Birinci Cihan Harbi İngiliz ve Alman petrol tröstlerinin Mezopotamya petrollerine göz dikmesi sebebiyle başlamıştı. Musul bu savaşın en kilit noktasıydı. Devlet-i Aliyye çökerken İngiliz ve Alman petrol şirketlerinin temsilcisi gibi davranan İttihatçılar on yıl sonra 1919-1925 tarihleri arasında Millet Meclisi'nde yine İngiltere'nin çıkarlarını savunuyorlardı. 5 Haziran 1926'da Ankara Anlaşması'yla Musul bizden koparılıp Kraliçe'nin Sömürgeler Bakanlığına bağlandı.

Amerika ise, İngilizler Birinci Cihan Harbi'ni kazanınca; Alman ve Amerikan petrol tröstleri Musul'un tek başına British Petroleum'a (BP) ye kalmaması için direnç oluşturdular. Her iki devlette kendine bağlı kumandan ve aydınları harekete geçirdiler. Plana göre Anadolu, Musul ve Süleymaniye direnecek İngilizler pazarlık masasına çekilecekti. Amerika Başkanı Wilson Türklerin yoğun yaşadığı yerlerin Türklere bağlı kalacağını ilan etti.

Wilson Prensipleri denilen bu maddeleri başta Robert Kolej mezunu Halide Edip Hanım, Wilson Prensipleri Cemiyeti'ni kurarak uygulamaya hazırladı. Cemiyete Refik Halid, Yunus Nadi gibi isimler de katıldılar. Bu cemiyet 9 maddelik bir muhtıra ile resmen Amerikan Mandası'nı Başkan Wilson'dan talep etti. Amaç Musul ve Süleymaniye'yi sadece British Petroleum'a bırakmamaktı. Mustafa Kemal'in yanı başındaki Halide Edip Lozan-Musul tartışılırken muhalif olur. 1926'da Takrir-i Sük?n gelince Mustafa Kemal karşıtları ve konuşanlar devlet düşmanı ilan edilmiş, Halide Edip'te Musul'un BP'ye terk edildiği yıl ülkeyi terk etmiştir. Ancak 1939'da Mustafa Kemal'in ölümünden sonra İsmet Bey tarafından davet edilmiş,1942'de CHP roman ödülü "Sinekli Bakkal" romanına verilmiştir.

Türkler, Kürtler, Araplar, Musul'un yüz yıl önce sahibi olanlar; bu gün topraklarımız kimin? Amerikan ve İngiliz petrol şirketlerinin… Dün kavgalarımız, çatışmalarımız ne uğruna- kimin uğruna yapıldıysa bugünde aynı şey için yapılıyor. Yüz yıl önce Türk milliyetçiliği yoktu, Kürt Milliyetçiliği de yoktu, Arap milliyetçiliği de. Bin beş yüz yıl önce İslamcılık da yoktu. Şimdi halklarımız yine Türkçülük - Kürtçülük - İslamcılık adına kamplaşıyor, kendi devletine saldırıyor, birbirlerini öldürüyor, birbirini dinlemiyor, anlamak bile istemiyor. İnsanlarımız mankurtlaşıyor, belhumadallaşıyorlar. Tabi bu arada Amerikan ve İngiliz şirketleri petrol ve doğal gazımızı yağmalamaya devam ediyorlar. Bu şirketlerin karını kendi milletinin çıkarından üstün gören ve varlığını da bu kiralanmışlığına borçlu olan onursuz insanlar var. Bunlar kafanızı kaldırıp bir şeyler söylemek istediğinizde, düşüncelerinizi-sesinizi duyurmaya çalıştığınızda, Kraliçe'nin bu misyonerlerine bir şeyler söylemeye direnmeye çalıştığınızda size; "hilafetçi, gerici, yobaz, Atatürk düşmanı, şeriatçı vs. diyorlar."

Yüz yıl önce nasıl kendi gazeteleri, yazarları varsa ve Amerikan petrol şirketlerinin çıkarlarını nasıl "Türkçülük-Turancılık" diye anlattılarsa; İngiliz petrol şirketleri adına "İslamcılık" üretip perde önünde oyun oynadılarsa bu günde aynı senaryoları bize oynatıyorlar, bizi zehirliyorlar, tasfiye etmeye çalışıyorlar.

