Adını ilk defa Eski Urfa ile ilgili yürüyüş/yazı/paylaşımlarım sırasında duymaya başladım. Behçet Arabî'nin İstanbul'daki hat örneklerini ilk defa o keşfetmişti, o vesile ile. Sadece Antalya'da bir çeşit inziva hayatı yaşadığını öğrenebilmiştim.
Daha sonra paylaştığım fotoğrafların altına yaptığı ilginç ve güzel yorumları dikkatimi çekti. Urfa'yı yakından tanıdığı, Hattat Behçet Arabî'nin eserlerine özel bir ilgisinin olduğu, incelmiş bir estetik kaygıya ve derin bir hayvan sevgisine sahip olduğu kendini hemen hissettiriyordu.
Sonradan öğrendim ki Behçet Arabî'nin eserleri üzerine çok yoğun bir araştırma yapmış, hangi camilerde yazıları olduğuna, hatta levhaların caminin neresinde asılı olduğuna kadar bilgi sahibiymiş.
Eski sokak isimlerinin kaldırılıp numara verilmesinin ne kadar yanlış olduğuna dikkat çeken bir yorumunda şöyle diyordu:
'Mesele şu ki, yeni yetişen nevzatlara (çocuk, genç), dedelerinden yadigar kalan, tarihi, kültürel ve önemli olayların hatırlanması veya kulağa küpe olması bağlamında, birer işaret izidir ve geçmişi geleceğe bağlaması ve unutulmaması gereken isimler, yerler, olaylar vb. canlı tutulması, aidiyeti bakımından önemlidir. Yaşayan ve gelecek nesle bir anlam sunar ve belki bir ideal ve kültürünü hatırlatır. İzler, silinmemesi gereken izler yer değiştirirse, bağ kopar ve geçmişle ve geçmişin güngörmüş değerleriyle…'
Hayvan sevgisi ise, başta kedi olmak üzere her fırsatta paylaştığı hayvan resimleri ile kendini gösteriyordu. Mesela eski Urfa evlerinden birinde bir gencin kuş 'pin'i yaptığına ve güvercin beslediğine dair paylaştığım bir fotoğrafın altına şöyle yazmıştı: 'Uçmaları gereken dilsiz kuşlar, hapis, ne acı verici bir durum.' Yine Urfa'nın son kürkçülerinden birinin fotoğrafının altına 'Dilsiz hayvanları sıra sıra dizmişler bir ipe, feryatları kalmış gökyüzünde.' diye yazmıştı. Hayvanlar konusunda ben de kendimi hassas biri sanırdım, ama onun bu yorumuna kadar, konuya bu şekilde bakmayı akledememiştim. Kürkün de, üstelik daha çok küçük kuzuların kesilerek elde edildiğini bildiğim halde…
Karşımda gerçekten özel bir insanın olduğu çok açıktı.
Elinde Behçet Arabî'nin eserlerine dair kimsede olmayan veriler bulunduğunu, kendisinin de dünyada benzeri olmayan hat çalışmaları olduğunu öğrenince Urfalı genç hattatlardan İsmail Özbek'ten onunla irtibata geçmesini rica ettim. Kısa bir süre sonra da ben irtibat kurmak istedim, ancak telefon kullanmadığını, gece yarısı internet üzerinden görüşebileceğini söyledi.
Sonra biraz ben araştırdım, biraz kendisinden ve kendisini tanıyanlardan bilgi aldım; aşağıdaki yazı böylece ortaya çıktı:
Adnan Alpay, Urfa Kurtuluş Gazisi Sorukanlızade İsmail Hakkı Alpay'ın torunu, Mehmet Cemal Alpay'ın 3. Oğlu olarak 12.11.1964 tarihinde, Urfa Harrankapı'da Gümüşkuşak Mahallesinde doğdu ve 4 yaşına kadar burada yaşadı.
Daha sonra babasının Eyyübiye Mahallesinde yaptırdığı eve taşındılar ki sokağa bundan dolayı 'Alpay Sokağı' adı verilmiştir. Babası, Urfa Sıtma Eradikasyon Bölge Başkanlığında laborant ve şoför olarak çalışmıştır.
Adnan Halil Alpay, 1977 Yılında Yavuz Selim İlkokulundan, 1980'de Gazi Ortaokulundan, 1983'te Endüstri Meslek Lisesi Makina Teknik Ressamlığı Bölümünden mezun oldu. Liseye kaydolurken, babası vefat etmiş olduğu için, o sırada Halk Eğitim Merkezi Başkanı olan İbrahim Halil Çelik kendisine veli olmuştur.
Estetik konulara, özellikle güzel yazı ve resme yatkınlığı ve yeteneği, küçük yaşlardan itibaren ortaya çıkmış olup, daha ortaokulda iken bir firmanın açtığı karakalem desen yarışmasına katılmış, ancak eseri PTT'de kaybolmuştur.
Okulun yanı sıra, o dönem pek çok çocuk ve genç gibi bir meslek öğrenmek ve aile bütçesine katkıda bulunmak amacıyla çalışmaya başladı; önce köşker, sonra uzun yıllar terzi çıraklığı ve kalfalık yaptı.
