BİRİNCİ BÖLÜM

Urfa'nın sur dışında kalan eski mahallelerinden biri de bu mahalle. Ben sadece bizim Kamberiye Mahallesine 'çıharki mehle' (Dışarıdaki Mahalle) denildiğini bilirdim. Meğer buraya da deniliyormuş.

Eski adı Dergezenli Mahallesi. 1326 (1908) tarihli Halep Vilayet Salnamesinde bu isimle geçiyor. Özellikle Urfa'nın yakın tarihi üzerine önemli çalışmaları bulunan Avukat Müslüm Akalın, 'Derdim Çoktur Hangisini Yazayım' adlı kitabında, 'İran coğrafyasından kopup gelen acem Dergezenlû oymağından birkaç kolun yerleşmesi' sebebiyle bu adı aldığını söylüyor.

Adil Saraç'ın 'Urfaca Urfalıca' kitabında ise Şemseddin Sami'nin 'Kamus'ül Alam' adlı coğrafya ansiklopedisinden alınan şu bilgiler var: 'Dergezen, Bağdat'ın 5,5 fersah kuzey doğusunda (27,5 km) bir bölgenin ismidir. Burada Sünni Türkmen nüfus yoğunluğu varken 18. Yüzyılın sonlarında Bağdat'ta çıkan bir Şii isyanında (tahminen 1785) zarar görmesinler diye o sıralarda veba salgını nedeniyle boşalan Urfa'ya tehcir edilmişlerdir. Veba salgınından yeni çıkan Urfa'da bu hastalıktan korunmaları için tedbir amacıyla Karakoyun Deresi'nin kuzey kısmında Şehbenderiye Camii ile eski Askeri Kışla (Millet Hanı) arasında (Bugünkü Atatürk Mahallesi'nin bir kısmı) yerleşmiş ve Dergezenli Mahallesi'ni kurmuşlardır.' (A. Saraç, 'Urfaca Urfalıca', s.318)

'Dergezenli' adı zamanla halk dilinde 'Dergezli'ye dönüştürülmüş. Biz çocukken öyle bilirdik. Meğer resmi adı 'Atatürk Mahallesi' imiş.

Hava çok soğuk. Ancak sıcağa aldırmadığım gibi soğuğa da aldırmadım. Önceden yaptığım plana uygun olarak öğlen namazını mahallenin iki camiinden biri olan Damat Süleyman Paşa Camiinde kılmak için yola çıktım.

Son yürüyüşlerimde yaptığım bir şey var; başlangıç noktasında bir fotoğrafımı çektirip sosyal medyada paylaşıyorum. Bu sefer de caminin kapısının önünde çekmek istedim. Orada boyacılık yapan bir gençten rica ettim. Memnuniyetle kabul etti. Biraz konuşmaya çalıştım. Adı Ahmet. Süleymaniye taraflarında bir lisede öğrenci. 'Ayakkabınızı boyayayım mı?' diye sordu. Kabul etmedim. Elinde sıcak tırnaklı bir ekmeği yavan olarak yediğini görünce içim acıdı. Öyle dilenci gibi para vermeyi doğru bulmadım. Alışmamalı. Çalışıyor, çalışarak kazanmaya alışmalı. Zaten dedim, 'Bu şartları değiştirmenin yolu daha çok çalışmaktan geçiyor Ahmet.'

Namazı caminin batısındaki camekanla ayrılan kışlık bölümde kıldım. Çarşıya yakın camilerin cemaati nispeten daha çok oluyor. Uzaktan tanıdığım Ömer Doğan Hoca ile yakından tanışmak için cemaatin dağılmasını bekledim. O da uzaktan beni tanıyormuş. Çok yakın alaka gösterdi. Caminin son cemaat yerinin batısına bitişik hücresine davet etti. Küçük, sıcak bir oda. Dolaptan resmi evrakın bulunduğu bir dosya çıkarıp cami hakkında bilgi verdi. Daha sonra başka kaynaklardan da teyit ettiğim bu bilgilere göre;

Şimdiki caminin yerinde daha önce küçük bir cami, belki de mescit varmış. 17. Yüzyıl sonlarına doğru Rakka Beylerbeyi Damat Süleyman Paşa tarafından yaptırılmış. Paşa hassa silahşörlerinden olup Gürcü asıllı imiş. 1688-89 yıllarında vefat etmiş.

Caminin bulunduğu yer, şehir surlarının dışında, Dergezenliler de 18. Yüzyıl sonunda geldiğine göre, 17. Yüzyılda oralar meskûn değil. Dolayısıyla cami yapılması ilginç. Acaba dışarıdan gelip henüz şehre giremeyenler ya da oralarda göçebe olarak yaşayanlar için inşa edilmiş olabilir mi diye düşündüm.

