Hasta olmadıkça insanın doktora gitmemesi, sağlıklı olduğunu iddiada mesned teşkil eder, kendisi için.
Bir şeyler lazım olduğu vakit, el altında birkaç belli kitaba müracaat...
Ya diğerleri?..
Şehrin canlı hafızası, masa başında bir kitaplıkta on beş-yirmi, otuz-kırk kaynaktan mürekkeb değildir, olamaz.
Her şehre dair aynı çizgide, aynı usulde bir çalışma.
Çok isterdik, bir an evvel bu buluşturmayı...
Olayların olması...
Memuriyet hayatı...
Ekonomik alanda dövizin yükselişiyle yapı fiyatının beş-altı misli artışı, virüs salgını, belirsizlik durumu, basılı-yazılı kaynakların beş kat pahalı hale gelmesi...
En son deprem durumu...
Bu yetmezmiş gibi siyasî mecralarda inişlerle çıkışlarla sarsılan güven...
Bizim bu çalışmalara siyasî düşüncelerin gölgesine bile tahammül göstermemiş olmamız, geciktirdi merkezi.
Bunu kendimize vazife bildik.
Ali Emirî Efendi'nin izinde...
İstanbul'da eseri olurken, memleketindeki eksikliği tamamlamayı görev bildik.
Hayalinde yüz bini doğudan yüz bini batıdan kitap vardı.
Bu hayaldi, bizi kırk senedir arkasından koşturan, dur-durak bilmeyen...
Bazen kalp kırıcılığımız vakî olur...
Bir işyerinde vitrine konulmayan ya da tezgâhta olmayan ürünü ısrarla isteyen, ürüne talip olan görürsünüz.
Yeri ve yurdu belli olmayan, bir çoğu şehirde olmayan, Istanbul'da, Ankara'da bulunan kaynakları tedarik mümkün değil.
Ancak mekân açılır ve talep edene, belirlenmiş çerçevede yardımcı olunur.
İnsanımız, bunu kabullenmiyor bir türlü.
Bu çalışmaya destek vermeyen, katkı sunmayan kişi ya da kurum veya kuruluş, kendinde konuşma hakkını kimden alabilir?
Mekân açıldığı zaman, kaynaklar ortaya konur.
İsteyen Basın Müzesi açacaksa...
İsteyen Gastronomi(?) Müzesi düşünüyorsa...
Yüz yıl öncesinde yayınlanmış kimi kaynağı sorup, mevcut olmadığını öğrenince bembeyaz masa örtüsüne mürekkeb döken haylaz çocuklar gibi davranan kişilikler az değil.
Destek sunması beklenirken, küçümseyen tipler tek-tük görünür.
Sitem değil belirttiklerimiz.
Yazı başlığımız, bu merkezin neden önemli olduğunu ifade olduğu için sohbettir, murad olunan.
Siz, iki yüz yıl önce bir ölçek buğdayın fiyatını kille üzerinden öğrenmek istetseniz, cevabını bulabilirsiniz, ilk kaynaklardan.
Bu şehirde sinema tarihini ve şehrin sinema sektörüne kazandırdığı isimleri öğrenebilirsiniz, bir saat içinde.
Şehrin spor kulüplerini, kurucularıyla oyuncularıyla bilmeniz, fotoğraflarıyla tanışmanız yarım saati geçmez...
Siz, şehir tarihindeki depremlerle ilgili bilgileri, son yüz yıldaki depremleri ve yakın zaman depremlerini dosyalanmış klasörlerle kitaplarla kolaylıkla masanızda bulabilirsiniz...
Siz, özel hastahanenin ya da eğitim kurumunun hizmetlerinden faydalanırken, size hizmet sunanların şartlarını kabul etmek zorundasınız.
Çayhanede içtiğiniz çayın bedelini ödemek mecburiyetindesiniz.
Siz, bindiğiniz aracın ücretini ödememezlik tavrını takınamazsınız.
Oturduğunuz masada yediğiniz yemeğin, içtiğiniz içeceğin bedeline razı olarak mekândasınız.
Bizde maalesef araştırma merkezleri, devletin kütüphane anlayışıyla eş tutuluyor.
Kütüphanelerin kitaplıklarında istenilen alanla ilgili her kaynak bulunmaz.
Devletin sunduğu bu kültürel hizmetle şirketlerin sunduğu hizmet farklıdır.
O zaman kimi danışmanlık şirketlerine gerek yok.
Belediyelerin ulaşım, su, çöp hizmetleri paralı.
Herşeyi bilgi olarak ücretsiz düşünen kişi ya da kurum, ürettiği hizmeti tüketiciye ücretsiz sunmamakta.
Verilen hizmetlerin devamlılığı, niteliği kaynak zenginliği ile orantılı.
Bunu bir türlü akletmeyenin sayısı az değil, maalesef.
Bu Şehir Araştırmaları Merkezi düşüncemizde karşılaştığımız handikapların sadece birkaçı zikredildi.
Kaynak temininin ücretsiz olmadığı bilinir.
Süreli ve yaygın yayınların takibi kolay değil.
Günün şartlarında vakıf değil, bu merkez.
Ete ve kemiğe bürünmesi için mekâna sahip değil.
