M. Sarmış: Peki siz bugüne kadar hangi gazeteleri okudunuz?
F. Gayberi: Askere gitmeden önce Yeni Sabah Gazetesi okurdum. Amcamın dükkânında satılırdı. Yoksa ben alamazdım, kalfayım, param yok. Askerden sonra Yeni İstanbul Gazetesini okumaya başladım. Sonraları Tercüman, sonra Türkiye…
M. Sarmış: En çok okuduğunuz köşe yazarları?
F. Gayberi: Ahmet kabaklı, Ayhan Songar, Mukbil Özyörük. Bunlar Tercüman'da yazardı. Türkiye'de hemşehrimiz Abdülkadir Karahan'ı çok okurdum. Necip Fazıl Kısakürek, Yeni İstanbul'da "Çerçeve" yazıları yazardı; çok meşhurdur. Ben de okurdum. Osman Yüksel Serdengeçti de Yeni İstanbul Gazetesinde yazardı. Ayrıca Ali Fuat Başgil var. Tabii daha birçok kişi var. Bu gazeteler üç günde bir üçer üçer gelirdi.
M. Sarmış: Şimdi okuyor musunuz?
F. Gayberi: Şimdi de Milat Gazetesini okuyorum. Biliyorsunuz Zeki oğlum da Milat'ta çalışıyor. Gazetem her gün gelir.
M. Sarmış: Zaman içinde çok kitabınız olmuş.
F. Gayberi: Çok, çok.
M. Sarmış: Bir ara evinizi su basmış. Kitaplarınız sular altında kalmış.
F. Gayberi: Halil Çelik belediye reisi iken, 1986 yılında. Adamcağız yol yaparken evi su bastı. O sırada Eski Otogar'ın, şimdiki Piazza AVM'nin karşısında oturuyorduk. Su basınca çok kitabımız gitti. 13 çuval kitap adeta hamura dönüştü. Kalanlar da hâlâ suyun izlerini taşıyor, lekeli.
M. Sarmış: Ne oldu o kadar kitap?
F. Gayberi: Çoğunu dağıttım. Bu son iki üç sene içinde belki bin tanesini dostlarıma verdim.
M. Sarmış: Çok ileri gittik. Geriye dönelim. Kaldığımız yerden hayatınıza devam edelim. Askerden geldiniz. Evlilik nasıl oldu?
F. Gayberi: İstanbul'da bir arkadaşımız var. Topal Osmangil…
M. Sarmış: Topal Osman, şu Kamberiye'deki mi?
F. Gayberi: Evet, evet, onun oğlu Muzaffer'in İstanbul'da atölyesi var. Dedi "Yerim çok geniş, seni de oraya götüreyim. Dükkânımda çalış. Ne zamanki para kazandın, o zaman ortak olalım." Gittim. Yalnız gitmeden önce bir arkadaşım da "Fehmi, gel seni YSE'ye alalım." demişti. Beni Donatım'da çalışırkenden tanıyor. Kendilerine bir elektrikçi lazım. Beni almak istiyorlar. Fakat henüz ortada ciddi bir şey yok. Onun için kalkıp İstanbul'a gittim. Dolapdere'ye… Orada dükkânda çalışıyoruz. Fakat tek başımayım. Yardım eden yok, bir pense getiren bile yok. Yoruluyorum. Gidip orada burada yatıyorum. Para da gidiyor.
M. Sarmış: Otelde mi kalıyorsunuz?
F. Gayberi: Yok. Dayımgilde kalıyorum mesela. Pendik'teler. Gidip gelmek zor… Vasıtaya bin, gemiye bin, en azından iki saatim geçiyor. Vapurda geçen bir hatıramı anlatayım. Hep ikinci mevkide gidiyorum. Bir gün baktım, birinci mevkie belli adamlar giriyor. Kodamanlar… Merak ettim. Nasıl bir şeymiş, ben de göreyim dedim. 25 kuruş farkı ödeyip girdim. Elimde de Sabah Gazetesi var. Girip bir koltuğa oturdum. Hemen karşımda yaşlı biri var. Tanıdık geliyor. Sanki Diyanet İşleri Başkanı İbrahim Elmalı… (1965-66 arası Diyanet İşleri Başkanı) Elimdeki gazeteye de bakıyor. Yavaşça kalkıp yanına geçtim. "Selamün aleyküm." "Aleyküm selam." Siz Diyanet İşleri Başkanı mısınız?" "Evet." dedi. Elini öpmek istedim. Bırakmadı. "Nerelisin?" diye sordu. "Urfalıyım." dedim. "Yerlisi misin?" "Evet." dedim. "Buraya çalışmaya geldim." "Madem Urfalısın, sana üç kişinin ismini söyleyeceğim; bakalım onları tanıyor musun?" "Buyurun efendim." dedim.