1944 Haziranından sonra İngilizler ülkemiz üstündeki haklarını artık dünyanın birinci sömürgeci gücü olan ABD'ye devrettiler. Devralan yapı yine Türkleri Kürtlere, Kürtleri Türklere karşı kışkırtmaya, milleti sağcı-solcu-alevi-sünni diye saflara ayırıp birbirine kırdırmaya, hasılı Anadolu'nun kendi enerjisini Lozan'da belirlenen sınırlar içerisinde harcatmaya devam etti.

Turgut Özal'ın "Anavatan'dan önceki bütün partiler İttihat ve Terakki'den doğmuştu" sözü soğuk savaşın bitimine kadar neredeyse yüz yıllık bir süreçte Türkiye'yi kimlerin yönettiğini anlatıyordu. Ayrıca Özal dünyada bir dönemin kapanmaya başladığının haberini veriyordu ve yeni dönemin imkanlarından en çok Türkiye'nin yararlanacağını söylüyordu. Dünyada ve Türkiye'de dengeler değişmeye başlamıştı artık. Bu dönemde İngiliz-Amerikan-Alman petrol şirketleri adına çalışan, onların çıkarlarını her şeyden üstün tutan İttihatçı grupların dışında "gerçekten ve sadece vatanını ve milletini düşünen bir grup asker ve aydın" milli bir yapı ortaya çıkmaya başladı.

Devlet- Aliyye'nin bütün kalelerini zapt etmesi sebebiyle ses çıkaramayan, dünyadaki sömürgeci siyaset dengesini bozmaya çalışan, günü geldiğinde bağımsızlığı için mücadele edecek olan bu yapı soğuk savaşın bitmesiyle birlikte harekete geçti. Bunlar sadece Anadolu'da değil Rumeli'de, Musul'da, Halep'te, Bağdat'ta, Basra'da, Filistin'de Devlet- Aliyye'nin bütün milletlerini bağımsız kılmak için mücadele edeceklerdi. Farklı siyasi partilerde kendileriyle irtibatlı siyasetçilerle "millileşme" projesini yürütmek istiyorlardı. Bölgeyi talana devam etmek isteyen İngiliz ve Amerikan petrol şirketleriyle en ciddi mücadelelerinden birini 1 Mart Tezkeresi'nde verdiler. Bu tezkere döneminde ne olduğunu bilir ve anlarsak Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlık mücadelesini de anlamış oluruz.

Son yüzyıldır İran dahil bölgemizde yaşanan bütün askeri darbeler ve yönetim değişiklikleri İngiltere-ABD paylaşım savaşlarının sonuçlarıdır. ABD'nin 2003 yılındaki Irak işgali de İngiltere ile savaşından başka bir şey değildir. İngiltere ve ABD Irak'a anlaşarak değil savaşarak girmişlerdir. İngiltere bu bölgedeki birçok örgütle, aşiretle, hanedanla ABD'nin sahip olduğundan çok daha derin bağlara zaten sahipti. Bölgeyi ele geçirmesi için silah kullanması, savaş çıkarması gerekmiyordu.

Diplomasi kafiydi. Irak Savaşı 1909'dan beri Musul petrollerini yönetmek isteyen iki devletin şirketlerinin savaşıdır.

Bu savaşta taraf tutan "Kahrolsun Amerika" sloganları atıp, " ABD Go Home" pankartları taşıyan sağ-sol gruplar işin esasında İngiliz petrol şirketlerinin; İngiliz istihbaratının Türkiye'deki bazı siyasilerle ilişkilerini deşifre eden veya başka yollarla karizmasını çizmeye çalışan gazeteci ve siyasetçilerde ABD petrol şirketlerine çıkar bağlarıyla hizmet eden sömürge köleleridir.
İngilizlerin Anadolu'yu işgal ettiği günlerde Türk Ocaklarına gidip Türkçülük ve milliyetçilik nutukları söyleyen Halide Edip Hanım'ın hedefi ne olabilirdi? Amerikan Mandasına girmek.mi?
(Devam edecek)