Bir varmış bir yokmuş. Varlık ve yokluk. Var ve yok. Hem var hem yok. Var. Yok.
Bazen insan farklı duygular içinde, farklı bir mecrada bulur kendisini. İstediği yalnızca bulunduğu karanlıktan uzağı görmek, yolun sonunda var olduğuna inandığı ışığa kavuşmaktır. Öyle bir yol bulur ki önünde; geri dönmez, geri dönemez, geri dönmeyi bilmez/bilemez.Uzun, upuzundur bu yol ve bu yolun bir sonunun olduğunu da düşünmekten geri duramaz.
Bir sonu vardır bu karanlığın, upuzun yolun, en uzun gecenin, en yılgın baharın, en soğuk kışın, en parlak güneşin… Bir sonu vardır elbet.Bu sondur belki de sonsuzluğun kaynağı. Bu sondur belki de hayatın insana kattığı heyecan, cevher, isyan ve kabul. Bu sondur belki de insandaki gizemin, muammanın, hüznün, mutluluğun, acının, tebessümün odağı…
İnsan hep bir dal arar hayatında. Sığınacak bir gölge arar. Dalacağı bir okyanus, oturup dinleneceği bir ağaç, gölgesine sığınacağı bir yamaç arar. Mutluluk uçan bir kuştur belki ve insan sürekli onun peşinden koşar bulur kendini. Yakaladığında sımsıkı sarılmak ister ona. Hem de bırakmamacasına. Sadece mutluluğu onda arar, onda bulmaya çalışır ne yazık. Bu belki bir kadın veya erkek, belki bir mevki, belki güzel bir ev, belki havalı bir araba, belki anlamsız bir tutkudur. Ama insan peşinden sürüklenip gider. Mutluluğu, huzuru, sükûneti bunlarda arar, bunlarda bulacağını sanır. Bunlara sığınarak yaşayabileceği bilinciyle avunur durur.
Oysa o tuttuğu dal yoktur belki de. Belki bu bir hayaldir, belki bir gölgedir, derin bir boşluktur belki. Ama insan nefsinin esiri olarak sarıldıkça sarılır ona; hem de onu hayatının başköşesine koyarak kendini işgal etmesine aldırmadan. Gözünde öyle büyütmüş, öyle büyütmüştür ki o tuttuğunu sandığı dalı, en ufak bir çatırdamada bile kendini umutsuzluğun kuytu yalnızlığına sokmakta tereddüt etmez. Oysa bu avunma kısa sürecek ve sonunda yine bir başına, sükût-ı hayale uğramış bir vaziyette kendine kalacaktır beni adem. Bu kadar süre geldiği yolun sonunu bir türlü bulamadığını, tuttuğu bu dalın kendisini herhangi bir yere taşıyamayacağını ve bu yalanın, bu hayalin, bu tutkunun insanı sürüklediği noktanın ancak bir boşluk olduğunu anlaması ve bu bilinç karşısında tutunamaması tam anlamıyla derin bir aldanıştan öte bir şey olmayacaktır.
İnsan hayatın gerçekleri ile yüzleştiğinde, hayat gerçek yüzünü gösterdiğinde, bir mananın eşiğine ulaştırdığında ya da tüm gücüne rağmen ne kadar acz içinde olduğunu idrak ettiğinde; o hayatının başköşesine koyduğu, ucuna tutunduğu, tutulduğu, kul-köle olduğu dalların birer birer kırılıp düşmeye başladığını görecektir.
Her şey ansızın önemsizleşir işte. Önemsenen, kıymet verilen her şeyin ancak bir hayal olduğu, suni bir mutluluk getirdiği ve bu hayalin gerçek mutluluğa götürmekten çok çok uzak olduğu gün gibi aşikar olur. Hayata, hayatın gerçeklerine yeni ve bakir bir bakış geliştirerek oyunu yeniden başlatarak oyuna başlar insan.
Hayatı ve kendini yeniden okumaya ve anlamlandırmaya gücü var mı, onu sorgular sonra insan. Bir hayat ki, anlamı kavranarak okunmak için bekliyor, onu görür ve anlar ve dilinden yine aynı nakarat dökülüverir işte: Bir varmış bir yokmuş.