BİRİNCİ BÖLÜM
Ahmet Ayoğlu, benim Urfa Lisesinde birinci sınıfta olduğum 1977-78 eğitim öğretim yılında müdür yardımcısı imiş; ama o günün anarşik ortamında hiç muhatap olmadık. Kendisi hatırlatınca hafızamda silik bir iki görüntü canlanır gibi oldu.
İki yıl kadar önce, Eski Urfa yürüyüşlerim dolayısıyla zaman zaman telefonla görüştüğümüz Hikmet Parmaksız "mutlaka tanışın" demişti. İl Milli Eğitim Müdürlüğünde birlikte mesai yaptığımız Mehmet Gürbüzer, "İyi tanıyorum, bir gün beraber gidelim." dedi. Konuşmuş, "mutlaka yemeğe bekliyorum" demiş. Buluşup gittik. Karameydanı Camii'nin güneyinde, yolun sol tarafında "Ahmet Ayoğlu Kuyumculuk"… Bizi büyük bir ilgi ile karşıladı. Çok hoş sohbet, kibar ve saygılı. Yemeğimizi yedik. O gün öğrendim ki çok da misafirperver. Sonraki her görüşme talebimde ısrarla yemeğe davet etti, buluşmamızı yemek saatine denk getirdi.
O gün öğrendim ki, sosyal medyadan tanıştığım Fatih Ayoğlu, onun büyük oğlu imiş. Küçük oğlu Abdülkadir de Merkez Ortaokulundan öğrencimiz imiş.
Merve Kuyumculuk'a dükkân demek uygun olmaz; büyük bir işyeri. İki katlı. Üst tarafı çeşitli bölümlerden oluşuyor. Önde oldukça büyük ve dolu dolu bir vitrin; geride uzun bir tezgah, karşıda sarrafiye bölümü, yanlarda oturulup sohbet edilecek koltuklar, sandalyeler ve müze… Ahmet Hoca sohbet sırasında bu müzeden çok bahsetti. Çoğu babasından kalma kuyumculukla ilgili alet edavatın sergilendiği bu minik müze için değil Urfa'da; "Türkiye'de bile benzeri yok." dedi. Babasından ve onun ustası olan Azra Usta'dan söz etti. Bunlar Urfa'nın yakın tarihi için önemli şeylerdi.
O gün Ahmet Hoca ile bu konuları bir röportaj çerçevesinde geniş bir şekilde konuşmaya karar verdik. Ama araya birçok gerekçe girdi, sürekli ertelemek zorunda kaldık. Nihayet 11 Ağustos 2023 tarihinde Cuma namazından sonra buluştuk. Elbette yine yemekten sonra.
Bodrum katta, birçok antika eşyanın bulunduğu geniş odada, bol çay ve kahve eşliğindeki muhabbetimize, sorularımın hepsi bitmediği için 16 ağustos çarşamba günü, yine yemekten sonra devam ettik. Başlangıçta amacım Urfa'daki kuyumculuğun dününü konuşmaktı. Fakat sonra yarının tarihini oluşturacak bugününü de konuşmaya karar verdim. Böylece ortaya şimdiye kadar yaptığım röportajlardan farklı bir şey çıktı.
***
M. Sarmış: Sevgili Hocam, önce sizi tanıyarak sohbetimize başlayalım.
A. Ayoğlu: 1953 yılında Kurtuluş Mahallesinde, ailemin ikinci çocuğu olarak dünyaya geldim. Babamın ismi Mehmet, annemin ismi Ayşe. Annem Büyükhatipoğullarından, babam Halil Hacı Bedir ailesinden. Viranşehir'den gelmiş. Yedi kardeşiz. Ben tek erkeğim, altı kız kardeşim var.
M. Sarmış: Okul hayatınız…
A. Ayoğlu: Altı yaşında Turan İlkokuluna başladım. Orayı bitirdikten sonra Urfa Lisesine kaydoldum. Hem orta, hem lise kısmı aynı binada bir arada idi. Birini bitirip diğerine geçtim ve 1970-71 eğitim öğretim yılı sonunda liseden mezun oldum. Aynı yıl Isparta Eğitim Enstitüsünün Fizik-Kimya Bölümünü kazandım. Gidip başladım. Üç dört ay sonra Gaziantep'te Eğitim Enstitüsü açılınca naklimi oraya aldım. 1974 yılında da mezun oldum.
M. Sarmış: Meslek hayatınız…
A. Ayoğlu: Enstitüden mezun olduğum 1974 yılında Urfa Lisesine öğretmen olarak atandım. Hocalarımla beraber öğretmenlik yapma şerefine nail oldum. Ama çok kısa sürdü. İki ay sonra askerlik görevi çıktı. Yirmi ay Çanakkale'de askerlik yaptıktan sonra Adıyaman Besni Öğretmen Okuluna atandım. Orada bir sene görev yaptım. Tayinim tekrar Urfa Lisesine çıktı. Gelip başladıktan dört beş ay sonra, Okul Müdürü Selçuk Dağyutan'ın teklifi ile müdür yardımcısı oldum. Bilirsiniz, o yıllar ülkemiz için çok zor yıllardı. Anarşi zirvede idi. Görev yapmak zordu.
