DOKUZUNCU BÖLÜM
M. Sarmış: Biz şimdiki Kamberiye’ye, kaldığımız yere dönelim.
C. Hündür: Tamam. Yenisi yapılınca o umumhaneyi kapatıp yerini satıyorlar. Büyük bir aşiretin mensubu köylü bir vatandaş satın alıyor. Çok enteresan. Aşiretlerde böyle bir şeyin olmaması lazım, ama olmuş. (Satın alanın adı ve köyü de belli, ama burada söylemeyelim.)
M. Sarmış: Genelev ne oluyor peki? Bizim çocukluğumuzda mahallenin doğusunda Koşu Meydanı civarında idi.
C. Hündür: Tamam işte! 1946 yılında o bölgedeki 120 dönüm tarla “Koşu Meydanı” yapacağız denilerek zorla istimlak ediliyor. Daha sonra güney tarafına genelev yapılıyor. Peki, niçin orası seçildi? Onun da sebebini söyleyeyim. O tarlalar Urfa’nın en köklü ailelerinden Mahmutoğlu ailesine aittir.
M. Sarmış: Şu Mahmutoğlu Kulesi’ne ismini veren aile…
C. Hündür: Evet, evet! Urfa’nın en köklü ailelerinden biridir. Bilmiyorum biliyor musunuz, benim o aileden İbrahim Mahmutoğlu ile birlikte yaptığım bir kitap çalışmam var: “Urfa Kapıları-Kapı Ağalığı ve Mahmutoğlu Ailesinin Tarihi”. 2016’da yayınlandı. Tamamen Osmanlı arşivlerine dayalı olarak hazırladık. Ailenin geçmişi 1700’lü yıllara kadar çıkar. Biliyorsunuz Kule, Urfa surlarının üzerindedir. Hemen güneyinde de Beykapısı bulunur. Oranın “kapı ağalığı” Osmanlılar zamanında Mahmutoğlu ailesine verilmiştir. O tarihten itibaren aile kulenin içinde ikamet etmeye başlamıştır. Vatansever bir ailedir. 1919 yılında İngilizler Urfa'yı işgal edince burayı kiralamak istemişler ancak Mahmutoğlu Mustafa Ağa bu teklifi şiddetle reddetmiş, hatta onları kovmuştur. Oysa aynı dönemde bazı başka aileler konaklarını Fransızlara gönüllü olarak kiraya vermiştir.
M. Sarmış. Peki, niçin böyle bir ailenin tarlası zorla alınıp genelev yapılıyor? Bir kasıt mı var?
C. Hündür: Evet, aynen dediğiniz gibi. Ankara’dan bir emir geliyor. Zamanında saltanata ve halifeye yakın olduğu, hâlâ da Osmanlı’ya ittibayı devam ettirdiği gerekçesi ile Mahmutoğlu ailesini biraz yıpratın deniliyor. Cumhuriyet idaresine ters düşen bir aile. Bu yüzden Urfa’da istimlak edilen ilk arazi onlarındır. Şehre yakın 120 dönümlük çok kıymetli bir arazidir.
M. Sarmış: Bu söz ettiğiniz kastın bir belgesi var mı? Yoksa bir iddia mı?
C. Hündür: Belgesi yok. İddia… Fakat ispatı ortada. Adam bu durumu kabul etmiyor, “Bana zulümdür. Bu kadar az parayla nasıl elimden alırsınız?” diyerek mahkemeye veriyor, Yargıtay’a kadar taşıyor, ama sonuç alamıyor. Adam, kendisi adına bankaya yatırılan istimlak bedelini almadığı gibi her yıl gidip elinden alınan tarlayı ekip biçiyor. Yani hakkından vazgeçmiyor. Ve fakat bu durumu o kadar içerliyor ki kahrından hastalanıyor, inim inim inleyerek ölüyor.
M. Sarmış: Bizim çocukluğumuzda oralar Koşu Meydanı idi.
C. Hündür: Bir köşesi sadece. Dediğimiz gibi bir köşesine da umumhane yapılıyor. Oysa o dönemin kanunları, istimlak edilen yerlerin, istimlak amacı dışında, ticari amaçlarla başkalarına satılamayacağını söylüyor. Fakat biliyorsunuz sonradan o bölge sanayi alanına çevrildi. Son yıllarda sanayi de büyük ölçüde taşındı. İşte yeni vilayet binası, adalet sarayı, şu, bu yapıldı. Bir kısmı da TOKİ’ye verilmiş, ev dükkân filan yapılacakmış. Genelevin bulunduğu yerde sonraları bir cami yapıldı.