Anlamayana zorla konuyu izah, insana apayrı bir işkencedir, kimi zaman.
Karamsarlık tablosunu bir tarafa bırakarak, bir kitaptan söz açmak istiyoruz.
En son yüzü aşkın kitap arasında imzalı bir kitap dikkat çekti.
Bahse konu kitaptan beş-altı tanesini temin etmiştik, önceden...
Bir kitabın elli yıl sonrası bize ulaşması oldukça hüzün verici...
Anlatalım, bu kitabın hikâyesini.
Şahsa imzalı eserlerin korunmaması karşısında üzülmemek elde değil.
Sahafa düşmesi ne denli üzücü ise, birçok eseri sahaflardan temin etmiş olmamız sevindirici.
Bir yanda hüzün öbür yanda buruk bir sevinç!..
Dağılan ya da elden çıkarılan bir kütüphaneden payımıza düşen bir kitap.
Kütüphanenin diğer kitaplarına ne oldu?
Bu meçhûl!..
Şehrin önemli isimlerine ait kitaplıklarının vefatlarıyla beraber şehri konu alan merkezlere, şehirlerle ilgilenen yazarlara, araştırmacılara devredilmesi gerekmez mi?
Dededen, babadan kalan kütüphanenin, kitaplığın korunması çok mu, güç?
Cevabını verebiliriz de soruyu soran olduğumuz için, muhattabı sayılmayız...
Seksen bir şehre dair aynı titizliğimiz devam ediyor.
Yükümüz ağır, sorumluluğumuz büyük...
Bu sıkıntı yetmezmiş gibi yüz dünya şehrini& ülkesini de omuzladık, ağırlık azmış gibi...
Olsun, bizi mutlaka anlayan çıkar, çıkacaktır.
50 Yıl öncesinden imzalanan kitabın hikâyesine dönelim, şimdi.
Dönemin Belediye Başkanı Merhum Nejat Cemiloğlu'nun Merhum Dr. Adil Tekin'in hazırladığı " Diyarbakır" isimli şehrin fotoğraflarıyla bilgilerden oluşan kitabını, 1992'de vefat eden Milli Eğitim Bakanlığı Müşaviri Selahattin Savcı'ya 01.02.1972 Tarihinde imzalayıp göndermiş.
Dr. Tekin de Belediye Başkanlığı yapmış, aynı zamanda. Kendisiyle konuşmuşluğumuz var, ömrünün son yıllarında. Fotoğrafçılıkla hem hâl olmuş, KIZILAY Yönetimi'nde bulunmuş, üniversitenin kurulmasında oluşturulan komisyonda yer almış.
Belediye Başkanı Cemiloğlu, konaklarının açılışında kısa konuşma yapmıştı, sağlığı el vermediği dönemde.
Selahattin Savcı Beyi, eğitimci olarak biliyoruz, eserlerinden.
Hikâyenin yansımasına başlıyoruz, bizim şehirlerle ilgili çalışmaların cephesinde.
Bu şehir Urfa olur Van olur. Afyon ya da Bursa adını alsın. Şehrin adı önemli değil, aslında. İsterseniz İstanbul ya da Muğla olsun, Ardahan ya da Mardin...
Birçok önemli şahsın kütüphanesi, bu eserle de görülüyor ki vefatıyla beraber dağılıp gitmekte, çoğu yitiklere karışmaktadır.
Seksen bir ili ve yüz dünya şehrini ilgi alanı olarak belirleyen merkez anlayışımızda bu tarzda birçok eser mevcut.
Şehir Araştırmaları Merkezi, her bir şehirde açılmış olsaydı, ki açılması için gayret gösteriyoruz, bu tarz şehirleri konu alan kitaplar ve eşsiz kaynaklara sahip kütüphaneler, sahiplerinin vefatıyla korunma altına alınır, merkez açık ve sahiplenildiği süre içinde şehre dair o şehrin seçkin kurumlarından biri olurdu.
Bu eseri, ismi geçen âilelerden biri talep ettiği zaman, kendilerine merkezin hediyesi olarak takdim etmemiz mümkündür.
Kırk yıla varan çabamız, gayretimiz ne COVİD-19'da sekteye uğradı ne de depremde?
Bir su baskınında 10.284 adet kitabı, depomuzda kaybettik, yine ısrarcı olduk, durmadık, kaybettiğimiz kaynakların çok önemli gördüklerimizi ilk elde satın aldık, satın almaya devam ediyoruz.
Şehir Araştırmaları neden önemli?
Neden desteğe ihtiyaç duyuyoruz?
Niçin bizim bu çabamız, hak ettiği ilgiden ve alakadan uzak?
Bu sadece bizim değil, ülkede olan mesele.
Olmadı, bağrımıza taş basar, birkaç sahafa devrederiz kaynakları.
İsteyen istediği kaynağı alır, kitaplar, gazeteler, dergiler kaybolmaz.
Olan şehre olur, şehirlere olur.
Üzüntümüz bu, özetle.
Anlamayanlara sözümüz mü?
Yok, aslında.
"Bu deprem, zenginle fakir arasındaki mal ve mülk uçurumunu sıfırladı." Diyerek ifade edelim.