Şehrin cazibesine her kapılana vaad edilen zenginlik, aslında üretmeden tüketmeye yol açan, müstakil eve sahip olmak, yorulmadan yaşamın nimetlerini devlet kapısında ya da kurumlardan maaş alarak, topraktan kopuşun adıydı.

Şehre her şeyini paraya dönüştürerek gelen köylünün geride bir şey bırakmaması, ' Toprağı satan aç kalır' sözünün unutulmasındandır.

Yaşlıların şehre soğuk bakmasını hoş karşılamayan gençler, ata topraklarını terke kendilerini mecbur görüyor, hayatı şehirleşmede arıyordu.

Onlara göre şehirli gibi yaşamak, giyinmek, yemek- içmek, sinemaya gitmek medeniyetin adıydı.

Sürekli bu tarz şehri yüceltmeler, şehri cazibe merkezi kılıyor, açılan fabrikalarda insan gücüne ihtiyaç gizlenerek, köylünün üretim ekonomisine katılımı sağlanarak, ikinci dünya savaşının sonrasında yeni kalkınma hamleleri yapılıyordu.

Almanya'ya gidemeyen, büyük şehirlere özendiriliyor, yokluk ve yoksunluk içinde olanlara şehirler köyden çıkışı cehennemden kaçışın, şehre gelişi cenneti yaşama biçimde algılarla yüceltiliyordu.

Toprak verimsizdi, çok çeşitlilik yoktu, mahsul aileler çoğaldıkça hane halkına bölündüğü için azaldı.

Hayvancılığın zor şartlar altında yapılması, kooperatifleşmenin bilinmemesi ve teşvik edilmeyişi, köyden ilçeye, ilçeden şehre göçü hızlandırdı.

Şehirlere iç göç, dış göçlere zemin hazırladı.

Toprağa ve hayvancılığa bağımlı yaşam, şehre varan köylüyü susuz havuzda adeta balığa çevirdi.

Şehre gelirken önce gelen akrabalarda misafir olmayı mecburiyet haline getirirken, misafir kabul etmeler en çok bir haftayla sınırlandı.

Ya bir ev satın alma ya da kiralama, iş bulma mecburi hal aldı.

Şehirlerde varoş mahalleler oluştu, gecekondular arttı.

Bağında, bahçesinde, toprağında çalışanın ailece şehirde tutunması güçleşti.

Evin geçimi için aile bireylerinin çalışma zorunluluğu artıkça ihtiyaçların çeşitliliği kendisini gösterdi.

Zaman içinde ekonomik özgürlük sahibi olma adına aile bireyleri, kendi evini kurma anlayışı sonrasında bağların hemşehrîlikle sınırlandırılmasını gündeme getirdi.

Çocukların okul yüzü görmesi, en büyük kazanım oldu.

Hastaneye gitme, doktor çilesi son buldu.

Herkes geçinme telaşı içinde çalışırken, oluşan sistemde fabrikalarda çalışma arttı.
Her gecekondu mahallesinde tutunan bir dükkan açma hayaliyle baş başa kaldı.

Bazen yaptığı evin zemin katında büyük oda, bakkaliyeye dönüştü.

Zaman içinde kahvehaneler vücuda geldi. Herkes kendi tanıdığının kahvehanesinin yolunu tuttu.

Berber ise, kendi berberleri olmalıydı.

Kasap ise kendileri bu işi neden yapmasın?

Küçük de olsa açılan lokantalar oldu, 'aşhane ' adına.

Sabahleyin işe giderken sımsıcak bir çorba, çok görülmemeliydi.

Elbiseyse kendi tanıdığından alınmalıydı.

Fırınsa kendilerinin olmalıydı. Köyden getirilen buğday, elektrikli değirmenlerde öğütülerek ekmek ucuza getirilmeye çalışıldı.

Yavaş yavaş okuyan gençler, liseyi bitirdikçe çocuklarının öğretmen, doktor, avukat olma istekleri arttı, ailelerin.

Bu oluşuma tepeden bakan sinema endüstrisi, köylüyü şehri ele geçiren, zamanla küçük gören, aşağılayan tavrını filmlere yansıtmakta behis görmedi.

Konağın ya da bir köşkün karın tokluğuna çalışan hizmetkarları sadece 'hizmetkar' olarak bilindi.

Beyaz şehirliler, köylüye iyi gözle bakmadıklarını her fırsatta dile getirdi, sinema filmleriyle.

Konuşmaları değişmiş, giyimi modernleşmiş, ekonomiyi bilmiş olmak köylünün karşısında şehirliyi güç duruma bırakmış, yönetirken yönetilmeyi hazmedememiş şehirli profilini ortaya çıkarmıştı.
Dün köy ağasının, zenginin karşısında el-pençe duran, velinimetlerine saygıda kusur etmeyen yaşlılar, çocuklarının yetişmesiyle birlikte yaşadıkları ezikliğin bir nebze rövanşını alıyordu.
Başoyuncuları 'Şener Şen', 'Kemal Sunal', 'İlyas Salman' olmak üzere bir çok sinema filminde ele alınan konu, köylünün de insan olduğunu dile getiriyordu.

Şehirde köylü insanın ayak yerini sağlamasıyla birlikte ideolojik çalışmalar kaçınılmaz oldu.

( Devam Edecek)