M. Sarmış: Neler var, neler? Biz yine Kamberiye Camii konusuna dönelim. O caminin geçmişi hakkında bilginiz var mı? Ne zaman yapılmış? Kim yapmış?
C. Hündür: Hayır, o konuda bilgim yok. O da 1940’larda satılığa çıkarılan camilerden biri. Mehmet Oğlu Mustafa Türkmen tarafından ev yapılmak üzere satın alınıyor. Sonra mahallenin ileri gelenleri devreye giriyor. Adam kendisinin de hisseye dahil edilmesi şartıyla kabul ediyor. Böylece cami ev olmaktan kurtulup cami olarak hizmet vermeye devam ediyor.
M. Sarmış: O isimler var mı sizde hocam?
C. Hündür: Var. İstemiştiniz diye yanımda getirdim: Doğrudan evraktan nakledeyim: “Mehmed Said oğlu Abdullah Kırıkçı, Hacı Sinan oğulları Hacı Salih ve Müslüm Koltukçu ve Şekerci Müslüm oğlu Halil ve Ahmed oğlu Mehmed Bayır ve Ciniviz Müslüm oğlu Hüseyin ve Süleyman oğulları Halil ve Müslüm Cengiz ve Halil oğulları Ahmed ve Mehmed Emin Tatar ve Ali oğlu Mehmed Emin Kaplan ve Mustafa oğlu Fehmi Tütüncü ve Mehmed oğlu Nacar Mehmed Açıkyol ve Mustafa oğlu Mehmed Yaşar ve İbrahim oğlu Mehmed Aygırcı ve bir hissesine de kadimen Mehmed oğlu Mustafa Türkmen…” Toplam 16 hisse.
M. Sarmış: Caminin şimdiki dernek başkanı olan Ziya Kaplan’dan mülkiyetinin hâlâ o kişilerin üzerinde olduğunu duymuştum.
C. Hündür: Olabilir. Ona bakmadım. Son durumu bilmiyorum.
M. Sarmış: Asım Paşa Camii de satılan camilerden biri. Onun hakkında neler söylemek istersiniz?
C. Hündür: Adı yakın devrin belgelerinde “Harabi Cami” diye geçiyor. Özel adı değil, herhalde iyice eski olduğu için niteliği ile kaydetmişler. Şehirdeki birçok başka cami gibi orası da satışa çıkarılmış ve soyadı “Kampak” olan Siverekli bir avukat tarafından satın almış. Ev olarak kullanılmış mı bilmiyorum. 1980’li yıllarda tamamen harabeye dönüştüğü için hayırseverler tarafından satın alınarak yerine şimdiki iki katlı cami yaptırılmıştır.
M. Sarmış: Evet, o konuyu iyi biliyorum. Caminin ihyasında Abdülkadir Özen ve arkadaşlarının çok büyük gayretleri ve katkıları olmuş. Demin de söz ettiğim üzere, oğlu İbrahim Halil Özenle yaptığım röportaj sırasında detaylı bir şekilde öğrenmiştim.
C. Hündür: Gerek Rafi Hoca, gerek Abdülkadir Abi, daha başkaları da var, bu konuda çok emek vermişler. Birçok camiyi satın alıp yeniden aslına döndürmüşler. Allah hepsinden razı olsun.
M. Sarmış: Bir de mezarlık konusu var. Mahalle’nin büyük bir kısmı mezarlıkmış.
C. Hündür: Evet. Kamberiye Mahallesi’nin güneyi ve Beykapısı’nın doğusu boydan boya Müslüman mezarlığıdır. Sonradan hepsi kaldırılıyor. Bugün sadece Şeyh Ramazan Şani’nin türbesi kalmıştır.
M. Sarmış: Ermenilerin mezarlığı, halkın Ermeni Mahallesi dediği bugünkü Yeni Mahalle taraflarında, Bedüzzaman Mezarlığının güneyinde imiş. Selahaddin Eyyubi Camii dediğimiz Büyük Kilise’nin doğusu ve güneyi de onların mezarlığı imiş. Peki Süryanilerin mezarlığı nerede imiş?
C. Hündür: Süryani Mezarlığı da onun bitişiğidir. Beykapısı tarafında yaşadıkları için mezarlıklarını da oraya yakın sur dışına yapmışlar.
M. Sarmış: Değerli hocam. Sizinle konuşulacak çok şey var ama artık burada bitirelim diyorum. Zaten sizin bu konularla ilgili çok yoğun çalışmalarınız olduğunu öğrenmiş olduk. İnşallah kısa zamanda onları bitirip yayınlarsınız. Bizler de istifade ederiz. Çok teşekkür ederim.
C. Hündür: İnşallah! Ben de size çok teşekkür ederim.