Bir yıl bitmeden yeni bir yıl başlıyor sanki. Ya da bir yıl daha başlamadan bitiyor gibi. Bir önceki yıla daha alışamadan geçip giderken avuçlarımızdan; yeni bir yılın rakamlarına daha alışacakken/alışmadan yitip gidiyor işte.

Yitip, gidiyor. Zaman akıp gidiyor çünkü…

Yeni bir yıla başlarken umutlanmak herkesin hakkı değil mi? Ama olmuyor işte bu topraklarda. Olmuyor. Bir şey bitmeden yeni bir şey başlıyor, farkında mısınız? Bir acı bitmeden başka bir acı, bir kaos sona ermeden başka bir kaos yayılıyor bu topraklara.

Ortadoğu toplumunun kaderi bu oldu sanki. Ortadoğu toplumu kendini kendiyle sınıyor gibi. Başkalarının kucağında, başkalarının komutlarıyla dizayn ediliyor sanki sınırlar. Koskoca bir coğrafya, tümüyle birer figüran gibi davranıyor. Bu mide bulandırıcı kurguda isimsiz, namsız bir figüran.

Bize düşen rol: Ortalığı toplamak, etrafı temizlemek, burada "dur" denildiğinde durmak, "gel" denildiğinde gelmek, "otur" denildiğinde oturmak olmamalıydı oysa.

Bize düşen asık bir suratla elimizdeki açıklamayı okumak, nutuk atmak olmamalıydı. Kupkuru bir halde bağırmak-çağırmak olmamalıydı. Ah vah etmek, kınamak, acımak, üzülmek olmamalıydı sadece bize düşen.

Sorun nedir o halde? Sorunu tefekkür etmekten neden alabildiğine uzağız bu kadar? Sorunun temeline inmek gibi bir kaygımız, bir derdimiz neden yok? Manasına varamadığımız, kalpten duymadığımız bir duanın ucuna da tutunamıyoruz ne yazık ki. Neden? Her şeyimiz dilde kalıyor. Dilden kalbe giden yollarımız da kapalı uzunca bir süredir. Neden?

İhsan Fazlıoğlu kitabın ortasından girerek şöyle destekliyor söylemek istediklerimizi:

"Niyetin işaret ettiği gaye dikkate alınarak geliştirilecek çözüm (tedbir), sorunun özüne iner; tersi durumda kabukla uğraşmak kaçınılmaz, bağırıp-çığırmak kaderimiz olur. Unutmayalım ki zavallılara, zayıflara Tanrı acıyabilir; ama niyeti gayesi, kısacası dili kötü insanımsılar asla acımazlar. Öte yandan, el duası bitmeden yapılacak dil duası yalnızca bir gürültüdür; çünkü yine ancak elce ve dilce hazır olanlar huzur bulurlar… "

Şimdi bir düşünelim. Başımızı ellerimizin arasına alıp düşünelim. Birbirimizi dinleyerek, birbirimize kulak vererek, kalbimizi de ortaya koyup anlamaya çalışalım yekdiğerimizi:

Nedir mesele? Hazır mıyız huzuru bulmaya bu topraklarda? El duasından öteye gitmeye, gidebilmeye hazır mıyız mesela? İnsanımsı davranmaktan insanca davranmaya, adem yani adam olmaya hazır mıyız? Büyük infiallerin altından kalkmaya, kalkmayı istemeye hazır mıyız mesela?

Biz hazır olduğumuz zaman, her şey bambaşka bir cihet kazanacak belki, kim bilir?