M. Sarmış: Bilirim hocam. Ben de o sırada orada öğrenci idim. 1977-1978 eğitim öğretim yılında başlamıştım. İlk yıl neyse ama, sonra iş tamamen çığırından çıkmıştı. Okulda kim idareci, kim öğretmen belli değildi. O yüzden sizi de hayal meyal hatırlıyorum.
A. Ayoğlu: Hatırlamamakta haklısınız. Çünkü ertesi yıl Akşam Lisesine sürgün edildik. Mehmet Oymak, Adil Saraç, ben… Orada da 1980 yılına kadar çalıştık. 80 İhtilali'nden sonra bizi tekrar Urfa Lisesine öğretmen olarak atadılar. Aradan bir sene geçmeden, okul müdürümüz Sami Boran bir gün dersime girdi. Akşam saat beş, beş buçuk civarı. O sıralar ihtilal yeni olmuş, anarşi döneminden yeni çıkmışız. Okul karmakarışık. Birçok öğretmen arkadaşımız sınıfta sükûneti sağlamakta zorlanıyor. Bizse o saatte ders işliyoruz. Çocuklar pür dikkat dinliyor. Rahmetlik Sami hoca hayretler içinde kaldı. "Bu saatte ne anlatıyorsun ki çocuklar böyle dinliyorlar?" dedi. Dedim "Dersimi yapıyorum." Çok etkilendiğini söyledi. Uzatmayayım, kısa bir süre sonra bana tekrar müdür yardımcılığı teklif etti. Kabul ettim. Bir iki sene de müdür yardımcısı olarak görev yaptım. Ama öte yandan baba mesleği var. Babamın tek oğluyum. Yardımcı olmaya çalışıyorum, fakat idareciliğin sorumluluğu büyük. Üstelik çift devre; bütün zamanımı da, enerjimi de alıyor. Yürütemiyorum. Ankara'ya gittim. Dostumuz Şair Yazar Yavuz Bülent Bakiler'e durumu arz ettim. Cumhuriyet Ortaokuluna geçmek istediğimi söyleyip yardım istedim. Orada çift tedrisat olduğu için yarım gün okula gider, sonrasında da işlerime bakarım diyordum. Yavuz Bülent Bakiler, eski İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Galip Demirel'i arayıp rica etti. Galip Demirel daha önceden kısa bir dönem (1975-1976) Urfa valiliği yapmıştı. Allah razı olsun, işimizi gördü. Bir yıl kadar öğretmenliği ve kuyumculuğu birlikte yürütmeye çalıştım. Baktım ki çok yorgunluk oluyor. Mecburen öğretmenlikten istifa ettim. 1985 yılının bitimine bir ay vardı. O gün bugündür kuyumculuğa devam ediyorum.
M. Sarmış: Yöneticilik bir kere bulaştı mı, kurtulmak kolay olmaz hocam. Nitekim bir ara Urfa Kuyumcular Derneğinde de görev almışsınız.
A. Ayoğlu: Ben hayatım boyunca hiçbir göreve talip olmadım, görev bana talip oldu. Nitekim Kuyumcular Dernek Başkanı Mehmet Nuri Kamburoğlu, ki çok değerli bir arkadaştır, gelip ikinci başkanlığı teklif etti. Kabul etmedim. Tekrar tekrar geldi. Çok ısrar etti. "Çok isteyen var, ama biz seni yazacağız." dedi. Mecburen kabul etmek zorunda kaldım. Altı sene kadar orada ikinci başkan olarak görev yaptım. Çeşitli hizmetlerimiz oldu.
M. Sarmış: Şimdi?
A. Ayoğlu: Yaşım yetmişe yaklaştı. Çocuklarım büyüdü. Üç oğlum var; Mehmet Fatih, Rıdvan ve Abdülkadir… Mehmet Fatih hukuk fakültesini terk etti. Rıdvan hukuk fakültesini bitirdi, avukatlık ediyordu. En küçük olan Abdülkadir de iç mimardı, o da mesleğini icra ediyordu. Oturup konuştuk. Kendimden biliyorum iki iş bir arada gitmiyor. Kuyumculuğu beraber sürdürmeye karar verdik. Ben babamdan devraldım, onlar da benden devraldılar. O günden beri beraber çalışıyoruz. Şimdilik üç kuşak... Ben büyük ölçüde geriye çekildim. Sağ olsun çocuklarım çok güzel yönetiyorlar. Sevgiye, saygıya dayalı çok sıcak bir aile ortamında işimizi devam ettiriyoruz.
