Muharrem, bir futbol maçına davet edildim, geçende.
Bilirsin, hazzetmem, çoğu kimsenin sevdiği bu ayak topunun oynanmasından.
Benim sevmemem, beni bağlar, bilmektesin. Hem, ben bir başkasının kararını da etkilemekten uzağım. Dağa küsen tavşan misaliyim, yani.
Gitsem, iki takımı da tanımam.
Futbolcuları bilmem.
Onları çalıştıranlar yabancım.
Kim topu, iki direk arasından filelerle buluştursa üzülmem.
Nihayetinde evden bilirim.
Çoluk- çocuk zorla televizyon karşısına beni hapsetti, baş koltukta oturttu.
Önemli bir maç imiş.
' Öyle olsun' dedik, enva'î çerez.
Bu akşam kuruyemişçilere çalışmışlar, anlaşılan.
Ben gol atılınca ayağa kalktım.
Cemaat oturmuş, yerinde.
Gol atılınca kişiler sevinmez mi?
Meğer bu millî maç imiş.
Üzülmemiz gerekiyor imiş.
Ortancanın fırlattığı bakış, evladın babaya bakışından çokça farklı.
Bir onlar attı, herkes ayakta.
Oturan ben oldum, Muharrem.
Kalkarsam, 'Kızarlar' diye düşündüm.
Üst katta sevinç bağrışları, binanın altındaki kahvehanede alkış, gürültü...
Birkaç el silah sesi.
Muhakkak kuru sıkıdır.
Fakat şu körüklü mü nedir, tüfek sesi de yok, değil.
Ortanca beni dürtünce toparlandım.
Bu yaşta vatan haini ilan edilmeme adına, ben kalkarken onların oturduğunu fark ettim.
Ben, yukardan bakınca çerezleri gördüm, markaları hepten yabancı idi, Muharrem.
Niçin çerezlerin isimleri başka dilden?
Gücüne gitmez mi, insanın?
Hem millî takımı destekle hem millî olmayan çerez ve içecek al!...
Maç heyecanla seyredilirken, kalkıp dil nutkuna başlasam, sömürgeciliğe varan çerezlerden yola çıksam, şık olmazdı.
Muharrem, bizim takımı çalıştıran yabancı imiş.
Golümüzü atan da Almanya'da doğmuş ve orada büyümüş bir gurbetçi çocuğu...
Millîlik ise ne işimiz vardı, Almanya'da?
Bunu çocuklara maç esnasında söyleyemedim.
Taraf tutmadan, top kimin ayağında ise, başımız o yönde.
Muharrem, bu seyr û seferde boyun fıtığı ağrısı biraz dindi.
Maç heyecanıyla coşan çocuklar, ikinci yarıya hazırlık için para istemez mi?
Bunlar Z Kuşağı imişler.
Z, 'zengin' anlamında değil, 'züğürt' manasında olamaz.
Emekli babanın vereceği, cebinde son parası.
Hoş, iyi ve güzel de Muharrem, verdiğim paramızın en büyüğü, başta 2 var, sonunda çift sıfır.
Koşarak, nefes nefese kalan ufaklık, kalan parayı avucuma bıraktı da elim, boş kalmadı.
Gelene baktım ki alınan çerezler yine ambalajlı, hijyenik, yabancı.
Para, zaten yabancı karşısında değerini kaybediyor, herkesin bilgisi dahilinde.
Yabancı markalı ürün alınırken, esas kaybettiğimiz an, o zamandır.
Patates de bizim mısır da.
Onlar yağlarını getirir, memleketinden, tuzunu da baharatını da.
Belki ana malzemelerini de taşırlar, memleketimize.
Gaye, kendi ülkelerinin parasını değerli kılmak.
Mısır da patates de gemilerle bizden gider, aslında.
Her şeyi anladım da Muharrem, ikinci gol gelmez mi?
Çocuklar havada, tezahürat dışardan aşağı değil.
Biz maçta kazandık da çerezle içecekte kaybettik.
