FETÖ'nün nasıl bir yapı olduğunu daha iyi anlamanız için, Selçuklu Devletimizin yıkımında önemli rol oynayan 'Hasan Sabbah hareketini' araştırmanızı tavsiye ederim. İllegal örgüt yapılanmalarını, haramı-helali iptal etmelerini, münafıklık ve takiyeyi mutlaklaştırmalarını, suikast ve cinayetlerini ve yönetimi darbelerle içten zayıflatıp ele geçirme eylemlerini okuduğunuzda, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Taip Erdoğan'ın bunları "haşhaşi" diye tanımlamasının ne kadar yerinde olduğunu göreceksiniz.
14 Temmuz Haşhaşi Darbe Teşebbüsünden sonraki günlerde Ergenekoncu kalıntısı bazı kesimler; ülkemizdeki sorunun laikliğin uygulanmaması ve İslami kurumlar olduğuna işaret etikleri gibi, artık kendilerine ihtiyaç olduğunu ifade etmişlerdir. Halt etmişler tabi. Biz eski Türkiye'yi ve onların ne olduklarını unutmadık ki.
Müslümanlar Hakkın rızasını kazanmak için halka hizmet yolunda çeşitli metotlar uygulamışlar, sivil kurumlar kurmuşlardır. Haçlılar da bunları dejenere etmek / yıkmak / kontrol etmek için ellerinden geleni yapmıştır. İslami kurumlarımızdaki insani zaafları istismar etmeye çalışan batı(l), tabi ki kurumlarımıza da el atmıştır.
Böyle diye her ekoldeki kurumlarımızı reddetmek/karalamak yerine onları onarmak ve tedavi ederek desteklemek durumundayız. Yani pirincin içinde taş var diye hepsini toptan süpürmek yerine; Allah'ın Kitabı ve Resulü'nün sünneti çerçevesinde ayıklamalı, temizlemeliyiz.
Batı(l)ın en çok saldırdığı yapılarımızdan biride tasavvuf ekollerimizdir. İbret almamız gereken FETÖ benzeri saldırılardan biri de Irak'taki kardeşlerimize uygulanmıştır. Bu yazımızda Ahmet Dinç'in Selis yayınevinde yazdığı "Babil'de Amerikan Tangosu-Saddam'ı Deviren Güdümlü Tarikat" kitabından bazı bölümleri, ders almamız dileğiyle paylaşacağım:
"Saddam'ın çevresinde 1990'lı yıllardan itibaren başlayan ve 2000'lere girildiğinde hızlanan öylesine beklemediği ve alışmadığı bir ağ örülmeye başlamıştı ki. Saddam'ın düşüş süreci aslında ne 10 Nisan'da Amerikan birliklerinin Bağdat'ı teslim almalarıyla ne de 20 Mayıs'taki Bush'un açıklaması ile başladı. Bu süreç, gizemli "Kesnizani" tarikatının, Saddam'ın bütün çevresini adeta bir örümcek gibi sarmasıyla başlamıştı. Sayısız savaşların, entrikaların, saray darbelerinin, global güçlerin saldırılarının yıkamadığı Saddam'ı yıkan bu meçhul tarikat nereden, kim tarafından çıkartılmış, hangi beşiklerde sallanıp büyütülmüştü? Bir bakıma Saddam'ın kader örgüleri, iktidara tek başına geldiği 1970'lerden itibaren örülmeye/dizilmeye başlanmıştı.
Hem kan ve şiddet üzerine kurduğu diktatörlük düzen, hem de onun sonunu getirecek organizasyon aynı anda sürmüştü. Saddam'ın en yakınındakileri kendine "mürit" yapan bu tarikat diktatörün her hareketini ve işini an be an tarikat şeyhinin oğlu Nehru'ya ulaştırmış oradan da bilgiler MOSSAD ve CIA'ya akmıştı. Kesnizani tarikatı aslında vaktiyle Kadiri tarikatının bir kolu idi.
Kesnizan, Süleymaniye tarafında bir Kürt aşiretiydi. Aşiretin lideri olan kişi aynı zamanda Kadiri'nin bu kolunun da başında bulunuyor, halife statüsü taşıyordu. Kürt kökenli Şeyh Abdulkerim Kesnizani, Kadiri şeyhinden el almış mütevazi bir tekke halife/şeyhi olarak Süleymaniye civarındaki üssünde son nefesini verince yerine oğlu Muhammet geçmişti. Kesnizani tekkesinin ve belki de Irak'ın kaderi posttaki işte bu değişiklikten sonra başlamıştı. Oğul Şeyh Muhammet'in tarikatta bazı 'dönüşümler' gerçekleştirdiği ve İsrail/MOSSAD/CIA gibi ilginç bağlantılara sahip olduğu biliniyordu. Şeyh Muhammet o kadar giz(em)li biriydi ki basında çıkmış fotoğrafı dahi yoktu. Hakkında bilinenler ise birkaç satır malumattan ibaretti. Tarikat, baba Şeyh Abdulkerim zamanında ve Şeyh Muhammet'in ilk zamanlarında BAAS rejimine ve Saddam'a bağlılık görüntüsü taşıyor, hatta rejime eleman ve silah temininde rol oynuyordu.
Tarikatın, Kadiri bünyesinden tam olarak ayrılması, MOSSAD/CIA ilişkilerinin kurulması, müritlere hahamların ders vermesi, Şeyh'in yazdığı kitapta Kabbala gibi mistik Yahudi kaynaklarından alıntıların yer bulması gibi 'dönüşüm' işaretleri 1990'ların başlarında daha kesin ve keskin şekilde fark edilmeye başlanmıştı. Tarikatını yeniden kurduktan sonra Şeyh Abdulkerim Kesnizani sadece Kürtlerden değil Türkmenler dahil Irak'ın bütün İslami renklerinden kendine mürit edinmeye başlamıştı.