"Bir, Kemal Badıllı." "Tanıyorum efendim. Avukat. Müşterim." "İki, Cemal Güllüoğlu." "Onu da tanıyorum. Ben Donatım'da çalışırken ticari işler şefiydi. Aile dostumuzdur. "Üçüncüsü, Vehbi Melik." "Evet efendim, onu da tanıyorum. Onun da işlerini yapıyordum." Üçünü de tanımış olduk. "Bunlar benim dostlarım" dedi. İstanbul'da kaldığı apartmanın üst katında oturan üç gençmiş. Mektepte okuyorlarmış. Çiğköfte yaptıkları zaman bir tabak da kendisine gönderirlermiş. Böylece muhabbete başladık. Güzel bir hatıra oldu. Şimdi nereden elimize geçer?
Bir kere de yıllar sonra, oğlum Zeki ile İstanbul Beyazıt Camii'nde meşhur kurra Gönenli Mehmet Efendi ile karşılaştık. Ben gittim elini öpmek için, müsaade etmedi. Zeki'ye "Git elini öp. Sana hatıra kalsın." dedim. Gitti, öptü.
M. Sarmış: Peki İstanbul'da ne kadar kaldınız?
F. Gayberi: Bir ay kaldım. Bir ay sonra Urfa'dan telgraf geldi. YSE'de çalışan arkadaşım çekmiş. "Gel seni istiyorlar." diyor. Ben de zaten kaçmak için bahane arıyorum. Çünkü çok yoruluyorum, dayanamıyorum. Beni götüren Muzaffer abi "Ben de seninle geleceğim. Eğer işin olmazsa seni yine İstanbul'a getireceğim." dedi. Allah razı olsun.
Urfa'ya geldik. Fakat bu arada işe bir kişi daha başvurmuş. Dediler ki "Yarın gel, sizi imtihan edeceğiz." Ertesi gün gittim, öbür adam "Madem Fehmi abi var, ben vazgeçtim." demiş. Böylece işe girmiş oldum. Yıl 1965.
M. Sarmış: Artık 23 yaşındasınız. Ne zaman evleneceksiniz?
F. Gayberi: Vahdi Emimin hanımı, kardeşinin kızını bana almak istiyor. Herhalde onlar da istiyor ki İstanbul'dan Urfa'ya gelmişler. Zaten burada evleri de var. Vahdi Amcamgildeler. Beni çağırdılar. Ben kimseyi görmemişim ha, birini beğendim, birini beğenmedim diye bir şey yok. Yanlış anlaşılmasın. (Gülüyor. Gülüyoruz.)
M. Sarmış: Yanlış anlaşılacak bir şey yok.
F. Gayberi: Kızın ninesi, yani amcamın kaynanası da orada. Beni yanına çağırdı. Dedi "Oğlum sana bir şey söyleyeyim." "Buyurun." dedim. Dedi "Ben seni İstanbul'daki torunum için uygun görmüyorum. Onlar da benim torunum, beraber yaşıyoruz, ama sana uygun değil. Benim burada başka bir torunum var, Ahmet'in kızı; onu sana alalım." "Ne derseniz öyle olsun." dedim. Sonra o kızı biraz hatırladım. Küçük kardeşimin vefatı sırasında bizim evimize gelip gitmişti. Çocuktu tabii o sıralarda.
M. Sarmış: Kafanıza yattı yani.
F. Gayberi: Evet. Nişanlandık. İki sene nişanlı kaldık. Ha babo, ha babo, ha babo! İki sene doldu. Bizim maaşımız da dolgun oldu. Evlendik.
M. Sarmış: Yenge Hanımın adını da söyleyin.
F. Gayberi: Meral.
M. Sarmış: Nasıl bir düğün yaptınız? Nasıl oluyordu o zamanki düğünler? Davul zurna var mı?
F. Gayberi: Yok. Normal bir düğün.
M. Sarmış: Kaç çocuğunuz oldu?
F. Gayberi: Beş oğlumuz var, kızımız yok. Fahri, babamın ismi. Ahmet Zeki, o da Basralı Hafız'ın ismi. Üçüncüsü Muhammed. Aslında adını Alparslan koymuştum. Selçuklu sultanı Alparslan'dan dolayı. Fakat sonra çocuk nereye gitse, sanki MHP lideri Türkeş'ten dolayı koymuşuz ve "Türkeşçi"yiz gibi herkes "Baban kimdir?" diye soruyor.
Rahatsızlık duymaya başladık. Ninem de "Gelin bu çocuğun ismini değiştirelim." dedi. Biz de değiştirip "Muhammed" koyduk. Nüfus kaydını da değiştirdik. Dördüncüsü Yunus Emre. En küçüğümüz de Mustafa Oruç…
M. Sarmış: Hepsi yaşıyor.
F. Gayberi: Hepsi yaşıyor elhamdüllilah!
M. Sarmış: Fahri'yi Milli Eğitim Müdürlüğünden tanıyorum. Beraber çalıştık. Yunus'u da Yazarlar Birliğinden tanışıyoruz Her ikisi de efendi, düzgün insanlar.
F. Gayberi: Hepsi öyledir. Biz kendilerinden razıyız, Allah da razı ola. Yer gök razı ola…
M. Sarmış: Kaç torun var?
F. Gayberi: (Saydıktan sonra) Yedi de torunumuz var.