Sultan Abdülhamid Hindistan ve Afrika'dan sonra Mezopotamya'yı da sömürmeye gelen İngilizlere karşı direndiği için bir kahramandır. 1909'da İngiliz tezgahı olan bir darbeyle tahttan indirilen Abdülhamid'in Yıldız Sarayı'nda geçirdiği son güne kadar dünya üzerindeki petrol arazilerinin yüzde yetmişi Devlet-i Aliyye'nin sınırları içindeydi. Yeni Devlet kurulduktan sonra ve Lozan'ın ardından ise dünya üzerindeki mevcut petrol sahalarının yüzde sıfırı.
Musul'un yüz yıl önceki sahipleri; Türkler, Kürtler, Araplar düşünsünler bakalım bugün Musul kimin? Amerikan ve İngiliz petrol şirketlerinin…
Bu gün yine Musul konuşuluyor. Çünkü yeniden paylaşılıyor. Musul'u teslim ederseniz ne Üsküp'ün, ne Kosova'nın, ne İstanbul'un, ne Diyarbakır'ın bağımsızlığını koruyabilirsiniz. Çünkü devletinizi bağımsız ve güçlü kılmak, son iki yüzyılın en güçlü silahı "petrol"ü düşmana teslim ederek gerçekleşmez. Bu gün PKK terörünün, Suriye ve Irak savaşlarının Musul'la ilgili olmadığını kim söyleyebilir? Türkiye'nin gözünü açmasının sürekli engellenmesinin, yaşadığı askeri darbelerin, idam edilen ilk seçilmiş Başbakanımız Menderes, katledilen ilk sivil Cumhurbaşkanımız Özal cinayetlerinin perde arkasında yine Musul vardır.
Nedir Musul'u bu kadar önemli kılan şey? Petroldür. Petrol zenginliktir. Zenginlik silahtır. Silah güçtür. Güç ise bağımsızlıktır.
Birinci Cihan Savaşı'ndan önce veya sonra Devlet-i Aliyye topraklarından ayrılmış veya O'na isyan etmiş hangi millet halinden memnundur? Hiçbiri. Halinden memnun olanlar: İngilizler-Almanlar-Fransızlar. Peki, bu devletler nasıl oldu da uzaklardan gelip bu coğrafyanın maden ve petrol yataklarının işletmesini kendi şirketlerine verdiler, bölgenin bütün halklarını birbirine düşman ettiler, her bir sorunu ayrı ayrı körüklediler.
Bu savaş Hindistan'ı, Amerika'yı ve Afrika'yı sömürgeleştiren devletlerin yani İngilizlerin ve Avrupalıların sonraki yüzyıllarda petrol sebebiyle bizim coğrafyamıza gelmeleri sebebiyle ilgilidir. Aynı devletler önceki iki yüz yıl boyunca Hindistan'da, Afrika'da ve Amerika'da en acımasız bir şekilde zulüm, savaş ve kıyımlarla o topraklardaki zenginlikleri gasp etmişler; direnen yerli halka ve örgütlere kıyımlar uygulamışlar, diline-dinine-sosyal/kültürel yapısına-günlük yaşamına kadar her kimliğini yok etmişlerdir.
Sömürgecilerin talanları-gaspları önce Devlet-i Aliyye'nin uzak çevresinde başlamış sonraki yüz yıllarda sınırlarına kadar gelmiştir. Batı sömürgeciliğinin ilk dönemlerinde, ekonomisi, ordusu ve devlet yapısı ile güçlü olan Devlet-i Aliyye'ye bu yağmacılar yaklaşmaya cesaret edememişlerdir. Batılı sömürgeciler Afrika, Hindistan ve Amerika'da milyonlarca yerli halkı katlederek yağmaladıkları zenginliklerle aşırı bir güç kazanmışlar bu arada devletimiz onların karşısında başta ekonomide geri kalmış, güç kaybetmiştir. Altın ve gümüş için Afrika'ya, afyon ve ipek için Hindistan'a musallat olan sömürgeciler, bizim topraklarımıza petrol için göz dikmişlerdir. Bunu anlayan Sultan Abdülhamid 1888'de Musul ve Bağdat Vilayetlerimizdeki petrol sahalarını Padişahın özel mülkü haline getirmiş böylece sömürgeci hırsızlara kaptırmamak için tedbir almıştı.