O tarihi cami 1940'larda, birçok başka cami gibi satılığa çıkarılmış. Mehmet Emin Dodanlı tarafından satın alınmış. Mülkiyeti hala aynı şahsın üzerinde. Tabii adam çoktan vefat etmiş, varislerine intikal etmiş. Adı geçen şahıs, caminin yeniden ihya edilmesi için, bu işle uğraşan hayırseverlerle anlaşmış.

Urfa'da bu tür camilerin kurtarılıp yeniden ibadete açılmasında birçok hayırseverin emeği var. Bunlar arasında iki kişinin adı özellikle öne çıkıyor; Pazar Camii İmamı Rafi Hafız (Görgün) ve hemen onun yanında Dergah Kitapevi'nin sahibi Abdülkadir Özen.

Maalesef elimizde o eski camiye ait tek bir fotoğraf bile yok. 1960'ların başında onarılamayacak kadar harabe bir haldeymiş. Yeri de çok küçük olduğundan yetersizmiş. O yüzden 1964 yılında cami binası hemen hemen tamamıyla yıkılmış, yakın çevresinden de bazı evler satın alınmış ve mümkün olduğu kadar eski orijinal planı dikkate alınarak şimdiki binanın temelleri atılmış. 1968'de yapılan ikinci onarım sırasında biraz daha genişletilmiş. Camiye yapılan son büyük müdahale 1984 yılında olmuş. Batısına şimdiki kışlık bölüm eklenerek biraz daha genişletilmiş. Ayrıca batı ve güneyindeki bahçeler de camiye dahil edilmiş, güneyine Kur'an kursu olarak kullanılmak üzere odalar yapılmış. 1984 yılında eklenen bu son bölümler, gerçekte bitişiğindeki Millet Hanı'na ait. O sıralar Millet Hanı askeri kışladır. Kışlanın komutanı gelip Mustafa Hocayı bunun için bizzat teşvik etmiş ve izin vermiş. Hoca, daha önce şahsi parası ile alıp oturduğu caminin batısındaki bir evi de o sırada yıkıp camiye dahil etmiş, kendisi caminin doğusunda yaptırılan üst kattaki kısımda yaşamaya başlamış.

Bütün bu çalışmaların gerektirdiği maddi külfeti karşılamak için de hayırseverlerin desteğine başvurulmuş. Bu amaçla aralarında Abdülkadir Özen ve kendisinden az sonra bahsedeceğim caminin imamı Mustafa Kılıç Hocanın da bulunduğu arkadaş grubu, pazar günleri köylere gitmişler. Vatandaşların kiminden para, kiminden paraya çevrilmek üzere hububat almışlar. Bu üç yılda yapılanlar dışında da ufak tefek müdahale ve ilavelerle cami bugünkü şeklini almış. Bu arada caminin orijinal halinden hiçbir şey kalmamış.

İşin bir de hukuki boyutu var ki, bazı sıkıntılar şu anda da devam ediyor. 2000'li yıllarda Millet Hanı restore edilmeye karar verildiği zaman, hana ait olup daha önce camiye ilave edilen bölümlerle ilgili mahkeme süreci başlamış. Sonuçta cezai bir karar çıkmamış; caminin kışlık bölümüne de dokunulmamış, ancak batı ve güneyindeki bahçeler geri alınmış. Güneydeki kurs odaları da elden çıkmış.

Mevcut caminin harim kısmı, uzun kenarı kısa kenarının üç katını aşan enine dikdörtgen planlıdır. Ortada etrafı pencerelerle çevrili küçük beton bir kubbe ve gerisi beton tabliye şeklinde düz dam örtülüdür. Duvarları beyaz kesme Urfa taşından inşa edilen camide yedi adet silindirik beton sütun yer almaktadır. Üzerinde 'Ey Muhammed! Yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir' (Bakara Suresi, 149, 150) ayetinin yazıldığı mihrap 1389/1968 onarımına aittir. Üzerinde 'Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır…' (Nahl Suresi, 125) ayetinin yazıldığı minberin yapım tarihi ise 1428/2007'dir. Biri doğu, diğeri kuzeyden olmak üzere iki kapıdan girilen dikdörtgen şeklindeki avlunun dört bir yanı revaklarla çevrilidir. Yapının belki de en çok dikkat çeken unsuru doğusundan yükselen Osmanlı tarzı ince ve üç şerefeli minaresidir.