Ortaokulda iken (1978 veya 1979 yılında), bir gün Hz. İbrahim Halilüllah makamında, Dede Osman Avni Hazretlerini ziyareti sırasında, orada bulunan iki gencin kendi aralarında konuşurken ''… Biz kendi kitabımızı okumayı bilmiyoruz. ...'' sözlerini duyunca Kuran-ı Kerim okumayı öğrenmeye ve öğretmeye karar verdi, hemen akabinde bu amaçla Eyyübiye Mahallesi Çamlı Camii Hocası Hacı Kurt Hocadan dersler almaya başladı.
Bu süreçte yazıya olan yeteneğini fark eden Hacı Kurt, kendisini Miskinler Camii Müezzini Cevher Polat Hoca'ya yönlendirdi, bizzat rica etti. Cevher Hoca kendisine ''Önce 'inşa' yazısı öğren sonra hüsn-i hat'' diyor. Onun tavsiyesi üzerine gittiği Attar Pazarında Mance Efendiden Ali Setiri Efendinin 'Güldeste-i Bedayi' isimli inşa kitabını alıyor ve 6 ayda okumayı öğreniyor. Sonunda Cevher hoca, 'Tamam, artık öğrendin' diyerek derse noktayı koyuyor. Böylece hüsn-i hat için gittiği yerden inşa öğreniyor. Bu dersler, kendisine sonraki yıllarda görev aldığı Topkapı Sarayı Müzesindeki arşiv çalışmalarında büyük kolaylık sağlayacaktır.
Lise eğitimine başladığı yıllarda Urfa'da çıkarılan Harran Dergisi çevresi ile tanıştı, onlara hizmet ederken kültürel birikimlerinden ve ortamlarından da istifade etti. İlk kültürel yazılarını derginin daktilosu ile yazdı. Bu arada PTT'nin önünde mektup kağıdı, zarfı ve tebrik kartı satarak okul masraflarını çıkarmaya çalıştı. Zor yıllardı, yılmadı. Okul eğitiminin yanı sıra birçok başka meşguliyetleri de vardı.
Mesela Kapalı Spor Salonunda Sıtkı Hocadan judo dersleri almıştır.
Okul, dergi işleri, spor ve iaşe gibi birçok meşguliyetinin arasında esas gönül verdiği hüsn-i hattan da kopmamış, sanat okulu süresince (1979-1983) Hattat Lobud Ahmed Vefik Efendinin tek talebesi olan Arabîzade Muhammed Behçet(Görgün) Efendinin eserlerinin peşine düşmüş; Urfa'daki camileri, evleri ve dükkanları dolaşmış, kağıt ve taş üzerine yazdığı yazılarını kayıt altına alıp tasnif etmeye çalışmıştır. Asli ebadına sadık kalarak fotokopi ve fotoğraflarının çekimi için büyük emek, zaman ve o zor şartlarda para harcamıştır. Sonuç olarak Behçet Arabî'nin eserlerinin yüzde 75'ini tespit ve kayıt altına alabilmiş, yeterli maddi destek bulamadığı için tamamlayamamıştır. Yaptığı çalışmaların fotokopi ve fotoğraf arşivini halen şahsi kütüphanesinde muhafaza etmektedir. Kendi ifadesine göre 'Arabîzade'nin hangi eserinin nerede olduğunu kendisinden başka bilen yoktur.'
Yine 1983 yılında, Urfa İskan Katibi Birecikli Muhammed Emin Efendinin Haleplibahçe'deki köşkünün dört bir tarafında gri zemine beyaz mürekkeple ve ta'lik yazı çeşidiyle meşkettiği önemli şiirini ilk defa çok zor şartlar altında, merdiven olmadan, iptidai bir fotoğraf makinesiyle kayıt altına almış, siyah ve beyaz kartpostala bastırarak arşivlemiştir ki halen özel kütüphanesinde mevcuttur.
Eski Arabi Camiinin hocası Ömer Devecioğlu ile de dostluk kurmuş, hoca, kendisinin yazıp çerçevelettiği 'Lafzatullah' levhayı camiye asmıştır.
Kendisinden, Üstad Behçet Arabî'nin, Dergahta günde üç öğün namazların ardından okunan 'Evrad-ı Fethiye'yi mor ve fıstıki yeşil renk mürekkeple 20x20 cm ebadında bir kitapçık olarak yazdığını da öğreniyoruz. Zeki Hafız'ın oğlu cilt ustası Zeynel Abidin Bey tarafından ciltlenen eser, Behçet Arabî'nin büyük oğlu Hamud Beye takdim edilmiştir. Kitabın slaytları da Adnan Alpay'ın kütüphanesinde bulunmaktadır.
Behçet Arabî'nin Eski Arabî Camiinde görev yaparken, bir hutbe kitabı yazdığını da kendisinden öğreniyoruz, ama bütün çabalarına rağmen bu eseri bulamamışlar.