Zaman nasıl da akıp geçiyor dediğimizde tıkanıp kalıyoruz ister istemez. Afallıyoruz. Düşüyoruz. Geçen her bir gün, her bir hafta, her bir ay, her bir yıl etimizden parçalar koparıyor sanki. Oysa bilmemiz gereken bir gerçek, en mühim gerçek şu ki; zaman geçmiyor belki de, içinden geçen biziz zamanın. Biz zamanı eskitmiyoruz yani, zamandır bizi eskiten, geride bırakan, öteleyen.

Modern zaman dilimi içinde öyle gereksiz, öyle anlamsız meşguliyetlerimiz var, öyle basit, öyle sığ bir hayat içinde durup kalmışız ki, varlığımız bir şey katmıyor hayata. Zamana bir şey ekleyemiyoruz bu yüzden. Bir katkımız, bir artımız yok adını yaşamak koyduğumuz şeye. İşte o şey, yani o 'yaşamak' denilen şeye tekabül eden nedir, durup bunu düşünmeliyiz belki de en derinden. Oysa şair ne güzel demiş: 'Yaşamak, seni sevmek gibi ciddi bir iştir' derken.

Sürekli hayattan düşüyor gibiyiz halbuki biz. Çünkü tutmak, tutunmak istediğimiz şey her neyse başlı başına bir boşluğa, bir yokluğa işaret ediyor sadece. Kendimize dayanak kıldığımız her neyse o, koca bir boşluk olarak çıkıyor karşımıza. Zaman ve zemin bizi yok sayıyor sırf bu yüzden. Zaman bize yabancı kalıyor bu boşlukta, biz zamana alabildiğine uzak.

Ahmet Hamdi Tanpınar şöyle özetliyor zamanı ve mekanı ve buna eklemlenen insanı: Ne içindeyim zamanın / Ne de büsbütün dışında / Yekpare, geniş bir anın /Parçalanmaz akışında.

Ve biz. Güya içindeyiz zamanın, güya bir hayatı eskitiyoruz, yeni bir güne, yeni bir yıla merhaba derken nasıl da ağzımız değiyor kulaklarımıza. Nasıl da gelecek planları yapıp paralıyoruz kendimizi. Ve sonra, evet sonra dönüp baktığımızda aynaya kendimizi, sadece ve sadece kendimizi görebilmeyi başaramıyoruz. Bu bakışımız derinden bir 'ah' çekmeye kani olursa, işte o an anlam katar zamana ve mekana varlığımız. İşte o an anlamı olur belki varlığımızın. İşte o an 'zaman bendedir ve mekan bana emanettir' düsturuna sahip çıkabiliriz.

Her şey bir bilinmezin uçsuz bucaksız derinliğinde, bunu anlarız belki bu zaman karmaşasında. Ve zaman bu bilinmezliği, bu derinliği almış savuruyor git gide içimize, bunu anlarız. Harfler, kelimeler, dakikalar, saatler, yıldızlar, yollar, kuşlar her biri ayrı ayrı bir anlam katmanına sokuyor sanki zamanı.

Geçen her saniyede zaman yeni baştan sorgulatıyor sanki kendini o ücra benliğimize. Yeni baştan keşfe çıkmaya hazırlanıyor gibiyiz eşyayı bu uçsuz bucaksız derinlikte, bunu anlarız. Sorular yeni baştan anlam kazanıyor her geçen anda. Şimdi saat kaç, bugün günlerden ne, hangi yıldayız gibi sorular her an anlamını yitirecek derinlikte oysa, bunu anlarız.

Ve şimdi, şunu idrak etmenin haline bürünmeli değil miyiz: Zaman geçmiyor belki de, İçinden geçen biziz zamanın…