Küçük bir çocuğun oynadığı oyundan ne farkı var içinde yaşadığımız dünyanın?
Çocuklar kendi kurdukları oyunun içinde özgürce oynamakta, bizse başkalarının inşa ettiği bir oyun dünyasında özgür olduğumuzu zannederek yaşamaktayız.
Hemen hemen herkesin çocukken oynadığı yakan top oyununda, kimse adına ''çorbalık ya da ortalık oyuncu'' denen yedek oyuncu olmayı istememiştir. Çünkü çorbalık oyuncu demek oyunu iyi oynayamayan, çocukların tabiriyle ''cansız'' yani pasif oynayan demekti.
Hayat da böyleydi işte. Bir oyundan ibaretti. Oyunu kuralına göre oynasan da kendini ön plana atmadığın müddetçe başkalarının gözünde hep cansızdın. Dışlanmaya mahkumdun.
İster şehir şehir gez, ister ülke değiştir, ister kendi doğup büyüdüğün topraklarda bir ömür sür. Nereye gidersen git, içe bakmayı bilmeyen oyun kurucuların nazarında işe yaramazdın sen.
Dünya oyununda diğerlerinin istediği ''canlı, güçlü'' oyuncu olabilmek içinse para kazanmaya mecburdun. Ne kadar çok paran olursa o kadar güçlü olurdun, ne kadar zengin olursan o kadar sevenin olurdu. Çünkü bu şekilde işe yarardın.
Gerçekten böyle miydi? Para ve güç gösterisi insanların gözünü boyamaktan ileri gidebilir miydi? İnsanı insan yapan ahlaki değerler neredeydi?
Evet, ahlaki değerlerin form değiştirdiği, doğru ile yanlışın ayırt edilemediği, yanlışa yanlış doğruya doğru demenin kabahat sayıldığı bir dünyanın içindeyiz artık.
Tevazu gösterişe, dürüstlük yalana, diğergamlık bencilliğe, cesaret korkaklığa, suhulet cedelleşmeye bıraktı yerini toplum nazarında. Artık ne kadar şaşalı evin, araban, kıyafetin varsa o kadar güçlüsün. Ne kadar çok yalan söylüyorsan o kadar akıllısın. Kendini başkasının önüne ne kadar geçirebiliyorsan o kadar lidersin. Yanlışa yanlış demiyor, doğruları konuşmaktan ne kadar korkuyorsan o kadar iyisin. İnsanlarla tartışmaya ne kadar girersen o kadar dişlisin.
Halbuki oyunun kuralları böyle olmamalıydı. Meyvesi bol olan ağacın dallarının eğilmesi misali, mütevazı olanın hazinesinin çok olduğu unutulmamalıydı. Kişiye sadece duymak istediklerini söyleyen, acı da olsa gerçeği dürüstçe söyleyenden üstün tutulmamalıydı.
Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in ''Gençliğe Hitabe''sinde tasvir ettiği "Kim var?" diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan ''ben varım'' diyenler yerine ''bana dokunmayan yılan bin yaşasın''cılar tercih edilmemeliydi.
Kardeşini kendinden önce düşünenler, kandırılmaya müsait kişi olarak etiketlenmemeliydi. Ağırbaşlı olduğu için tartışmak yerine sakinliğini korumaya çalışanın pasif, nefsini haklı çıkarmak için cedelleşenin ise dişli olduğu kanaatine varılmamalıydı.
Dünya tersine döndü, toplum algısı değişti. Bu durumda bizler için iki seçenek ortaya çıktı. Birincisi oyunu kuralına göre oynayarak en popüler oyuncu olmak, ikincisi ise kendi doğrularımıza göre yaşayıp toplum tarafından dışlanmayı göze almak.
Seçim sizin…
Sonuçlarına katlanmaksa herkesin…
Zira bu oyun bir takım oyunudur. Yakan top bir gün hepimizi yakacaktır.