M. Sarmış: Son zamanlarda İstanbul'a yerleştiğinizi biliyorum. İş olarak da oraya adım attınız…
A. Ayoğlu: Evet. Dedim ya artık genç değilim. Yaşım ve yaşadıklarım beni bir hayli yordu. Bu yorucu ortamdan uzaklaşmak ve biraz dinlenmek için ani bir kararla İstanbul'a taşındım. Belki burada da ticari işler yürütebiliriz düşüncesi ile bir ofis aldım. Eski vali yardımcımız Hasan Duruer çok yakın dostumdur, o aracı oldu. Malum tamamen boş durmak olmuyor. Kuyumculuğa da alışmışım. Bu arada çocuklarıma da bazı yardımlarım olabilir diye düşündüm. Çünkü İstanbul kuyumculuğun da merkezi. İstanbul serüvenimiz böylece başlamış oldu.
M. Sarmış: Fakat buradan kopmuyorsunuz.
A. Ayoğlu: Tabii, kopmam mümkün mü? Çocuklarım burada. Sürekli irtibat halindeyiz. Birkaç ayda bir geliyorum, kalıyorum.
M. Sarmış: Evliliğinizden söz etmedik.
A. Ayoğlu: 1981 yılında anneannemgilin komşusunun kızı Güzide Hanım ile evlendim. Eşim sağ olsun, çok özverili, çok mert, yiğit bir hanım çıktı. Tam bir Osmanlı kadınıdır. Anneme, babama, kardeşlerime çok itina gösterdi. Babam benim evimde vefat etti. Eşim baktı. Akşam bize getirir, sabahları evine götürürdüm. Eşim ve kızım, her akşam sevgiyle kapıda karşılardı.
Babamın dükkâna gelmek dışında evden çıktığını hiç hatırlamam. Bir de çocuklarımız doğduğu zaman isimlerini koymaya gelirdi. Onlar gelmeyince mecburen biz giderdik. İnanır mısınız, Ramazan boyunca eşim her gün yemek yapar, tencere elimizde baba evine koşardık.
M. Sarmış: Zaten uzunca bir zaman babanızla beraber çalışmışsınız.
A. Ayoğlu: Babam hemen hemen kırk senedir işi bırakmıştı. Gelir otururdu sadece. Ben karşısında hep çok dikkatli otururdum. O "Nasılsın oğlum?" der. Ben "İyiyim baba, sen nasılsın?" derim. O kadar… Tek erkek çocuk olduğum halde, babam beni öyle yetiştirdi. Yanında aşırılık olmazdı. En ufak bir saygısızlık ne haddimize? Kırmak mümkün mü? Babam çiçekleri çok severdi. Kendisi eker, diker, sular, bakımlarını yapardı. Her sabah evlerine giderdim. Bir gül koparır beni beklerdi. Kapıyı çalarım, gülü uzatır. Beraber kahvaltı ederiz, sonra babamı alıp gelirim.
M. Sarmış: Babanız 23 Aralık 2020 tarihinde vefat etmiş. Daha çok yakın. Peki anneniz?
A. Ayoğlu: Yılları aklımda tutamıyorum hocam. Annem babamdan bir sene önce vefat etti. Annem kalp hastasıydı. Yirmi beş sene o hastalıkla yaşadı. Haftanın 6 günü kahvaltıyı baba evinde annemlerle yapardım. Eşim o anlayışı gösterirdi. Razılığını alır, dükkâna öyle gelirdim. Çok bağlıydım ikisine de. Çok özlüyorum. (Bu sırada boğazı tıkandı, gözleri yaşardı. M. S.) Sonlara doğru bitap düşmüştü. Ölmeden bir ay evvel hastalandı.
Son iki üç gün içinde gece gündüz yanında kaldım. Son gece, bayram gecesi… Şeker, kahve almak için evden çıktım. O ara kendi evimize uğradım. Dediler "Annen vefat etmiş." Dünyam başıma yıkıldı. Babam son bir ayda çok ağır hastalandığı için, kendimi hazırlayabilmiştim. Fakat annem aniden gitti. Gerçi o da hastaydı, ama o kadar değil, hiç beklemiyordum. Aniden gidişi beni perişan etti. Ya babam? Ben onu çok güçlü sanırdım. Annemden sonra adeta yıkıldı. Deli gibi oldu. Bu küçük oğlum Abdülkadir var ya, dedesine benden çok baktı. Ben de dedeme öyle bakmıştım.
M. Sarmış: İyiliğiniz karşınıza çıkmış, ne güzel! Oğullarınızdan söz ettiniz ama kızlarınız da var. Toplam kaç çocuğunuz var? Kaç torununuz var? Biraz da onlardan söz eder misiniz?
A. Ayoğlu: Üç erkek, iki kız, beş çocuğumuz var. Beş de torunumuz var. Oğullarımın adını söylemiştim. Büyük kızımın adı Ayşenur. Evli İstanbul'da yaşıyor. Aynı zamanda hattattır. Diğer kızımın adı da Elif. Psikologdur. O da İstanbul'da yaşıyor. Hem çalışıyor hem hayır hasenat işleriyle ilgileniyor.