Kadiri geleneğinde kanlı-bıçaklı cezbe halleri ve gösteriler ülkede önce ve herkesten ziyade askerlerin ilgisini çekti. Zira erinden generaline kadar Irak askeri yıllardır kanın, ölümün içinde idi. Kafasına kama saplanıp, böğrüne kılıç girip, kurşun değip ölmeyen müritlerin durumu askerleri haliyle tarikatın müdavimi, müridi yapmıştı. Askerler arasında Kesnizanilik öylesine yaygınlaştı ki Genelkurmay Başkanı Mareşal Ayat Fetih El-Ravi, Hava Kuvvetleri Komutanı Mareşal Hamit Şaban, Umumi Askeri İstihbarat Başkanı Mareşal Vefik El-Samarayi de Şeyh Muhammet Kesnizani'nin ayağını öpüp mürit olmuşlardı. Devletin emniyet biriminin ve istihbarat birimi El-Muhaberrat'ın elemanları da aynı güzergahı izleyip Şeyhe hizmet etmeye başlamışlardı.
Sadece askeri ve bürokratik kadroyu kendisine mürid yapmakla kalmayan Şeyh, Saddam'ın en yakınındaki isimleri de bağlamayı başarmıştı. Bunların arasında Saddam'ın iki kardeşi Vathan ve Barzan, karısı Sacide Hayrullah, oğlu Uday'da vardı. Belki bunlardan önemlisi, Saddam'dan sonra devletin ikinci adamı konumundaki İbrahim İzzet El-Düri'nin Şeyhe bağlanmış olmasıydı.
İsrail, Birinci Körfez Savaşından hemen sonra Kesnizanilerle irtibata geçip ilişkiyi geliştirdi ve ilerleyen dönemde birçok konuda sınırsız destek vermeye başladı. Öyle ki, devletin kritik bir noktasında bulunan ve tarikata girmek istemeyen kimseler, İsrail'in tarikata akıttığı paralarla ikna ediliyordu. Doğal yolların yanı sıra parayla da mürit satın alınıyordu. Destekler tabi ki karşılıklı olacaktı; Şeyh Muhammet de istihbarattaki müritlerden, gerekse Saddam'ın yakın çevresinden devletin üst katlarından aldığı bilgileri oğlu Nehru aracılığı ile MOSSAD'a iletiyordu. Nehru tarikatın İsrail ve Amerika ile ilişkilerden sorumlu veliahtıydı.
'Savaşta özellikle Bağdat ve çevresinde Amerikan güçlerine hiç direniş gösterilmeyişi, Şeyh'in emrindeki generallere bağlayanlar vardı.' Şeyh Muhammet tarikatını devletin ve siyasetin tam orta yerine getirmişti. Yeni Irak'ın polis teşkilatı kurulurken, örneğin Kerkük'teki bütün karakollarda en az beş Kesnizani müridi polis bulunacak şekilde atamaların yapılmasını bizzat Şeyh istemiş isteği yerine getirilmişti. Kerkük'te onlarca karakol bulunduğu ve Şeyhin aynı yöntemi diğer kentlerde de uygulandığını bilmek için fazla delile ihtiyaç yoktu. Böylece tarikatın sadece polis teşkilatındaki müthiş gücü hemen anlaşılabilirdi. Sadece Kürtlerden değil, Türkmen ve Araplardan da birçok kişi Şeyh Kesnizani'nin müridi idi..
Bu gizemli ve karanlık tarikatın bütün Irak genelinde 3 milyona yakın mensubu bulunuyordu İsrail Irak'taki birçok işini bu tarikat üzerinden yürütüyordu. Bu çerçeveden bakıldığında İsrail'in Irak'ta siyasetin olduğu kadar (belki daha fazla) dinende çok tesirli olduğu sonucuna varılabilirdi. İsrail böylece, Yahudi tarihindeki dönüm noktası vakalarda hep merkezi yerler işgal etmiş olan Mezopotamya'ya ilgisini sınırlı yöntemler üzerinden değil çok yönlü olarak sürdürüyordu. İsrail, tarihte Nabukadnezar'dan Selahattin Eyyubi'ye, oradan Saddam'a dek Yahudiler için hep bir esareti, yıkımı, tehlikeyi getirmiş olan Irak coğrafyasını artık bir tehlike olmaktan çıkartmak, kontrol altında tutmak, belki bunun en iyi yolu olarak ülkeyi üçe bölmek istiyordu."
Yazar bunları 2004'te yazmış. Irak bu gün ne yazık ki üçe bölünmüş durumda. Batı(l), Irak'taki yapılanmanın bir benzeri FETÖ'de gördüğümüz gibi fitne-fesat operasyonlarıyla sivil kurumlarımızı kontrol etmeye çalışıyor. Bir yandan da PKK/PYD gibi terör örgütlerine ihaleler vererek terörist müdahalede buluyor.
Yazımızı bir soruyla bitirelim. Türkiye'de 2012 yılında öldürülen teröristler içerisinde 32 teröristin İsrail vatandaşı Yahudiler olduğu ortaya çıktı ve İsrail devleti vatandaşlarının cenazelerini Türkiye'den aldı götürdü. Bu Yahudiler neden Türkiye'de öldüler?