11 Temmuz 1912'de İngiliz Hükümeti şöyle bir açıklama yaptı: " Donanmamızın ihtiyacı olan yakıtın, sürekli ve bağımsız olarak sağlanabilmesi geleceğimiz için hayati bir önem taşımaktadır." Bu diplomatik cümleyi şöyle anlamlandırabiliriz: 'Hindistan'dan, Afrika'dan Londra'ya para taşıyan gemilerle, bu gemilerin güvenliğini sağlayan korsan orduların en çok ihtiyacı olan şey petroldür. Bu hırsızlığa-yağmaya devam etmek için petrolü kontrol etmemiz gerekiyor.'
1900'lü yıllardan itibaren Devlet-i Aliyye'de başlayan hürriyet-özgürlük-liberalizm eksenli yapılanmalar ideolojik değil tamamen siyasi projelerdir. Devlet-i Aliyye'ye karşı oluşturulan bütün muhalif yapılarda, 31 Mart olayında, Meşrutiyetin ilanında, isyan ve suikastlarda, darbelerde işte bu 'siyasi projeler' etken olmuştur. Yani, Alman ve İngiliz sömürgeciliği. Devletimizin yıkımı sürecinde kimse petrolden-madenden bahsetmiyordu.
Sultan arka planda petrol için devriliyor ama perdenin önünde istibdat-baskı rejimi-irtica-hürriyet-meşrutiyet lafazanlığı yapılıyordu.( 28 Şubat sürecinde devletin hazinesi ve bankaları yağmalanırken kopartılan irtica fırtınalarına-işlenen yargısız infaz cinayetlerine-darbelere ne kadar da benziyor!) Almanlarla İngilizler arasındaki rekabet Sultan Abdülhamid'in tahttan indirilmesine kadar devam etti. Ardından Balkan Savaşları bittikten, kurumları İngilizlerin atadığı kişiler yönetmeye başladıktan sonra maden ve petrol politikalarımız değişti. Alman ve İngiliz petrol şirketleri birleşirlerse petrol imtiyazı verileceği bildirildi. Bağdat demiryolu projeleri, petrol sahaları kısacası bölgedeki bütün imtiyazlar sömürgecilere verildi. Artık, bizim olan Mezopotamya petrolleri İngilizler eliyle paylaştırılıyor, demiryolu projelerinde İngilizler ve Almanlar söz sahibi oluyorlardı.
Anlaşmalarına göre, gelecekteki savaşın sonunda devletler mağlup olursa imtiyazlar özel şirketlerde bulunduğundan petrol yine onların elinde kalacaktı. Şayet galip gelirlerse devletimiz yıkıldığında yerine kuracakları küçük devletçikler bu imtiyaza müdahale edemeyeceklerdi.
28 Haziran 1914. İşte bu tarihte Mezopotamya petrol imtiyazları İngiliz ve Alman sömürgecilere verildi. Artık Birinci Cihan Harbi başlatılabilirdi. Gavrilo Princip, Avusturya-Macaristan Veliahtı Franz Ferdinand'ı vurdu. Bu işaret fişeğinden sonra Cihan Savaşı başlatıldı, bu savaş devletimizi / topraklarımızı paylaşma savaşıydı.
İşte o yıllarda bölgede yeni bir aktör daha boy göstermeye başladı. Sessiz ve derinden kendini hazırlayan bu güç Amerika idi. Bu süreçte bizim sözde vatansever İttihatçılarımız sadece İngiliz ve Alman yanlısı değildi, Amerika yanlıları da derinden derine çalışmaya başlamışlardı. Artık bölgemizdeki petrolün Alman ve İngiliz şirketleri tarafından yağmasına Amerikan şirketleri de katıldılar.
(Devam Edecek)