Urfa'da Damat Süleyman Paşa Camii denilince akla gelen ilk isim 'Hoca Abi' lakaplı Mustafa Kılıç Hoca'dır. Adı adeta bu cami ile özdeşleşmiştir.

Mustafa Kılıç Hoca, 1939 yılında Urfa'nın, bugün Karaköprü ilçesine bağlı İlhan Köyünde doğdu. Şeyh Sinan Efendinin yanında Kuran-ı Kerim ve Tecvidi öğrendi. 1956 yılında ailesi ile beraber şehir merkezine taşındı. Tasavvufi sohbetlere katıldı, Arapça dersleri aldı. 1958 yılında Risale-i Nurlarla tanıştı. 1959'da askere gitti. Üstad Said Nursi Urfa'ya gelip burada vefat ettiği sırada (1960) askerde olduğu için onunla tanışamadı. İlkokul diplomasını dışarıdan alarak imamlık sınavlarına girdi, kazandı ve 1963 yılında Damat Süleyman Paşa Camii imam hatipliğine tayin edildi. Hayatını Risale-i Nur okumaya ve okutmaya vakfetti, kendi ifadesi ile 'bütün Urfalıları Nurcu yapacağım.' diyerek camide yatıp kalkmaya başladı. Hizmetine engel olmasın diye hiç evlenmedi. 1992 yılında Haliliye İlim ve Kültür Vakfı'nı kurdu ve hizmetlerini bu çatı altında yürüttü. Binlerce talebenin yetişmesine vesile oldu. Aynı camide 39 yıl aralıksız olarak sürdürdüğü imam hatiplik görevinden 2002 yılında emekli oldu, fakat ondan sonra da buradan elini çekmedi, destek verdi. Yerine talebelerinden Ömer Doğan tayin edildi, halen de görevine devam etmektedir.

Mustafa Hoca, geçtiğimiz ilkbaharda korana virüse yakalanıp 25 Nisanda hastaneye kaldırıldı. 14 Mayıs 2021'de vefat etti. Ertesi gün Yusuf Paşa Camii'nde kılınan ikindi namazını müteakip Bediüzzaman Aile Mezarlığı'na defnedildi.

Müthiş! İnancı, çizgisi bir tarafa ben ömrünü böylesine bir davaya adayabilen ve asla vazgeçmeyen insanlara gıpta ederim.

Daha önce Rızvaniye Camii ve medresesi dolayısıyla kendisinden söz ettiğim sanat tarihçisi ve yazar Şahin Doğan, Rızvaniye'den sonra Damat Süleyman Paşa Camiinde de bir süre kalmış. 'Ruhumun Masalı Şehr-i Urfa' kitabında burada yaşadığı tecrübelerini ve ruh hallerini çok samimi bir üslupla yazmış. Kitabın bir yerinde 'Rızvaniye'den sonra hayatımın en acı, en dokunaklı, en derin, en verimli ve en verimsiz yılları burada geçti diyebilirim.' diyor. (Şahin Doğan, 'Ruhumun Masalı Şehr-i Urfa', s.154) Aynı kitaptaki 'Camiyi Bir Başına Dolduran Derviş: Mustafa Kılıç Hoca' başlıklı bölüm, hocayı anlatan en güzel yazılardan biridir sanıyorum. (s.165-170)

Hücresinde yaptığımız sohbetin ardından Ömer Hocanın teklifi üzerine önce caminin doğusuna eklenen bölüme çıktık. Ön tarafı küçük bir daire gibi. Mustafa Hocanın yaşadığı odayı da görme imkanı buldum. Sonra caminin damına çıktık. Yukarıda söz ettiğim, artık camiden koparılan batıdaki ve güneydeki bahçeye ve uzunca bir süredir kullanılmadığı için harabeye dönen eski Kur'an kursu odalarına baktım. Şahin Beyin bu odalardan birinde kalıp yaşadığı iç mücadeleyi düşündüm. Bir yanda Mustafa Hoca gibi bir hayatı yaşama gayreti, öte yanda aklının sürüklediği bambaşka düşünceler ve nefsinin engel olamadığı arzular… Bir genç için ne zor bir imtihan. Aslında çoğumuz benzer imtihanlardan geçtik, imtihanımız hala da devam ediyor. Her birimiz bir tarafa savruluyoruz. Kimimiz ayıplanmamak için içimizin sesini bastırırken, kimimiz isyan ediyor, kimimiz gemileri yakıyor, kimimiz de duruluyor, itminana eriyor. Eriyor mu, ermiş mi görünüyor, emin değilim. Şahin Bey bu iç mücadeleyi yazma cesaretini göstermiş. Çoğunluk kendi kendine bile itiraf edemiyor.