Çocuklar, bunun farkında değil.
Öyle okumuşlar, okullarda, Muharrem.
Nerede gözünü sevdiğim yerli malları?
Bir hafta içinde götürdüğümüz elmaydı, portakaldı, bizde yetişmeyen.
Zengin aile çocuklarının ise cevizdi, fındıktı, incirdi, fıstıktı.
Her birimize avucu doldurmayacak denli çoğu çekirdek ve nohut olmak üzere verilen kuru yemişi severek, dane dane yerken, elma ve portakal mahzun dururdu, öbür derse kadar.
Çocuktuk, ne avakado ne muz ne kivi ne hindistan cevizi...
Maç sonrası kritiğe başladı, yorumcular.
Bizim takımın çalıştırıcısı tercüman vasıtasıyla konuşuyor.
Biz, ingilizin dilini bildiğimiz için anlıyoruz, bir aşağı ya da yukarı.
Bizim çocuklar, ne kendi dillerine vakıf ne yabancı dillere.
' Gönlü bizimle olan herkese teşekkür ederim.' derken çalıştırıcı, tercüman, ' Bu galibiyeti millî takımdan ikinci vatan bildiğim Turkiye'ye hediye ediyoruz' diye çevirdi.
Bize hindi anlamında ' Turkey' diyen dili bilmedikleri için çocuklar ülke adını ' Turkish' diye bilir. Hani en çok lokum seviyor ya ecnebî olanlar, 'Turkish Delight' der.
Muharrem, ben tarafsız kaldım, kendimce.
Maça da gitmedim, doğrusu.
Sağlığı sebep gösterdim.
Karşı taraf gol atar da ben ayağa kalksam, ne olur?
Bulunduğum taraf gol atarsa ben otursam kesinlikle içlerindeki haini affetmezler.
Holiganlar çoktur, Muharrem.
Otobüs camlarını taşlayan mı yok, sopalarla birbirine dalan mı az?
Muharrem, bu maç tecrübem sebebiyle tarafsız olma bende bir alışkanlık haline geldi.
Yemeğin tuzunu sorsalar ' Yani ' derim.
Sebze ve meyve fiyatı sorulsa, karşı tarafın kendi düşüncesine uydurduğu ifade yine ' Yani' şeklinde.
Muharrem, taraf tuttun mu, yanlış anlaşılır.
Iki arada bir derede kalırsın, yani.
Bu ortam bizi iki yüzlü, münafık hale getirdi, Kardeşim.
Erzurum'dasın misalen.
Çayı şekersiz içersin, sert sarı şeker tabakta durur.
' Yani' dersin.
Çorum'un nohutu dışardan gelir, diyelim Denizli'den.
Çorumlu'ya leblebinin güzel oluşunu aynı kelimeyle belirtirsin.
Mardinli Dostlar kızsa leblebi için, ' Yani' dersin, inandırıcılığın artar.
Mikrofonu ağzına dayatan, kamerayı çalıştıran varsa ve soru iki uçluysa sana tavsiyem, aynı sihirli kelimeyi kullan, sen.
Muharrem, evde doğru dürüst bir yemek yiyemiyorum.
Tatsız, tuzsuz ve yağsız yemekler.
Yanında iki dilim kepek ekmek.
Doktorlar, açlıktan öldürecek, bu gidişle.
Misafirliktesin, çocuklar babalarını görmek ister.
Gelin, hususî misafire birçok yemek hazırlar.
Allah'tan torun yüzü gördük.
- Yemekleri beğendiniz mi?
Böyle bir soru gelse misafirlikte, 'Yani' öncesi uzunca bir ' Ooooo!..' çek, medli ve şeddeli...
Bilirsiniz, 'Hayır' dert, 'Evet' dersen ap ayrı dert.
Muharrem, toplum olarak ikilem içindeyiz...
Biliyorsun, bari sen bana ' Yani' deme!...
' Yani' dedin mi, ne dediğimi anlamışsındır, bileceğim, yani!...