…O, yürürken ağlayarak sızlayarak el açıp dileniyordu. Bir şeyine dikkat ettim. Herkesten para istiyordu, hatta üstü başı yırtık pırtık dilenciden farkı olmayanlardan bile para istiyordu. Yolun yarısında dayanamadım sordum. O başını salladı: - Bu "zanaat" bunun üzerine kurulmuştur. İşte, kim olursa olsun iste! Nerede olursan ol iste! Kovul, yine iste, Sövsünler, dövsünler yine iste! Böylece "zanaatın" "elifini" öğrenmiş oldum."
Reşat Nuri Güntekin'in Miskinler Tekkesi'nin isimsiz dilenci kahramanı‚ rüzgâra karşı mukavemetinin sıfır olması ve yapıştığı kayalardan kabuklarını etrafın akıntılarına karşı aralayarak kısmetini bekleyen mesut bir midye hayatı istediği için dilenciliği kendisine çok uygun bulur. Miskinler Tekkesi'nin dilencisi insanların sevindiklerinde üzüntülü zamanlarından daha fazla sadaka verdiğini, sanatın bütün inceliğinin tıpkı şairlerin yaptığı gibi merhamet damarını yakalayıp derin derin sızlatmak olduğunu bilir.
"Mesleğin acemileri ve kabiliyetsizleri dilenciliği yalvarıp yakarmaktan ibaret sanırlar Sokakta kaçmak ve utanmak suretiyle erkeği peşlerine takan kızlar gibi ben de adeta bu çekingen sükûtumla müşterilerimi peşime takıyordum. Aşk gibi dilencilikte de kaçanı kovalıyorlar."
Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın Hayattan Sahifelerinde dilenciliğin incelikleri şöyle anlatılır; "‚Her sanatın bir mevsimi vardır. Dilencilikte ihtiyarlık para getirir. Altına yumuşak bir pösteki koydum. Bizim bunağı Eyüp caddesinde sebilin önüne köşe başına oturttum. Kör zannetsinler diye koyu bir gözlük taktım. Sakatmış gibi sağ kolunu bir bez parçasıyla boynuna astım. Öbür eline koca bir tespih verdim. Göbeğe kadar süt gibi beyaz sakal şöyle dudağını bile kıpırdatmadan onluklar önüne yağmur gibi yağıyor, bu pir-i fâniyi kim görse mutlak keseye el atıyordu."
Kemalettin Tuğcu'nun Dilenci Baba romanında Abdullah Hızır, tek bacağı sebebiyle hiçbir yerde tutunamayacak, kimseden istemediği halde bacağı ve perişan görüntüsü nedeniyle dilenci sanılarak etraftan sadaka verilecektir. Abdullah iş bulamadığı ve muhtaç olduğu için verilen paraları kabul ederek mesleğe başlayacaktır.
Ahmet Rasim'in Şehir Mektuplarındaki gözlemlerinde "Allah bana vereceğini sana verdiği paraya kısmet etmiştir" diyen dilenciyi de "Gaspçı insanın sırtına, azalarına vurup alır, oysa dilenci kendini acındırma yolu ile insanı kalbinden döverek o malı öyle almış olur?" diyen İmam Gazali'yi de unutmamak gerek.
Yazımızı Mehmet Âkif'in "Küfe" şiirindeki çalışmanın kutsallığına vurgu yapan şu dizeleriyle bitirelim.
"Kuzum ayıp mı çalışmak, günah mı yük taşımak?
Ayıp: Dilencilik, işlerken el, yürürken ayak"